Anadolu Ateşi Dans Topluluğu Genel Sanat Yönetmeni Mustafa Erdoğan, "Hükümet kanadından kıyafetlerin kapanması yönünde talep var" dedi. Hürriyet’ten İpek İzci’ye konuşan Erdoğan, "Toplum değiştikçe bizde değişiyoruz ama çizgimizden taviz vermeden, çağdaş yüzümüzü değiştirmeden" ifadesini kullandı.
Anadolu Ateşi’nin sahnelenmeye başladığı 2001 yılına gidelim...
- Bu işin yurtdışında çok başarılı olacağını, beğenileceğini biliyordum. Çalıştırdığımız ve içinde yer aldığımız gruplar, halk dansları yarışmalarında dünya birincisi oluyordu. Danslarımıza dışarıda müthiş bir ilgi olsa da Türkiye’den kaygılıydım. Ülkemizde bu işe o zamanlar önyargıyla bakılıyordu. Sonra ‘Anadolu Ateşi’ gösterileri başladı ve o kadar yoğun bir ilgi oldu ki, üç ay boyunca Türkiye’den çıkıp turne yapamadık.
Turneler, size Türkiye’yi yurtdışında temsil etme fırsatı da veriyor olmalı...
- Bu proje ayaklarını kendi topraklarına basan, yönünü Batı’ya çeviren modern bir çalışma. Türkiye’nin çağdaş yüzünü gösteriyor. Özellikle ilk zamanlarda gittiğimiz ülkelerde seyirciler Türkiye’den beklenmeyen bir şey izliyordu. Yurtdışında verdiğim röportajlarda “Türk dansçınız var mı?” sorusu geliyordu, “Hiç yabancı yok ki” diyordum. Çoğunun Rus dansçılar olduğu, diğerlerinin de başka ülkelerden geldiği düşünülüyordu. Hollanda’dan bir dansçı arkadaşımız bizde dans etmek istedi, kulise ailesiyle birlikte geldiğinde babası “Oraya gittiğinde kızımın başını kapatacaklar mı? Normalde sokakta da böyle mi dolaşıyorsunuz?” gibi şeyler sordu. Onları Antalya’ya davet ettim. Claudia bizde uzun yıllar dans etti, sonra ailece Kuşadası’ndan yer alıp oraya yerleştiler. Bizi Kremlin Sarayı’nda izleyen Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye’ye ilk gelişinde ülkemizle ilgili ne düşündüğü sorulduğunda, “Türkiye’yi ‘Anadolu Ateşi’nden dolayı tanıyorum” dedi. Bizi izlemeyen Türk bakanlar da mevcuttur, bu arada.
En çok hangi ülkenin seyircisi sizi şaşırtıyor?
- Avrupa turnelerinde, seyircinin alkışın yanı sıra arenaların zeminine ayaklarıyla vurmasını seviyorum. Amerika ve Latin Amerika seyircisinin kalkıp dans etmesi çok hoşuma gidiyor. Bu Türkiye’de pek yok, biz biraz utangacız. Karayip Adaları’nda, seyirci gösteri bitince sahne önüne gelip bizimle dans ediyor. Bir de tabii Rusya’da, Kremlin Sarayı önündeki iki kilometrelik kuyruğu unutamam. Bundan 18 yıl önce biri “Türkler, Ruslara dans öğretiyor, onları çalıştırıyor” deseydi “Şaka” derdim. Rusların karşısında dans etmek bile zordur, çünkü çok iyi bir dans kültürleri vardır.
Bu yıl ‘Anadolu Ateşi’ ve ‘Troya’da değişiklik mi yapıyorsunuz?
- Evet, bundan sonra ikisinde de 200’ün üzerinde dansçıyla sahne alacağız. Yeni müzikler, yeni kostümler, yeni koreografiler ve yeni danslar var. İkisi de birer klasik ama deneyim kazandıkça bunu eserimize de yansıtmak istiyoruz. Geçen yıl ‘Anadolu Ateşi’ni izleyen bir seyirci, bu sefer yeni bir gösteri izlemiş olacak. Toplum değiştikçe biz de ayak uyduruyoruz. Ama çizgimizden taviz vermeden, çağdaş yüzümüzü değiştirmeden.
“2018 yılı UNESCO tarafından Troya yılı ilan edildi. ‘Troya’ için 25 gösterilik bir turne yapacağız. Bir de ‘Eden’ (Cennet) isminde, mülteci dramına değinen bir gösteri hazırlıyoruz. Birleşmiş Milletler’in desteklediği bu projenin hem Türkiye hem dünya turnesi olacak. Bu aynı zamanda bir entegrasyon projesi. Buradaki mülteci kardeşlerimizle sahne alacağız, onları eğiteceğiz. Meslektaşımız olan bir sürü insan şu anda mülteci kamplarında veya sokaklarda yaşıyor. Onları yeniden sanata kazandırmayı hedefliyoruz.”
Değişime ayak uydurmak demişken, kıyafetler kapandı mı mesela?
- Hayır ama öyle bir talep oluyor yer yer.
Seyirciden mi?
- Yok, genellikle hükümet kanadından olur öyle şeyler. Seyirci bizi kabul etmiş ve bu haliyle benimsiyor, seviyor. Kaldı ki öyle bir şey yaparsak bizim sanatçı kimliğimizde de, muhalif kimliğimizde de taviz vermek diye bir şey yok. Sanatçı, devletten bağımsız iş yapan adama denir.
“Biz bir Türkiye dansı istiyoruz” demişsiniz, nasıl bir şey Türkiye dansı?
- Yaşar Kemal’in, Server Tanilli’nin dediği gibi Anadolu binbir renkli bir çiçek bahçesi. Bir tanesini koparırsanız, diğerleri de solar. Türkiye dansı da işte bu birlikteliğin dansı, bütün renkleri içeren bir dans. İspanyollar için flamenko, Yunanlar için sirtaki barizdir. Biz o kadar zenginiz ki, tek bir dansla değil, hepsinin senteziyle Türkiye dansına ulaşabiliyoruz.
‘Anadolu Ateşi’ni “Medeniyetler buluşması” diye tarif ediyorsunuz. Bu söz bugün bizi temsil ediyor mu?
- Türkiye maalesef kendi içinde ciddi bir sorun yaşıyor. Kutuplaşma var, ülke yüzde 50-50 ayrıldı. Bu, acilen önüne geçilmesi gereken bir durum. Sanat da işte tam bu noktada gerekli. İslamcı kesim de bizim seyircimiz, laik kesim de, ateistler de... Köprüyü ancak böyle birleştirici unsurlarla kurabiliriz. Biz ne şucuyuz, ne bu. Bir sahnede oryantal dansı var, bir sahnede semazenler... Bizim sahne üzerinde verdiğimiz mesaj, en doğrusu. ‘Anadolu Ateşi’ iyi izlenir, iyi algılanırsa dünyanın her yerinde başarılı olmasının nedeni bir kez daha anlaşılır. Ayrıca dansın ilkokuldan itibaren zorunlu ders olarak verilmesi gerekiyor.
Okulunuzdaki çocuk dansçılarla ilgili nasıl bir gözleminiz var?
- Dans özgürleştirici bir sanattır, yaşamı güzelleştirir. Herkes hayatının bir döneminde dans etmeli. Eğitimin de bir parçası olmalı. Çocukların ruhunu incelttiği ve derslerine katkısı olduğu için çok yararlı.