Son dönemde Türkiye ile yaşadığı kriz ile tüm dünyanın gündemine oturan Hollanda'da bugün seçim günü.
Oylama, Türkiye saati ile sabah 09.30'da başladı. Akşam 23.00'a kadar oy verme işlemi sürecek. Oy sayımı ise hemen akabinde başlayacak. Karayiplerdeki üç Hollanda adası Bonaire, Saba ve St. Eustatius'ta sandıklar beş saat daha açık kalacak ancak bu bölgelerin 12,7 milyon seçmenli genel seçime etkisi çok az.
Sandıklar kapandıktan yaklaşık 40 dakika sonra ülkenin kuzey kıyısında yer alan bin seçmenli Schiermonnikoog Adası'ndan ilk sonuçlar gelecek.
İşçi Parti'nin kalesi konumundaki Amsterdam ve Rotterdam sonuçları gece yarısından önce açıklanmayacak.
Seçimin resmi sonuçları ise Hollanda Seçim Konseyi tarafından 21 Mart'ta yerel saatle 16:00'da açıklanacak.
Başbakan Mark Rutte'nin liderliğindeki Liberal Partisi (VVD), seçimde en güçlü aday olarak gösteriliyor ancak hiçbir partiye tek başına iktidar şansı verilmiyor. Koalisyon kurulmasının beklendiği seçimde, İktidarın oluşumunu küçük partilerin oy oranları şekillendirecek. Hollanda'da İşçi Partisi'nden (PVDA) ihraç edilen Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk'ün kurduğu DENK Partisi'nin özellikle Türk ve diğer Müslüman seçmenlerden alacağı oylarla bu konuda kilit rol oynaması bekleniyor.
AA'nın haberine göre, kamuoyu araştırma şirketi Maurice de Hond kurumunun yaptığı haftalık ankete göre, birinci sırada gelen VVD'nin 24 vekil çıkarması bekleniyor.
Uzun süredir birinci sırada yer almasına rağmen son haftalarda ikinciliğe düşen aşırı sağcı Geert Wilders'in liderliğindeki Özgürlük Partisi (PVV) ile Hristiyan Demokratlar Birliği'nin (CDA) 22'şer vekil çıkaracağı tahmin ediliyor.
Ankete göre, Yeşil Sol (GL) ise 20 milletvekiline sahip olacak.
Hollanda'da seçim yaklaştıkça aşırı sağ eksenine kayan siyasiler, ırkçı söylem ve eylemlerini de artırdı. Seçim öncesi propaganda gündemini aşırı sağcı politikalar belirlerken, ana akım partiler de Wilders'e kayan oyları toplamak için göçmen karşıtı söylemlerde bulunuyor.
Son olarak, Hollanda hükümetinin, referandum propagandası yapılmasını istemedikleri gerekçesiyle Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun Rotterdam'a uçuş izni vermemesi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya'nın da Hollanda'daki Türk Konsolosluğu'na girişinin polis müdahalesiyle engellenmesi tüm dünyada gündem oldu.
Rotterdam'da Türk Başkonsolosluğuna geçmesine müsade edilmeyen Kaya'nın önce korumaları gözaltına alınmıştı. Kaya'yı aracından çıkarmaya çalışan polis, vinçli çekici getirip aracı zorla çekme girişiminde bulunmuştu. Aracın kilidini açmak zorunda kalan Bakan Kaya, başka bir araçla polis eskortuyla Almanya'ya götürülmüştü.
Hollanda güvenlik güçleri, Kaya'ya destek vermek için gelen binlerce Türk vatandaşını dağıtmak için polis köpekleri ve atlı polisleri kullanarak sert şekilde müdahale etmişti.
Dışişleri Bakanlığı da halen izinli olarak Türkiye dışında bulunan Hollanda'nın Ankara Büyükelçisinin bir müddet görevine dönmemesini istemişti. Hollanda'nın Ankara Büyükelçiliği ve İstanbul Başkonsolosluğunun giriş ve çıkışları da güvenlik gerekçesiyle kapatılmıştı.
Son günlerde düşüşe geçtiği söylenen Wilders'in partisi PVV, Hollanda’nın "İslam'dan arındırılması"na dayanan programında, ülkedeki camileri kapatmayı, Kur'an-ı Kerim'i yasaklamayı ve sığınmacılara verilen oturma izinlerini iptal etmeyi vadediyor. Her ne kadar düşüşe geçse de PVV'nin, son ana kadar Hristiyan Demokratlar Birliği ve Başbakan Rutte'nin partisi VVD ile başa baş gideceği öngörülüyor.
Son seçime göre büyük oranda oy kaybeden VVD de seçmenlerin PVV'ye kayması üzerine ırkçı söylemlerini artırmaya başlamış ve Türkiye ile krizin tetikleyicisi olmuştu.
PVV partisiyle kesinlikle koalisyon yapmayacaklarını belirten Rutte'nin, Hollanda vatandaşı Türk gencine "defol git" demesi, gazeteye "kurallara uymuyorsan ülkeyi terk et" ilanı vermesi, son olarak Hollanda'da yapılacak halk oylamasıyla ilgili etkinliği yasaklamak istemesi lideri olduğu VVD'nin oylarını artırdı.
Bir partinin hükümet kurabilmesi için parlamentodaki 150 milletvekilinden en az 76'sının desteğini alması gerekiyor. Bu noktada somut politikalar yerine ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına yönelik söylemlere dayanan partilerin, birbirine yakın oylar alması bekleniyor. Bu da Hollanda'da koalisyonu zorunlu kılıyor.
Hollanda ve Türkiye arasındaki krizin ardından, Müslümanların kurduğu Denk Partisi'nin, çıkaracağı milletvekilleriyle koalisyon dengelerini etkilemesi bekleniyor. DENK'in koalisyon denkleminde önemli rol üstlenmesi öngörülüyor.
Flemenkçe "düşün" anlamına gelen DENK, milletvekilleri Tunahan Kuzu ve Selçuk Öztürk tarafından kuruldu. Son seçimde PVDA'dan parlamentoya giren Kuzu ve Öztürk, partinin entegrasyon politikasına güvenoyu vermedikleri için ihraç edilmişti.
Son yıllarda Hollanda'da Müslüman ve Türk karşıtlığının giderek artması üzerine sesi duyulmayan insanların sesini duyurmak için siyasi arenaya giren DENK, Müslüman ve Türklerin yanı sıra Hollandalılardan da destek beklediğini açıkladı.
Diğer taraftan çarşamba günü yapılacak seçimde farklı partilerden 27 Türk kökenli aday, milletvekili olmak için yarışacak.
BBC Türkçe'den Özge Özdemir, Hollanda seçime giderken, yaşanan krizin ardından Türk seçmenlerin ne düşündüğünü ortaya koyan bir araştırma yaptı.
Amsterdam'a giden Özdemir, orada yaşayan Türk vatandaşlarının görüşlerini şöyle aktarıyor:
İki ülke arasındaki krizin Hollanda'da yaşayan Türk seçmenleri nasıl etkilediğini sormak için Amsterdam'ın batısında, şehir merkezine tramvayla 15 dakika uzaklıkta bulunan Mercatorplein'a gidiyorum.
Esnafla sohbet ettikten sonra Türklerin kahvesi olarak bilinen bir cafeye giriyorum.
Kahvedekilere Hollanda seçimleri ve hafta sonu yaşanan olaylarla ilgili ne düşündüklerini sorduğum anda hararetli bir tartışmanın ortasında buluyorum kendimi.
Aldığım ilk cevap, "Hollanda ve Türkiye için hayırlısı olsun" ifadesi oluyor.
Ardından bir başkası heyecanlı bir şekilde araya giriyor ve polisin eylem düzenleyen Türklere müdahalesinden bahsederek kendini artık güvende hissetmediğini ve tedirgin olduğunu söylüyor.
İki ülke arasında yaşanan diplomatik kriz nedeniyle Rotterdam'da Türklerin düzenlediği eylemlerde, Hollanda polisinin tuttuğu bir köpeğin protestocuyu ısırdığı kare ise herkesin hafızasına en çok kazınan fotoğraf olmuş.
O kare, ülkenin en önde gelen sağcı gazetelerinden De Telegraaf'ın da "Burada patron biziz" manşetiyle Pazartesi günkü kapağındaydı.
"Bizim o köpek kadar değerimiz yok" diyor birisi hemen araya girerek.
Kahvedekilerden en az 20 yıldır Hollanda'da yaşayan çoğu Türk, yıllardır her şekilde göçmen olduklarının kendilerine hissettirildiğinden ve şartların iyi olmadığından bahsediyor.
"Ne yaparsan yap hiçbir zaman Hollandalı olamazsın" diyor biri içini çekerek...
Tartışma, kahveden bir kişinin, "Bunların hepsi siyasi bir oyun. Hollanda'nın ilk baştaki onca diplomasi çabasına rağmen Türkiye neden siyasetçilerini gönderiyor? Bunu bile bile neden yapıyor? Hollanda'nın bu kadar sert tepki vermesinin nedeni ise Başbakan Rutte'nin Wilders'tan (aşırı sağ cepheden siyasetçi Geert Wilders) oy çalmak istemesi. Göçmen karşıtlığı da tamamen ekonomik sebeplerden. Bir sor bakalım, buradakiler bir vatandaşlıklarından vazgeçecek olsalar Türk pasaportlarından vazgeçerler" demesiyle alevleniyor.
Kahvede geri kalanların hemen hemen hepsi karşı çıkıyor bu açıklamaya. Herkes, bir fırsatını bulsa anında Türkiye'ye döneceğinden, Türkiye kadar güzel başka bir ülke olmadığından, kesinlikle Türklüklerinden vazgeçmeyeceklerini anlatıyor.
Çoğu kişi ise Türkiye'nin son 10 yıldaki büyüme performansını kıskanan Avrupa'nın Türkiye'yi bölme isteği yüzünden bu olayların yaşandığı görüşünde.
Haftalık De Groene Amsterdammer dergisi yazarı gazeteci Tan Tunalı'ya göre ise iki ülke arasındaki diplomatik gerginliğin bu kadar tırmanmasının sebebi Hollanda'daki seçimler.
Hollanda'nın son yılların en büyük diplomatik krizini yaşadığını vurgulayan Tunalı, hükümetin Wilders'ın İslam ve göçmenlik karşıtlığından faydalanmasını istemediğini anlatıyor.
Tunalı'ya göre sokaklarda böylesi bir şiddetin yaşanması çok sık görülen bir şey değil.
Genç gazeteci, yaşanan bu krizde Hollandalıların genelde hükümete destek veren bir tutum takındığını açıklıyor.
De Telegraaf gazetesinin kapağının medyaya hakim olan Türk karşıtlığının bir göstergesi olduğunu söyleyen Tunalı'ya göre, seçimlerde öne çıkan konu başlıkları göç ve Hollandalı kimliği.
Mültecilik başvurusunda bulunanların sayısında yaşanan artışın toplumda bir kutuplaşmaya yol açtığını söyleyen Tunalı, Hollandalı siyasetçilerin göçmenleri bir vatandaş gibi hissettirmekte başarılı olamadığını söylüyor.
Bu yüzden Tunalı'ya göre, Türklerin oylarını İşçi Partisi'nden ayrılarak kurulan ve liderliğini Tunahan Kuzu'nun yaptığı DENK Partisi'ne kaptırmış vaziyetteler.
Mercatorplein'daki kahvedekilerin çoğu da Türk siyasetçilerin liderliğini yaptığı DENK'e oy vereceklerini söylüyor.
Kahvede konuştuklarım seçimlerden sonra ortalığın sakinleşeceği ve her şeyin eskisi gibi olacağı konusunda hemfikir.
Bir yandan çay içer, bir yandan sohbet ederken kahveye bir genç giriyor. Okey oynayanların soruları üzerine seçimlerle ilgili düşüncelerini açıklayan genç, "Erdoğan'ın izindeyiz" diyor ve ekliyor:
"İyi ki o bayan bakanı sınır dışı ettiler. Eğer bunu Erdoğan'a yapsalardı, Almanya, Fransa, her yerden bütün Türkler Hollanda'ya akardı, buna dua etsinler."
Bir Kayserili'den Türkiye'deki köyü kadar hiçbir yerin güzel olmadığını ve Hollandalıların göçmenlere her zaman ayrımcılık uyguladığını dinlerken, arkamda oturan Süleyman Dede kulağıma fısıldıyor:
"Kızım sen dinleme onları, madem öyle sorsana neden memleketlerine dönmüyorlar?"
Kahvedekiler dedeye gülerek, "Öyle gizli gizli konuşmak olmaz, yüksek sesle konuş. Zaten aynı Kılıçdaroğlu gibi konuşuyorsun" diyorlar.
Şakalaşmaların ortasında kahveden çıkarken neredeyse 100 yaşında olan Süleyman Dede bana eşlik ediyor; "Bakma sen onlara, burada herkesin keyfi yerinde. Yoksa neden dursunlar? Hastayız, yürüyemiyoruz diye bizim evimize asansör inşa ettiler, Türkiye'de yapmazlar bunu. Burada hasta oldun mu çok iyi sağlık hizmetleri, bize çok iyi bakıyorlar" diyor.
Geniş caddeleri olan, büyük parkların bulunduğu, kimi dükkanların Türkçe isimlere sahip olduğu mahallede yürürken karanlık basıyor yavaş yavaş...
Tam o sırada, Türk bayraklarına sarınmış, 17-18 yaşındaki gençler, "Faşist Hollanda, sabrımızı taşırma", "Ne mutlu Türküm diyene", "Recep Tayyip Erdoğan" sloganları ve tekbir sesleri ile ilerliyor.
Bisikletleriyle sokaktan geçen Hollandalıların şaşkın bakışları arasında yürürken mahallenin meydanında mola veriyorlar.
Gençlerden röportaj istediğimde ise söyledikleri her şeyi basının yanlış yazdığını belirterek şiddetli bir şekilde bu talebime karşı çıkıyorlar.
Havva adındaki bir genç yanıma gelip "Hollanda basını o kadar faşist ki genel olarak medyaya konuşmak istemiyoruz, bunu yazabilirsin işte" diyor.
Tam o sırada bisikletiyle yoldan yürüyerek geçen bir Türk kadın ise "Sokakta bağırmak çözüm mü ki?" diyor gençlere.
Gençler, slogan atarak yoluna devam ederken biz sohbet ediyoruz:
"Erdoğan bugün ne güzel konuştu, biz bunu da yeneceğiz, devletimiz kuvvetlidir, ama sokakta bağırmak çözüm değil."
Bugüne kadar sadece birkaç defa 'pis Türk, defolun gidin' sözü duyduğunu, bunun dışında hiç dışlanmış hissetmediğini söylüyor:
"Eğer bundan sonra dışlanmış hissedersem de çok üzülürüm, kalbim kırılır."
Hiç Hollanda'dan gitmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumda ise şu cevabı veriyor:
"Dört yaşımdan beri buradayım ben. Artık burası benim ülkem olmuş. Nereye gideyim?"