Adalet Bakanı Abdülhamit Gül, Yargı Reformu Stratejisi Belgesi’ni açıkladı. Gül, İstinaf Mahkemeleri ile ilgili düzenlemelerin öncelikler arasında yer aldığını söyledi. Hukukçular, İstinaf Mahkemeleri ile ilgili düzenlemelere öncelik verilirse, eski Cumhuriyet gazetesi çalışanlarına tahliye yolu açılabileceğini değerlendirdi.
Sözcü’den Ümit Türk’ün haberine göre, Yargı Reformu Strateji Belgesi’nde, yapılacak değişikliklerin en önemlilerinden birisini, istinaf mahkemesi yargılamasında, haklarında 5 yılın altında mahkumiyet kararı bulunanlara Yargıtay’a temyiz yolunu kapatan Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki (CMK) hüküm oluşturuyor. Belgede “Bölge adliye mahkemelerince istinaf incelemesi sonucunda verilen kararların kesinlik sınırının, ifade özgürlüğünü ilgilendiren maddeleri açısından yeniden belirlenmesi öngörülmektedir. Böylelikle, kararların Yargıtay tarafından da incelenmesi sağlanarak, bireylere ek bir güvence getirilmesi amaçlanmaktadır” deniliyor.
Söz konusu düzenleme, Cumhuriyet gazetesi davasında yargılanıp 5 yılın altında ceza alan gazetenin eski yazar ve yöneticilerini de yakından ilgilendiriyor. Bu kapsamda cezaları istinaf mahkemesinde kesinleşen eski Cumhuriyet çalışanları; Güray Öz, Önder Çelik, Musa Kart, Hakan Kara, Mustafa Kemal Güngör ve Emre İper, Nisan ayında yeniden cezaevine girdi. Bakan Gül’ün dediği gibi istinafla ilgili bölüme öncelik verilirse, Cumhuriyet Gazetesi çalışanlarına “tahliye” yolu açılacak.
Eski Cumhuriyet çalışanlarının avukatlarından Tora Pekin; “Strateji Belgesinde, ifade özgürlüğü davalarında istinaf dışında Yargıtay'da temyiz hakkı tanınacağı yazılı. Bunun yasadan kaynaklanan ve Cumhuriyet gazetesi davasında görünür hale gelen bir haksızlığı sona erdirmeye yönelik olduğu anlaşılıyor.” dedi.
Reformu olumlu bulduğunu belirten avukat Pekin “Biliyorsunuz bu davada beş yıldan az ceza alan altı arkadaşımızın cezası kesinleştiği için şu anda Kocaeli cezaevindeler. Beş yılın üstünde ceza alan arkadaşlarımızın cezası ise Yargıtay incelemesinde, yani kesinleşmedi. Adalet Bakanı Strateji Belgesi’ni yorumlarken bunun düzeltileceğini de söyledi. Şimdi mesele bu niyetin hayat bulmasında. Bunun da yolu Ceza Muhakemesi Kanununun 286. maddesinde gerekli değişikliğin yapılmasından geçiyor. Ama düzenlemenin kapsamını ifade özgürlüğü davalarından ibaret tutmak yanlış ve eksik olacaktır. Hiçbir davada aynı suçtan yargılanan insanların bir kısmına temyiz hakkı tanınması, bir kısmına tanınmaması kabul edilemez. Üstelik ifade özgürlüğü bizim yargıçlarımız için fevkalade soyut bir kavram. Onlara bakılırsa zaten kimse gazetecilikten ceza almıyor. Bu nedenle yasa görüntüyü kurtarmak için değil, gerçekten yarattığı haksızlıkları ortadan kaldırmak için değiştirilmeli. Şunu da hatırlamalıyız. Cumhuriyet gazetesi davasında verilen mâhkumiyet kararı için “haksız, hukuksuz” tanımlaması bile yetmez. Vicdanları kanatan, siyasi, keyfi bir karardır ve asıl kaldırılması gereken de bu karar ve bu kararı veren yargıç zihniyetidir.” diye konuştu.
Eski İstanbul Barosu başkanlarından avukat Turgut Kazan ise reformdaki ‘istinaf’ detayıyla ilgili “Zaten yapılması gerekendi. Kanun düzenlemesiyle çözülmesi gereken bir şeye Adalet Bakanlığı yeşil ışık yaktı. Bir eylem daha ağır nitelikli suç sayılacak ve Yargıtay incelemesini yapacak. Daha hafif bir suçun ise infazı yapılacak. Akla mantığa ve vicdana uymaz. Bu insanlar bayrama cezaevinde girdi. Hakan Fidan için bir gün de yasa değiştiği ise Adalet Bakanlığı düzenlemeyi acilen uygulamalıdır” yorumunda bulundu.
“Yargı Reformu Stratejisi Belgesi Cumhurbaşkanı’na aslında hukuksal açıdan çok uzak bir belgedir.” diyen Avukat Celal Ülgen ise şu tespitlerde bulundu; “Cumhurbaşkanı tarafından açıklanmıştır ama açıklanan bu hukukta reform köşe taşlarının ne olduğu hem Cumhurbaşkanı tarafından ve hem de bu belgeyi hazırlayarak eline tutuşturanlar tarafından bilinmemektedir. Karma ve yüzeysel değişiklikler, yenilenmeler öneren bu paketin köklü bir demokratik paket olmadığını vurgulamak gerekir. Bu reform paketi ile düşünce özgürlüğü geliyor mu? Hayır. Düşünce Özgürlüğüne hapis cezası yerine başkaca alternatif yaptırımlar geliyor. Tam anlamıyla bir düşünce özgürlüğü gelmiyor. Bu konuda Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu kapsamında da bir yenilik yok. Belki hapis cezası yerine elektronik kelepçe ile evde ceza çekme yöntemi gelebilir. Bunu da reform saymak hukuka haksızlık olur.”
HSK’nın yapısının değişmediğine dikkat çeken Ülgen sözlerini şöyle sürdürdü; “HSK'nın yapısı değişiyor mu? Hayır değişmiyor. Adalet Bakanı; “Bizden önceki iktidarlarda da Adalet Bakanı HSK başkanıydı” diye bir savunma mekanizması çalıştırıyor ama o dönemde Partili Cumhurbaşkanı yoktu. Erkler ayrılığı sistemi kör topal da olsa işliyordu. Hâkim güvencesi bu kadar yerlerde sürünmüyordu. Siyasi iktidar reform yapacaksa önce Hukukun Üstünlüğü ilkesini hayata geçirecek adımlar atmalı. HSK ve yüksek Mahkeme Yargıçlarının bağımsızlığı sağlanmalı, atanan yargıçlar için kalıcı ve tutarlı teminatlar verilmeli. Bu ülkenin Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Sayıştay ve Danıştay gibi yüksek mahkemelerine yeni kimlik ve yeni özerk içerikler kazandırmalı. Yoksa “reform yapıyorum” demekle reform olmaz hukukta. Ülkemizin çocuk gelinler sorunu olduğunu hep konuşurduk. Bugün adaletin de çocuk hâkimler sorunu var. Yargıç kimliğine kavuşmak o kadar kolay değildir. Hukuk nosyonunun edinilmesi, bağımsız ve tarafsız olmalarının sağlanması, tarafsızlığını karşı tarafa da hissettirmenin bir erdem olduğunun farkına varılması zamanla olan şeylerdir. Yoksa avukata yeşil pasaport vermekle, ‘düşünceden ceza evinde kimse yatmayacak’ demekle bahar gelmez. Düşünce suçu olmayacak diyebiliyor musunuz? Yargı üzerindeki iktidar baskısını yok edecek bir sistemi getirebiliyor musunuz? Hayır. Bir yanda medya ve mahkemeler arka bahçem olsun, istediğimi yaptırayım diyorsanız. Zaten demokrasi dışındasınız. Yargı Reformu Strateji Belgesi içinde herhangi bir af düzenlemesi görünmüyor. Ancak buna karşın İstanbul seçiminin yenilenmesinden sonra af niteliğinde bir düzenleme yapılacağı seçim yatırımı olarak söyleniyor. Bunun bir af olmadığı bazı suç türleri için salt ceza indirimi yapılacağı öngörülüyor. Süre henüz belli değil.”
Avukat Ramazan Bulut ise İstinaf Mahkemeleri kurulurken amacın Yargıtay'ın iş yükünü hafifletmek olduğunu hatırlattı ve “Evet amaç bir yönden hasıl oldu. Yargıtay'ın iş yükü hafifledi; ama vatandaşın yaşam yükü ağırlaştı.” tespitinde bulundu.
“Ortada bir nispetsizlik var. İstinaf Mahkemeleri üç kişilik bir heyetten oluşurken Yargıtay daireleri 5 kişilik bir heyetten oluşuyor.” diyen Bulut, “Yani daha az suçluya bir denetim hakkı verilmişken daha ağır suçluya iki denetim hakkı verilmiş. Oysa İstinaf Mahkemelerini onayladığı ve infaza dönüşen bu kararlarının bir çoğu belki de Yargıtay'ca bozulacaktır. Çünkü İstinaf Mahkemeleri'nin onayladığı birçok karar Yargıtay kararları ile uyuşmamakta. Yani ilk bakışta bile bu nicelik farkı daha iyi bir denetimin göstergesi. Kaldı ki, Yargıtay geçmişi çok eskilere dayandığından şöyle veya böyle oturmuş bir düzeni ve içtihatları var.” Dedi.
Bulut, “Oysa 3 kişilik bir heyetten oluşan İstinaf Mahkemeleri henüz yeni olduğu gibi beslenecekleri bir bilgi bankaları da yok. Ancak en önemli konu da pakette gündeme gelen ceza sınırının 5 yıldan 2 yıla çekilmesi. Hâlilazırdaki düzenlemede ceza yargılamasında 5 yıl ve altında ceza alan bir kişinin sadece istinaf hakkı var. Yani bir üst denetim organı olan Yargıtay'a gitme hakkı yok. Yargıtay'a gidebilmesi içi 5 yıl+1 gün şartını sağlaması gerekiyor.” Diye konuştu.
Söz konusu ‘çelişkiyi’ örnekle açıklayan Avukat Bulut, “Bir dava düşünün ki bir kişi silahlı terör örgütüne üyelikten asgari ceza olan 6 yıl 3 ay ceza alıyor. Bir diğeri ise örgüte üye olmamakla birlikte yardım suçundan 3 yıl ceza alıyor. İstinaf mahkemesi her iki cezayı da onayladığında yardım suçundan ceza alan derhal tutuklanıyor ve cezası hemen infaz edilmeye başlanıyor. Ama örgüt üyeliğinden ceza alan ise Yargıtay'a temyiz hakkını kullandığı için hâlâ dışarıda. Bugün maalesef muhalif kanat için örgüte üye olmamakla birlikte yardım suçu adeta bir adliye modası oldu.” Dedi.
Bulut, “Delil bulamadıkları için yardım suçu ile bunu elde ediyorlar. İşte Cumhuriyet Gazetesi yazarları ortada.. İstinaf sınırı düşürülürse bu mağduriyet de giderilecek. Denetimli serbestlik sınırını. 3 yıla düşürülmesi sadece yeterli değil. Suçlara eşit uygulanması gerekir. Bu konuda hala bir eşitsizlik var. Adi suçlarda 2 yıl olmasına rağmen terörle mücadele yasası kapsamında 1 yıl. Kısacası adi suçlarda 2 siyasi suçlarda 1 yıl. Zaten mağduriyetin yer bulduğu alan siyasi alan. Bu yüzden her suça eşit uygulanmalı.” yorumunda bulundu.