12 Eylül askeri darbesinin ardından kurulan sıkıyönetim mahkemelerinde görev yapan, Barış Derneği Davası’na bakarken, uygulamalarıyla tarihe geçen Atilla Ülkü yaşamını yitirdi. Eski İstanbul Barosu Başkanı, hukukçu Turgut Kazan, Ülkü’yü ve o dönemki uygulamalarını, “Bu hâkim, Atilla Ülkü, bugün hâkim sayılamayacak hâkimlerden, bunların arasındaki en kötü örnekten bile daha kötüydü. Hiç hukuk, yasa tanımayan bir isimdi. Ölüm haberi üzerine ‘değerli hukukçu’ demişler televizyonda. Bizim arkadaşlar çıldırıyor. Hukukçu değil. Tam bir sol düşmanı. Sol eğilimli kim varsa onu vatan haini sayardı” sözleriyle anlattı.
12 Eylül askeri darbesinin ardından, cumhuriyet tarihine geçen çok sayıda yargılama yapıldı. Bu davalarda yaşanan hak ihlalleri, mahkeme heyetlerinin tutumu yıllarca konuşuldu, kitaplaştırıldı.
Bu davalardan en ünlülerinden biri de Barış Derneği davasıydı. 1977'de Mahmut Dikerdem'in öncülüğünde kurulan Barış Derneği ile ilgili olarak darbeden hemen sonra soruşturma açıldı. Soruşturma iki yıl sürdü. Bu süreçte dernek yöneticilerinin tutuklanması talepleri iki kez reddedildi. Ancak askeri savcılık, soruşturmayı sürdürdü.
23 Şubat 1982 tarihinde dernek yöneticilerinin tutuklanmasına karar verildi. Bu kararın ardından dernek başkanı Mahmut Dikerdem, İstanbul Barosu başkanı Orhan Apaydın, Türk Tabipleri Birliği başkanı Erdal Atabek gibi isimlerin de aralarında olduğu 44 kişi gece yarısı yapılan operasyon ile evlerinden alınarak cezaevine gönderildi. Tutuklamaların hemen ardından Barış Derneği Davası görülmeye başlandı. Yargılananlar arasında söz konusu isimlerin yanında şair Ataol Behramoğlu, İstanbul Belediye Başkanı Ahmet İsvan’ın eşi Reha İsvan, Gazeteci Ali Sirmen, yazar Oya Baydar, sanatçı Ali Taygun, Kemal Anadol gibi isimler de vardı. Mahkemenin başkanı ise bu davada yaptığı uygulamalarla tarihe geçen, o zamanki rütbesiyle Hâkim Binbaşı Atilla Ülkü’ydü. Sanık ifadelerini altı ayda alan, bu süreçte tahliye kararı vermeyen, tartışmalı çok sayıda karara imza atan Ülkü, davayı da mahkumiyetle sonuçlandırdı. Yargılamalar, temyiz süreçleriyle 1991’e kadar sürdü ve beraatle sonuçlandı. 1984’te davanın sanıkları Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.
Hukukçu Turgut Kazan, o dönem Barış Derneği davası sanıklarının avukatlarındandı. Kazan, yargılama sürecini ve Ülkü’nün uygulamalarını şöyle anlattı:
“Bir ölüm olayının ardından konuşmak insana aykırı gelse de yine de unutmamak gerekiyor yapılanları. Bu hakim, Atilla Ülkü, bugün hakim sayılamayacak hakimlerden, bunların arasındaki en kötü örnekten bile daha kötüydü. Hiç hukuk, yasa tanımayan bir isimdi. Sanıklar o dönem, bu ülkenin seçkin aydın insanlarıydı. Sanıklar, biz, eşim dahil, rüyalarımızda görürdük Atilla Ülkü’yü. Hep onunla yaşadık. 12 Eylül sürecinde o bizim hayatımızın parçası olmuştu. Çok zorlu bir süreçti. Barış Derneği Davası, Kenan Evren ve beşli çetenin yoğunlaştığı bir davaydı. Baskı dolu bir süreçti. Hukukçu dostum Çetin Özek ve ben, dosyaya hakimdik. Çok meslektaşımız vardı ama daha çok ikimiz dosyaya hakimdik ve süreci yürütüyorduk. Yan yana oturuyorduk duruşmalarda. Bir gün adam (Atilla Ülkü) taktı kafaya bizi. ‘Bunlar ayrı ayrı otursun’ dedi. Ben Çetin Özek’e mesela diyordum duruşmada ‘sen mi yanıtlarsın ben mi yanıtlayayım’. Bu kadar. Sadece bunun için rahatsız oldu. Ayrı ayrı oturduk böyle deyince. Alttan aldım, ‘duruşmada konuşmayız’ dedim ama ‘hayır ayrı ayrı oturacaksınız’ dedi. Ben de ‘siz üstümüz değilsiniz, biz avukatız. Kimin kimle oturacağına biz karar veririz’ dedim. ‘Atın’ dedi. Ben Çetin Özek’i erlerin ellerinin üzerinde gördüm, öyle atıldı. Kendim o hengamede nasıl gönderildim hatırlamıyorum. Bütün izleyiciler, gazeteciler dışarı çıktı bunun üzerine. Böyle bir insandı.
Garip davranışları vardı. Bir gün gidersiniz, Genelkurmay’dan belge istemiş, Deli Petro’nun vasiyetnamesini okuyor duruşmada. Orhan Apaydın, Ali Sirmen ile ne ilgisi var. Bir gün gidiyorsun Nazım Hikmet’in kitapları diyor. Ara kararda da yok bunlar. Şimdi ölüm haberi üzerine ‘değerli hukukçu’ demişler televizyonda. Bizim arkadaşlar çıldırıyor. Hukukçu değil. Tam bir sol düşmanı. Sol eğilimli kim varsa onu vatan haini sayıyor. Bütün arkadaşlarımız dondu kaldı. Barış Derneği Davası’nda mahkumiyet ve tutuklama kararlarını verdi. Mahmut Dikerdem sondayla geliyordu duruşmaya o zaman. Söylediklerini de tutanağa geçirmezdi.
Beni Nimet Baş’ın başkanı olduğu TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na davet etmişlerdi. Orada, ‘sıkıyönetim mahkemeleri bugünkünden iyi diyorlar, ne diyorsunuz’ diye sordular. Ben o bu yargıçların unutulmaması gerektiğini söyledim. Sıkıyönetim mahkemelerinde adalet falan olmazdı. Doğru soru şudur. Hangisi daha kötüydü diye sorulmalıdır. Ben 12 Eylül yargılamalarını yaşadım ve daha kötüsünün olamayacağını düşünüyordum. Özel yetkili mahkemeleri görünce kötünün kötüsü her zaman olurmuş dedim. Bunlar sıkıyönetim mahkemelerinden daha kötü dedim.
HSK Başkanvekili olduğu dönemde Mehmet Yılmaz aradı bir yazım üzerine, ona da ben her sabah evden çıkarken eşimin gözündeki korkuyu görüyorum diye anlattım özel yetkili mahkemeler kapatıldıktan sonra kurulan mahkemeleri. ‘Özel yetkili mahkemelerden daha kötüsünü yarattınız’ dedim. Özel yetkili mahkemeler mesela mahkumiyet kararı verebilmek için delil üretiyorlardı. Biz de o delillerin sahteliğini anlatmak imkanı buluyorduk. Mesela Dursun Çiçek olayı. Erzincan’da otelde kaldığını ve darbeyi planladığını söylüyordu o zamanki savcı Osman Şanal… Biz sisteme girdik, SGK’lı, 40 yaşında bir Dursun Çiçek çıktı otelde kalan. İddianameye konu ettikleri asker olan Dursun Çiçek, İstanbul’da tutuklu o sırada. Sahte delili çürütebiliyorduk bu şekilde. Ama şimdiki mahkemelerde ne yapabiliriz. Ortada delil yok. Bunu anlattım. Bu yargıç ise bugünkü en kötülerden bile daha kötüydü.”