Sayın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yetkilileri,
Yüksek mahkemenizi ikinci bir savunma yollayarak fazladan meşgul ettiğimiz için özür dileyerek başlamak isterdik. Fakat özür dileyemiyoruz. Çünkü Türk özür dilemez. Biz de, Türkler adına Anadolu ve Trakya’dan oluşan bir ülkeye hükmettiğimiz için, haliyle, özür dileyemiyoruz. Aksi halde milletimizin değerlerine ters düşerdik.
Hrant Dink adlı yurttaşımız maalesef çoğumuzun öngöremediği bir şekilde, menfur bir suikastla aramızdan ayrılmayı tercih etmiştir. Bu asla devletimizin kendisine tebliğ ettiği veyahut kendisini mecbur bıraktığı bir davranış değildir. Tehcire gönderilmemiş, yurtdışına sürülmemiş, nüfus kâğıdı iptal edilmemiş, malına mülküne el konmamıştır.
Sözü edilen suikasta varan süreç içerisinde çeşitli yayın organlarında kendisini uyarmaya yönelik yayınlar yapılmış, hattâ devletimiz bizzat kendisini İstanbul Valiliği makamına çağırarak, başına gelebilecekler konusunda titizlikle uyarmıştır. Bu uyarılar karşısında Hrant Dink, “O halde beni koruyun” dememiş, günah bizden gitmiştir. Devletimiz yurttaşların kişisel tercihlerine saygılıdır. Dolayısıyla Hrant Dink’e herhangi bir zamanda sokak ortasında vurulabilir normal vatandaş muamelesi yapılmıştır.
Hrant Dink hakkında açılan davalar genellikle onun söylemediklerini söylediği, yazmadıklarını yazdığı iddialarına dayanmıştır. İlk bakışta anti-demokratik ve insan haklarına aykırı görülebilecek bu durumun esas nedeni, ülkemizde fikir özgürlüğüne gösterilen saygıdır. Zira eğer Hrant Dink hakikaten söylediklerinden, yazdıklarından ötürü yargılanıp mahkûm edilmiş olsa, bu düşünce özgürlüğüne aykırı olmaz mıydı?
Devletimiz bütün bu süreç içinde, Hrant Dink’i uyarmak için âdetâ seferber olmuştur. Devletin onca karanlık işini yürütmekle meşgul fedakâr gladyo görevlilerimiz, Anadolu şehirlerinde kitle katliamları tertiplemekle görevli faşistlerimiz, işlerini güçlerini bırakıp duruşmalara gelerek, Dink’i uyarmayı vazife bilmişlerdir. Fakat maktul, devamlı duruşmalara gidip yargılanmakta ısrar etmiştir.
Sayın Avrupalılar, bizde devletin bekâsı esastır. Bu yüzden, yazdığını tam tersinden okuyarak Hrant Dink’e verilmiş “Türklüğü aşağılama” cezasına da bu esasa girerek bakmak gerekir. Hâkimler yazılanı tersten okumuş olabilirler, fakat mahkeme kararlarına ve yargı bağımsızlığına saygı, biz Türklerde Orta Asya’dan beri devam eden bir gelenektir.
Şüphesiz bütün bu haklı konumumuza rağmen, İstanbul’un göbeğinde sokak ortasında işlenmiş bir cinayet hakkında bizden izahat istenmesini sineye çekmek zorundayız. Çünkü ülkemiz sınırları içinde her şeye hâkim olan devletimiz ne yazık ki, içimizden birilerinin, ötekilere sormadan böyle bir eylemde bulunmasının yarattığı dağınıklık manzarasından mustariptir. Nitekim Göktürk devleti de iç çekişmelerden ötürü yıkılmıştır.
Hrant Dink cinayeti hakkında, bildiğiniz gibi, derhal dava açılmış, katiller yakalanmış, o anda ne gerekiyorsa yapılmıştır. Fakat, sayın yargıçlar, daha ikinci adımda görülmüştür ki, bazı devlet görevlileri, katille poster fotoğrafları çektirip etrafa dağıtmakta, “bu iş bizim işimiz” demektedir. Buradan hareketle görülen lüzum üzerine, olayla uzaktan yakından ilişkisi bulunabilecek bütün devlet görevlileri koruma altına alınmış, bu tür heyecanlı tepkiler göstermelerine engel olunmuştur. Cinayetin işleneceğini önceden bilen, katillere yardım ve yataklık eden, belki emir veren, onları yönlendiren, önlerini açan, cinayet soruşturmalarının minnacık bir çerçevede tıkanmasını sağlayan devlet görevlilerinin hepsini soruşturmaya kalksak, bu cinayetin altından çıkacak manzara, devlet geleneğimiz ve milletimizin değerleriyle uyuşmamaktadır. Devlet geleneği iki bin, kara ordusu üç bin, polisi beş bin, jandarması sekiz bin yıllık geçmişe dayanan bir devlet olarak, âdetâ bu cinayetin devlet içinden planlandığı ve yürütüldüğü gibi bir görüntüye tahammül edemeyeceğimiz ortadadır.
Gerçi şu andaki hükümetimiz, devletin içindeki başına buyruk silahlı örgütlenmeleri yok etmeye çalışmaktadır. Böylece devlet artık hükümete danışmadan insan öldürmeyebilecektir. (Çayırda dolaşırken, kırda piknik yaparken veya evinin önünde otururken vurulan Kürt çocukları gibi istisnaların konu dışı olduğu açıktır.) Hrant Dink cinayetine karışmış devlet görevlileri şayet bir-iki kişiden ibaret olsa, size garanti veriyoruz ki, bunları yakalarından tutar, ithalatına yeni yeni başladığımız adaletin önüne çıkarırdık. Fakat sayın mahkeme, bu işin içinde o kadar çok polis ve asker, sonradan onları koruyan kollayan o kadar çok yargı mensubu, velhâsıl o kadar çok devlet görevlisi vardır ki, bunları tutup yargı önüne çıkarmak, âdetâ, Hrant Dink suikastından ötürü devleti yargılamak gibi olacaktır. Ki şu anda bu zorunlu ifadeyi kaleme alırken bile ellerimiz titremekte, dizlerimizin bağı çözülmektedir. (“Size ne oluyor?” demeyin. Biz elbette bu devleti değiştirmeye çalışan bir hükümetiz ama elimizde de başka devlet yok. Toptan kaldırıp atamayız; di mi?)
Suikastlardan, katliamlardan, tertip ve komplolardan, işkencelerden, yurttaşların gelişigüzel öldürülmesinden ve suçlu devlet görevlilerinin korunması-kollanmasından ötürü Türkiye Cumhuriyeti devletini bizzat Türkiye Cumhuriyeti’nde yargı önüne çıkarmak, maalesef devlet geleneklerimize ve milletimizin değerlerine uygun düşmemektedir. (Siz, daha önceki davalarda olduğu gibi, uygun bir tazminata hükmedin, neyse ödeyelim, bitsin. Devletimiz ilk defa mı cinayet işliyor! Kusura bakmayın ama siz de amma büyüttünüz!)
Saygılarımızla...(Taraf - Ümit Kıvanç -21 Ağustos 2010)