Hrant bu kitabı sevmezdi

Kürşat Bumin25 Ocak 2011 YenişafakCengiz Çandar aktarıyordu geçen gün (21/01/2011): "...Hrant'ın kardeşi Hosrof (Orhan Dink)'e sordum. 'Çok yeni, daha önce hiç bilinmeyen ve önemli yeni bulgular olduğunu' teyit etti. Avukat Fethiye Çetin ise kinayeli bir havadaydı. 'Bu bilgilerin, başından beri devlet kurumlarının elinde olduğu anlaşılıyor. Cinayetin aydınlatılması için sunacaklarına, anlaşılan, gazetecilere kitap yazdırmak için tutmuşlar' dedi."

 

Hosrof kusura bakmasın ama, Çandar'ın hakkında fikirlerini aldığı Adem Yavuz Arslan'ın "Bi Ermeni Var..." başlıklı kitabını gözden geçirdiğimde ben de Fethiye Çetin gibi düşündüm.

 

Piyasaya yeni sürülmüş bu kitap çok zor okunuyor. Söz konusu zorluk konunun ağırlığından kaynaklanmıyor. Zor okunuyor, çünkü kitabın bir sistematiği yok her şeyden önce. Birçok ifade tutanağı ve bunların aralarına sıkıştırılmış yerli-yersiz pek çok yorumdan oluşan bir kitap bu. Daha da önemlisi, kitabın sonuna geldiğinizde Hrant Dink Cinayeti'nin artık herkesin dilinde olan Emniyet Teşkilatı içindeki "çekişme"de taraf olduğu iddia edilen cenahlardan birinin açısından nasıl değerlendirildiğine şahit oluyorsunuz.

 

Yani özetle, Hrant Dink Cinayeti'nin aydınlatılmasına katkı sağlayacak bir kitap değil bu. Başka bir amaçla yazılmış sanki...

 

"Esrarlı sözler" ettiğim kanaatine varılmasın. Okuduğunuzda siz de göreceksiniz ki, bu kitap bugüne kadar cinayet dosyasında adı geçen bazı kişi ve kurumları "temize çıkartmak", bazılarını ise doğrudan işaret etmek amacıyla yazılmış.

 

Mesela cinayete ilişkin adları geçen üç kurum: Polis, Jandarma ve MİT. Kitap bu üç kurumu da –şöyle bir- gözden geçiriyor. Varılan sonuç ise şöyle: "Polis"in de ihmalleri vs var ama bu polis İstanbul Polisi. Hatta "İstanbul Polisi"nin tamamı da değil, oranın istihbarat dairesinin başındaki kişi... (dönemin İstanbul Emniyet Müdürü'ne de söz yok; o sadece "yanıltılmış" durumda) Ayrıca, İstihbarat Daire Başkanlığı gibi yine "Polis"in içinde yer alan ve bugüne kadar suskunluğunu korumuş olan önemli birimin de hiçbir günahı yok... (Özellikle bu kurumun hiçbir günahı yok!) MİT derseniz, bu kurumun sorumluluğu-sorumsuzluğu da bazı kişilerle sınırlı. Tahmin ettiğiniz gibi geriye kalıyor "Jandarma". Ve yine kolaylıkla tahmin ettiğiniz gibi, Trabzon'da Rahip Santora cinayetiyle başlayıp, Hrant'ın canını aldıktan sonra Malatya'da "Zirve" yapan bütün bu "misyonerlikle mücadele" bahanesiyle işlenen cinayetler "Jandarma" ve onun içine sızan grupların eseri. Kitap kendisini (kimilerini) açıkça işaret etme ve (kimilerini) koruma amacına kaptırmış ki, dönüp dolaşıp Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından hazırlanan raporun –ve de müfettişlerin- hatalarından ve "ideolojik kimlikleri"nden söz ediyor.

 

Oysa Hrant'ın eşi Rakel Dink tarafından Başbakanlık makamına yazılan dilekçede "... İstanbul'daki soruşturmadan, Erhan Tuncel'in cinayet planının ayrıntılarıyla ilgili bilgiler verdiği ve cinayeti işleyenlerin telefonlarının dinleme kayıtlarının Ankara'nın bilgisi dahilinde olduğunun anlaşıldığı, ancak buna rağmen cinayeti önlemek ve Hrant Dink'i korumak için İstanbul ve Trabzon'da olduğu gibi Ankara'da da hiçbir önlem alınmadığı bu nedenle Ankara'da da bir soruşturma açılarak sorumluların bulunmasına" yönelik bir talep dile getiriliyordu.

 

Ayrıca Fethiye Çetin'in Adem Yavuz Arslan'a yaptığı şu açıklama da kitapta yer alıyor: "Bir hesaplaşma var. Devlet içinde gruplaşmalar var. Hatta bir grup içinde bile var. Emniyet'in içinde dahi. Gruplaşma ve hesaplaşma var..."

 

Bana göre, "Bi Ermeni Var..." başlıklı kitap da Çetin'in işaret ettiği bu "gruplaşma" ve "hesaplaşma" dışında yer almıyor.

 

Bu "dağınık" ("ama hesaplı" diyelim!) kitabı sayfaları çevirerek değerlendirmek içimden gelmiyor doğrusu. Bu işe ayıracak zamanım olmadığı gibi, hevesim de yok. Ama buna rağmen "tadımlık" kabilinden kitabın bir bölüm başlığını hatırlatmak ve birkaç söz söylemek isterim yine de. Söz konusu başlık şöyle: "Bayram değil seyran değil nerden çıktı bu misyonerlik?"(!) Kitabın bu soruya verdiği cevabı tahmin ediyorsunuzdur; tabii ki MGK ve sonrasında Jandarma'dan çıktı. Yalan değil, MGK ve Jandarma'nın özellikle bir dönem "misyonerlikle mücadele"ye kafayı iyiden iyiye taktığını biliyoruz. Ama söyleyin: "Misyonerlik" meselesine aynı zamanda ve dönemde "muhafazakar" olarak nitelenen medya da en az MGK kadar ilgi göstermiyor muydu? MGK-Jandarma, Rahşan Ecevit ve Ulusalcılar ve Muhafazakar-Milliyetçi medya "misyonerlikle mücadele" meselesinde aynı cenahta yer almıyorlar mıydı? Adem Yavuz Arslan'ın bu konuya ilişkin yayınlara Ankara temsilcisi olarak görev yaptığı Bugün gazetesinin arşivinden de ulaşabileceğini düşünüyorum.

 

Okuyabilseydi Hrant'ın da sevmeyeceğinden eminim bu kitabı...