Hizbullah'ın dünü, bugünü ve yarını

Hizbullah'ın dünü, bugünü ve yarını

T24 - 102. maddenin yürürlüğe girmesiyle birer birer tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilen Hizbullah terör örgütü üyeleri tekrar Türkiye'nin gündeminde. 11 sene önce yapılan operasyonlar sayesinde Hizbullah üyelerinin, kaldıkları evlerde yapılan aramalar sonucu bahçelere gömülü bulunan cesetler 'Hizbullah gerçeğini' gözler önüne serdi.Vatan gazetesi yazarı Ruşen Çakır'ın  bugün (12 ocak 2010) yayımlanan yazısı şöyle:  Vahşetin adı Hizbullah   HİZBULLAH: DÜN, BUGÜN, YARIN  2000 başında düzenlenen operasyonun ardından art arda basılan evlerden çıkan cesetler kamuoyunu dehşete düşürdü. Hizbullah’a ait hücre evlerinin bahçelerinden, kömürlüklerinden günlerce domuz bağıyla vahşice katledilmiş insanların cesetleri çıktı.

PKK-Hizbullah çatışması Irak’taki Kürdistan İslami Hareketi lideri Şeyh Osman ile Irak Hizbullahı’nın lideri Ethem Barzani’nin arabuluculuğuyla çatışması sona erdi. Ancak hemen ardından Hizbullah’ın İlimciler grubu, kısa süre öncesine kadar aynı çatı altında hareket ettikleri Menzil grubuyla çatışmaya giriştiler.  İlginç olan her iki grubun da, ideolojik ve lojistik nedenlerle İran rejimiyle iyi geçinmeleri, organik ilişki içinde olmalarıydı. İçlerinden Menzil, açık bir şekilde Tahran’a biat edip “İran’dan çok İrancı” davranışlar içine girerken, İlimciler, İrancılıktan çok Humeynici bir çizgi tutturmaya, Tahran’la aralarına hep belli bir mesafe koymaya çalışıyorlardı.  Menzilciler genel dünya meselelerine daha açık, daha modern, iç ilişkilerinde daha gevşek ve daha entelektüelken İlimciler, Taliban gibi, kafalarını sadece İslam’a takmış, dış dünyaya kapalı ve alabildiğine basit kişilerdi. İlimcilerin stratejileri, PKK’nın varlığından yararlanma, mevcut düzenin bütün nimetlerini kullanma ve silahlı mücadeleyi bir an önce öne çıkarma üzerine kuruluydu. Cihat az sayıda, iyi eğitilmiş bir kadroyla hayata geçirilecekti. Bunun için yeterli güç ve kadro da oluşmuş, “Mekke’deki zayıf dönem bitmiş, Medine’deki güçlü hicret dönemi başlamış”tı. Halkın toplu olarak ayaklanacağı “kıyam” aşamasına gelinceye dek, devlete karşı herhangi bir eylemde bulunulmamalı, bu arada devlet birimlerine sızarak çalışma tarzları öğrenilmeli, ileride düzenlenecek eylemler için istihbarat toplanmalıydı.  Menzilciler ise “Türkiye, laik bir hukuk devleti olduğundan, Allah’ın egemenliğinin hüküm sürmediği bir sistem işletildiğinden, camilerinde namaz kılmak, dini faaliyetlerde bulunmak günahtır. Bu nedenle, cami ve mescitlerde örgütlenme yapılamaz. İslami harekette, aşamacılık (merhalecilik) esastır: Örgütün temel stratejik aşamaları olan tebliğ, davet ve cihat aşamalarına sadık kalınmalıdır. Öncelikle tebliğ ve davet olarak tanımlanan, halk arasında propaganda yoluyla örgütlenme aşamasından geçilmelidir. Cihat aşaması için vakit erkendir” diye özetlenebilecek görüşler savunuyorlardı.  Menzil grubu, PKK ile devlet arasında bir tercih yapılması fikrine de karşı çıkıyordu. PKK’nın varlığı ve eylemlerini, halka zarar verdiği için, Hizbullah’a katılımı kolaylaştırıcı bir etken olarak görüyor, ancak onunla savaşmanın yarardan çok zarar getireceğini düşünüyorlardı. Öyle bir vahşet ki! 17 Ocak 2000 tarihinde polis İstanbul Beykoz’da bir villaya operasyon yaparak Hizbullah kurucusu ve lideri Hüseyin Velioğlu’nu öldürdü, Edip Gümüş ve Cemal Tutar adında iki örgüt yöneticisini de yakaladı. (Bu kişiler son tahliyelerle cezaevinden çıktı) Elde edilen dokümanlarla derinleştirilen operasyonda örgütün çok sayıda kişiyi kaçırdığı, işkenceyle sorguladığı, bunları videoya kaydettiği ve infazlardan sonra cesetleri örgüt evlerinin altlarına veya bahçelerine gömdüğü ortaya çıktı. Örgütün yayın yoluyla propaganda yoluna gitmemesi, onun Türkiye İslami hareketi içindeki yerini de hep belirsiz kılmıştı.  Örneğin örgütün başlangıçta PKK yanlılarına saldırması, İslami kesimin büyük bölümü tarafından memnuniyetle izlenmişti. Fakat Menzil grubu başta olmak üzere diğer İslamcıları da hedef almasıyla durum değişmişti. Sonuçta bazı İslamcılar Hizbullah’a karşı açıkça tavır almaya, hatta onu “Hizbulvahşet” olarak tanımlamaya başladılar. Bu süreçte örgüt İstanbul merkezli radikal İslamcılarla bağını kopardı; bunların yayınlarının Güneydoğu’da satışını yasakladı.  Hem İslamcı, hem feminist İslami kesim Hizbullah karşısında ilk sınavını Konca Kuriş konusunda vermişti. 16 Temmuz 1998 günü yanında eşi varken, Mersin’deki evlerinin önünde üç kişi tarafından kaçırılan Kuriş hakkında İslamcılar kıllarını bile kıpırdatmadılar. Çünkü o hem İslamcıydı, hem de kadın haklarını savunuyordu, açıkça feminist olduğunu söylüyordu. Büyük medyada hızla popüler olmuştu. Kuriş muhtemelen, bir ara içlerine girmiş olduğu Hizbullah tarafından kaçırılmıştı. Ama İslamcılar, hem korktukları, hem de Kuriş’ten hazzetmedikleri için bu ihtimali hiç hesaba katmadılar. El altından olayın siyasi değil, ticari olabileceğini yaydılar; hatta bir gönül hikâyesinin söz konusu olduğu dedikodusu yapanlar bile çıktı. Sonuçta bu cesur kadın, sadece bir avuç feminist tarafından hatırlandı ve gündemde tutulmaya çalışıldı. Nihayet Beykoz’daki villada Kuriş’in sorgu kasetinin, ardından Konya’daki bir mezar evde cesedinin bulunması, İslamcılar başta olmak üzere kimseyi şaşırtmadı. Kuriş’in hayatının takipçisi olmayan zihniyet, tabii ki cenaze namazında hazır ve nazırdı. Konca Kuriş’in vasiyetine rağmen kadınların bu İslamcı feministin cenaze namazını kılması engellenmek istendi. Küçük bir Kürtçü-Nurcu grubun lideri olan İzzettin Yıldırım ve arkadaşlarının kaçırılmasıysa Hizbullah için sonun başlangıcı oldu. 1946 Ağrı Patnos doğumlu olan Yıldırım Güneydoğu medreselerinde yetişmiş ve 1980 ortalarında Zehra Vakfı’nı kurmuştu.  Bu grup Kürt davasına yakın olmakla birlikte PKK ve Hizbullah’a mesafeliydi. Ne karşılarında ne yanlarında oldu. Fakat Yıldırım’ın, Hizbullah’ın önce PKK yanlılarına, sonra diğer İslamcılara saldırmasına karşı çıktığı biliniyordu. Yıldırım, bir grup İslamcı aydının çıkardığı “Yeni Zemin” dergisine sponsor olarak, sivil toplumcu, liberal bir İslamcılığın yeşermesine de katkıda bulunmuştu. Yıldırım’ın özellikle gençlere yönelik çalışmaları hiç kuşkusuz Hizbullah’ı rahatsız ediyordu. Güneydoğu’daki tüm radikal İslamcı rakiplerini tasfiye eden örgüt, ılımlılara yönelik saldırılarını bu cemaatle başlatmıştı. Eğer bunda başarılı olabilselerdi sıra hiç kuşkusuz diğer cemaatlere gelecekti.  Fakat Zehra Vakfı yetkilileri olayı kamuya mal edince durum değişti. Yıldırım’ın çevresinin duyarlığı, onun sağ olarak kurtarılmasını sağlamadıysa da, Hizbullah’ın birçok planını bozdu. En azından İslami kesimde örgütün zulüm ve işkenceyle kurmuş olduğu itaat ve teslimiyet havasını dağıttı ve nihayet çok büyük darbe yemesine yol açtı. Hizbullah’ın işkence ederek öldürdüğü kişilerden biri de İslamcı feminist Konca Kuriş’ti.  Hizbullah’a ait örgüt evlerinden domuz bağıyla işkence edilmiş cesetler güvenlik güçlerini bile dehşete düşürmüştü