Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç, Beyoğlu Belediyesi tarafından modernize edilen tarihi Cercle d'Orient binası ve Emek Sineması'nı da içine alan Grand Pera'da gerçekleşten açılışı 'Muhteşem' olarak yorumladı. Geceye sinema yazarı 40 yıllık dostu Atilla Dorsay'ın da katıldığını belirten Uluç "Benim 40 yıllık dostum 'Emek kapatıldı' diye kalemini kıran Dorsay, boşuna Atilla Dorsay olmadığını göstermiş, açılıştan önce gitmiş, Emek'i gezmiş, güzelliği de, hatasını da görmüştü. 'Bu benim için bir gurur meselesidir' dememiş, güzelin ve doğrunun hakkını verme büyüklüğünü göstermişti. Nasıl hasretle sarılıştık, kucaklaştık!. Nasıl birlikte kutladık, bu 'Muh- te-şem' Emek'i!" ifadelerini kullandıç
Hıncal Uluç'un Bir Harikulade Emek başlığıyla ( 4 Ekim 2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Kapıdan girdiğinizde kesif küf kokan, sıraları arasında fareler dolaşan, kulisi olmadığı için, film göstermekten başka bir işe yaramayan ve bir daracık sokakta tek başına olduğu için günümüz sinemaseyircisine de artık hitap etmez hale gelip çağdışı kalan Emek Sineması'na her gittiğimde nasıl üzülürdüm..
Aslında nasıl güzel, nasıl tarihi, nasıl benzersiz bir salondu. Tıpkı Kadıköy Süreyya gibi.. Opera binası olarak yaptırılan Süreyya, o muhteşem süslemelerine rağmen önce sinema, sonra odun deposu olmuştu bilir misiniz?
Ve de Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk tarafından kurtarılmış ve AKM'si polis karakolu olan İstanbul'a bir minik ama, hem güzel, hem de fevkalade işlevsel bir tarihi salon yeniden kazandırılmıştı.
Beyoğlu Belediyesi de, Emek'i tarihi görkemli günlerine, hem de çağa uyarak, çağdaşlaştırarak döndürme kararı aldı.
Gene tarihi Büyük Kulüp binasının Grand Pera olarak dönüştürülmesi ile birleştirildi proje.. Ara sokaktaki daracık kulissiz sinemanın girişi, İstiklal Caddesi'ne alındı. En son inşaat sırasında görmüştüm.
Şimdi nasıl görkemli olmuş, o giriş..
Emek, tıpkı Assuan Barajı yapılırken, sular altında kalacak 2 bin yıllık Abu Simbel Tapınağı gibi, taş taş işaretlenerek, Grand Pera'nın arkasındaki beş katlı binaya taşınacaktı. İlk katlar AVM, yemek ve cafe alanları ile cazibe kazanırken, üst katlara irili ufaklı tam 11 salon yapılacaktı.
11'incisi Emek olarak..
Kıyamet koptu. Bu ülkede "İstemezükçüler" her zaman ve her yerde var. Kazan kaldıran Yeniçeri ruhu, aynen devam ediyor.. O İstemezükçüler olmasaydı, bugün AKM, tıpkı Sydney Opera binası gibi simgesel bir yapıya dönüşmüştü bile..
Oto parkın da eklenmesi ile kazanılan alanda, Paris Pomdidou Merkezi gibi bir Kültür Sarayı yükselecekti. İstanbul'un her tarafını gören terasta da, dünyaya nam salacak bir restoran açılacak, para basan bodrum katları oto parkı AKM'yi besleyecek, binanın içinde, büyük salon da dahil, dört salon, geniş, rahat, balo yapılabilecek kulisler, sanat galerileri ve 24 saat hizmet veren bilgisayar, internetli çalışma alanları, kütüphaneler olacaktı.
Yeni AKM, sadece performans geceleri 5 saat açık olmaktan çıkacak, her gün 24 saat, İstanbullulara, yerli, yabancı turistlere, en önemlisi gençlere hizmet edecekti.
Sormadılar bile "İstemezük" diyenler.
. Alçakça da bir dedi kodu yaydılar..
"Amaç halkı kandırarak 'Atatürk' adını Taksim'den silmek. Orayı yıkıp yerine cami yapacaklar." Mahkeme "İstemezükçüler"in yanında durdu. Projeyi iptal etti. Onun üzerine zamanın kültür bakanları, en çok da Ertuğrul Günay, mevcut binanın elden geçirilip açılması için, mimarı Hayati Tabanlıoğlu'nun oğlu Murat'la el ele vererek, restorasyon planları yaptırdı.
İstemezükçüler her defasında "Yürütmeyi Durdurma" kararı aldırdılar.. AKM'yi açtırmadılar.
Orası açılmadıkça, iktidarın yıpranacağı düşünüyorlardı. Amaçları üzüm yemek değil, bağcı dövmekti, çünkü.. Ama, "İstemezükçüler" Emek'te başarılı olamadılar. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan da, tıpkı Selami Öztürk, tıpkı Ateş Ünal Erzen, tıpkı İsmail Ünal gibi, sanat ve sanatçı dostuydu. (CHP'li son üçünü, Kılıçdaroğlu'nu avcunun içine alan Mustafa Sarıgül temizledi.)
Demircan projenin arkasında kapı gibi durdu. Hemen her gün yapılan protesto gösterilerine aldırmadı. Yürüdü. O göstericilere bakan, Emek Müdürü "Bunlar yıllar boyu bilet alıp sinemaya gelseler, Emek bu hallere düşmezdi" dedi, hatırlıyorum. Ben başından beri, projenin yanında oldum. İdealist olmakla realist olmak arasındaki farkı biliyordum. Emek'i kurtarmanın başka yolu yoktu.
Sevgili Dostum Atilla Dorsay, bence projeyi bile incelemeden, sinema yazarlığına başladığı Beyoğlu'nda, "Bir de Emek'i kaybetmeyelim" diye romantik bir atılış yaptı. O İstemezükçüler'in başına geçti. Öyle geçti ki, "Emek kapanıyorsa ben de sinema yazarlığını bırakıyorum" dedi. Hem Sabah, hem de ülkemiz çok değerli, çok üretken bir sinema ve metropol yazarını kaybetmesin diye çok uğraştım..
Ama Atilla "Nuh" dedi, kaldı.. Kırdı kalemini.. Cumartesi gecesi, Devlet Opera ve Balesi Açılış Konseri için, o görkemli kapıdan girip, asansörle beşinci kata çıkınca, yıllardır İstanbul'da eşine rastlamadığım bir gala gecesinin içinde buldum, kendimi.. Nasıl bir katılım..
Nasıl bir görkem.. Nasıl cıvıl cıvıl Emek'in önünü.. Salonun kapıları henüz açılmamış.. Özel izin alıp, içeri girdim.. Boşken iyice göreyim, diye.. Vay be!.. Bu ne Emek'miş meğer.. O süslemeler, tertemiz olunca ortaya çıkmış..
Salon balkon.. Kırmızı koltuklar, localar.. Yanımdaki bizim ailenin saraylısı kız kardeşim Serpil "Kendimi Londra'da zannettim" dedi.. "Şu balkonun ucu da Kraliçe'nin locası.." Daha ne diyeyim, anlatmak için.. Tekrar kulise dönerken, karşımda asansörün kapısı açıldı.. İçinden Atilla Dorsay çıktı..
Benim 40 yıllık dostum "Emek kapatıldı" diye kalemini kıran Dorsay, boşuna Atilla Dorsay olmadığını göstermiş, açılıştan önce gitmiş, Emek'i gezmiş, güzelliği de, hatasını da görmüştü.. "Bu benim için bir gurur meselesidir" dememiş, güzelin ve doğrunun hakkını verme büyüklüğünü göstermişti.
Nasıl hasretle sarılıştık, kucaklaştık!. Nasıl birlikte kutladık, bu "Muh- te-şem" Emek'i!.