"Hukukun üstünlüğü yoksa, yönetimin adı 'amalı' demokrasi olur"

"Hukukun üstünlüğü yoksa, yönetimin adı 'amalı' demokrasi olur"

Karar yazarı Mehmet Ocaktan,  İran, Suudi Arabistan, Pakistan gibi ülkelerin şeriat kurallarıyla yönetildiğini hatırlatarak, evrensel hukuk normlarıyla bakıldığında bu ülkelerin hukuk devleti olmadığını söyledi. 

“Bizim kendimize has özelliklerimiz ve ahlaki değerlerimiz var, dolayısıyla yargı da bu yapının dışında değildir' benzeri yaklaşımların müşterisi çoktur" diyen Ocaktan, "Aslında bu zihniyet sapması sadece bugünün meselesi değil, neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana demokrasiye ve değişime direniş hep bu tür argümanlar üzerinden gerçekleşmiştir" ifadesini kullandı. Karar yazarı, "Bu yüzden de ‘amalı demokrasi’den hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim modeline geçmek bir türlü mümkün olmamıştır" dedi.

Ocaktan bugünkü (17 Ocak 2018) yazısında şunları kaydetti:

İran İslam Cumhuriyeti şeriat kurallarıyla yönetiliyor, Suudi Arabistan krallığı bir şeriat devleti, Pakistan da yine bir İslam cumhuriyeti... Sayıları daha da artırabiliriz. Peki, evrensel hukuk normları açısından baktığımızda bu ülkelerin hukuk devleti olduklarını söyleyebilir miyiz? Elbette hayır. Çünkü devletlerin şeriat kurallarıyla, krallık ilkeleriyle, cumhuriyetle ya da demokrasiyle yönetiliyor olmaları tek başına ‘hukuk devleti’ oldukları anlamına gelmiyor.

***

Devletler hangi sistemle yönetiliyor olursa olsun, eğer hukukun üstünlüğüne dayalı bir adalet sistemi inşa edememişlerse o ülkelerde gerçek anlamda bir hukuk devletinin var olduğunu söylemek mümkün değildir. Elbette bu durum sadece İslam ülkelerine has bir özellik değil. Mesela Avrupa’da Macaristan ve Polonya gibi ülkeler demokrasi tanımı içinde yer almalarına rağmen, ‘hukukun üstünlüğü’ne riayet etmeyen uygulamalar sergilemektedirler.

Hemen belirtmek gerekiyor ki, Türkiye AK Parti iktidarının özellikle ilk döneminde ‘hukukun üstünlüğü’ne dayalı bir sistemin inşası açısından ciddi reformlar gerçekleştirdi. Ancak bugün başka bir Türkiye fotoğrafıyla karşı karşıyayız. Mesela bugün, Anayasa Mahkemesi’nin tutuklulukla ilgili verdiği son karar üzerinden hukuku, yargı bağımsızlığını ve demokratik hukuk devletini yeniden tartışıyor olmamız düşündürücüdür. Elbette AYM’nin verdiği karar evrensel hukuk normları açısından doğru ve verilmesi gereken bir karardı. Ancak siyasi iktidar bu kararı beğenmedi ve bir bakıma ihsası reyde bulundu. Bütün iktidar süreçlerinden öğrendiğimiz bir gerçek var ki, siyasi iktidarlar genelde yargının kararlarından pek hoşlanmazlar. Eğer yerel mahkeme AYM’nin kararını yok hükmünde kabul edip, tutukluluğun devamına karar vermeseydi, iktidarın itirazı sadece siyasi bir söylem olarak kalacaktı. Ama öyle olmadı, ortaya çıkan görüntü itibarıyla yerel mahkeme siyasi iktidarın gösterdiği istikamette ilerlemiş oldu.

Açıkçası bu tablo demokratik hukuk devletlerindeki ‘kuvvetler ayrılığı’ tarifine pek uymuyor. Zira yargının siyasi erke bakarak yön tayin etmesi, hukuk devletinin asli unsurlarından birisi olan hukukun üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmamaktadır. Maalesef bu tür durumlarda Türkiye gibi ‘kapalı devlet yapısı’ geleneğinden gelen ülkelerde “Bizim kendimize has özelliklerimiz ve ahlaki değerlerimiz var, dolayısıyla yargı da bu yapının dışında değildir” benzeri yaklaşımların müşterisi çoktur. Aslında bu zihniyet sapması sadece bugünün meselesi değil, neredeyse Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana demokrasiye ve değişime direniş hep bu tür argümanlar üzerinden gerçekleşmiştir. Bu yüzden de ‘amalı demokrasi’den hukukun üstünlüğüne dayalı bir yönetim modeline geçmek bir türlü mümkün olmamıştır.

Bütün bu örnekler göstermektedir ki, kimi İslam ülkelerinde olduğu gibi siyasi otorite dini yedeğine alarak despotik bir yönetim anlayışını hakim kılmayı, ırkçı rüzgarların estiği Macaristan ve Polonya gibi Batı ülkelerindeki siyasi aktörler de otoriter bir yönetim kurmayı hayal etmektedirler.

Netice itibarıyla, eğer niyetimiz kamil manada bir hukuk ve adalet sistemini inşa etmek değilse her zaman birtakım ‘ama...’ların arkasına saklanarak demokrasi dışı bir rotada ilerlemek mümkün. Bunun için demokrasinin Batı kültürünün bir ürünü olduğunu söyleyerek işe başlayabiliriz mesela... Zaten günümüzdeki İslam ülkelerinin önemli bir bölümü ilkesel olarak demokrasiye karşı değiller, sadece ‘ama’ları var...

***

Demokratikleşmede ayak sürüyen ülkelere tek tek baktığımızda, “Evet hakkın, hukukun korunması, özgürlüklerin teminat altına alınması güzel ‘ama’ bizim ülkemizin özel şartları var, beka sorunumuz var, ayrıca İslam’da demokrasinin daha mükemmeli var” gibi bahanelerin arkasına saklandıklarını ve sayısız ‘ama’lar ürettiklerini görmek mümkün. Ama ne hikmetse, demokrasinin ve adaletin en mükemmelinin İslam’da olduğunu söyleyen ülkelerin hiçbirisi, hukukun üstünlüğüne dayalı adil bir sistem kurmayı bir türlü başaramamışlar. Galiba ‘ama’lara, ‘fakat’lara sığınmadan, behemehal İslam’ı modern dünyanın diline tercüme etmemiz gerekiyor. Aksi taktirde, ömrümüzü adaletin, hukukun olmadığı yönetimlere emanet etmekten başka bir çaremiz kalmayacak.