Ahmet Hakan
(Hürriyet, 29 Mart 2012)
“4+4+4” modelinde...
- Eğitim sistemini temelden sarsacak.
- Her şeyi allak bullak edecek.
- Laik toplum yapısını radikal bir şekilde değiştirecek.
- Bilimsel yöntemlere fena halde aykırı kaçacak... Bir yön yok. Ancak... Toplumun önemli bir bölümünde “kaygı” had safhada... Neden? * * * - “Onlar zaten her şeye karşı” denilerek... - “İşin içinde din eğitimi olduğu için ayağa kalkıyorlar” denilerek... - “Hükümetin attığı her adıma baştan karşılar” denilerek... - “İşleri güçleri hükümeti yıpratmak” denilerek... - “28 Şubat kafası” denilerek... Geçiştirilebilecek bir durum mudur bu? Bence değil. Çünkü... Marjinal kalabilecek kaygının çerçevesini genişleten tek şey iktidarın tutumudur.
* * *
Ne yaptı iktidar? Şunları yaptı: - Gelecek nesilleri ilgilendiren eğitim reformunu yeterince tartışmaya açmadı. - Çok kötü bir metinle ortaya çıkarak herkesin tepkisini çekti. - İlk metinde önemli ölçüde değişiklikler yaptı. Yani itirazları dikkate aldı ama almamış gibi yapmayı tercih etti. - “Çoğunluk bizde, biz ne dersek o olur” havası estirdi. - En küçük bir itiraz karşısında bile sert tepki gösterdi, eleştirilere karşı orantısız güç kullandı. - Süreci yönetemedi, şeffaf davranmadı, amacını topluma anlatmadı. - “Hangi dilden anlıyorlarsa o dilden...” diyerek efelendi. - Meclis Komisyonu’nda rezaletlerin çıkmasına neden oldu. - Demokratik sabır ve tahammülden uzak durdu.
* * *
İktidarın bu tutumunda hiçbir değişiklik yok: Tavır hâlâ aynı... İşte bakın: Dün KESK, “4+4+4”e karşı yurt çapında protesto gösterileri düzenledi. Kendilerine verilen cevap şu: Tazyikli su... Gaz bombası... Cop... CHP’nin Tandoğan Mitingi’ne karşı kullanılan dil de ortada...
* * *
Bütün bunlardan ne çıkar? Ne çıkacak? Cepheleşmenin âlâsı çıkar. Çıkan da bu zaten: AK Parti’ye yakın duran çevreler “Oh, süper şeyler oluyor” duygusuna kendilerini kaptırmış durumdalar... AK Parti’ye uzak duran çevreler ise “Of, felaket şeyler oluyor” duygusuyla dopdolu... Türkiye’ye biraz uzaktan bakın. Manzara şudur: - Bir tarafı kahkaha atarken, bir tarafı gözyaşı döküyor. - Bir tarafı “acayip rahat” iken, bir tarafı “süper kaygılı”... - Bir tarafı zafer kazanmış duygusundayken, bir tarafı yenilgi duygusu içinde... - Bir tarafı gayet mutlu ve huzurlu iken, bir tarafı gayet mutsuz ve öfkeli...
* * *
Bir partinin yüzde 50 oy alması elbette marifettir. Ama asıl marifet, yüzde 50 oy alan partinin, toplumun diğer yüzde 50’si üzerinde mutluluk, iyimserlik, kardeşlik rüzgârları estirmesindedir. Bu hükümet şişkin egosu, lüzumsuz özgüveni, burnundan kıl aldırmayan tahammülsüzlüğü ve artık herkesin dikkatini çeken kibriyle... İşte bu marifetten her geçen gün daha da uzaklaşıyor.
ŞAMİL Tayyar, Twitter’da fena bir performans göstermiyor. İyi laf sokuyor. Dikkat çekiyor. Hatta bazen komik bile oluyor. Fakat bir sorun var: Şamil bir milletvekili... Bu işler böyledir: Gazeteciyken milletvekili olmaya kalkarsın... Gözün gazetecilikte kalır. Milletvekiliyken gazeteci olmaya kalkarsın... Gözün milletvekilliğinde kalır. Bizim Şamil’in sorunu da burada düğümlü: Milletvekilliğine heves etti ama gözü klavye delikanlılığında... DSP’den MHP’ye her partiden milletvekili olmak istedi ama gözü gazetecilikte... Yani “bir tereddüdün romanı”nı yazıp duruyor. Kısacası... Tabiatında var bir ergenlik.
“4+4+4” modelinde “kesinti” olmayacak. Kademe getiriliyor. “Kademe” demek, “kesinti” demek değil. Öğrenciler ilk 9 yıl aynı dersleri görecekler. Sadece ilk dört yılın ardından bazı dersleri “seçmeli” alabilecekler. Yani bir “kesinti” söz konusu değil. Soruyorum: Bu durumda CHP neye karşı? * * * İmam-hatiplerin orta kısmında fazladan sadece “Kuran-ı Kerim” ve “Arapça” dersleri söz konusu idi. Yeni sistemde bu iki ders, “seçmeli dersler” kapsamına alındı. Bunda itiraz edecek ne var? İsteyenin istediği dersi seçmesinde ne sakınca var? Soruyorum: CHP bu konuda neye itiraz ediyor? * * * Meclis’e gelen teklifte... “Çocuk işçi” ya da “küçük anne” gibi itirazları gerektirecek hususlar ortadan kaldırıldı. Yani... 9 yaşındaki bir çocuğun mesleğe yönlendirilmesi söz konusu değil. Yani... “9 yaşından sonra evde eğitim seçeneği” de gündemden düştü. Soruyorum: CHP neye itiraz ediyor?
MHP Lideri Devlet Bahçeli “önüne gelene şehitlik payesi verilmez” demiş ve ardından da eklemiş: “Ne yani? Müslüman olmayan Hrant Dink de mi şehit sayılacak?” Hrant olsa... Bu tartışmaya “sizin hiç işiniz yok mu?” diye noktayı koyardı.
* * * Hiç merak buyurmayın Devlet Bey... Hrant’ın devlet katlarında imzalanan “şehitlik” payesine zerre kadar ihtiyacı yoktur. Hiç kimse ne sizden, ne devletten, ne hükümetten “Ne olur Hrant’ı şehit ilan edin” diye bir talepte bulunmuyor. Lütuf falan bekleyen yok yani... Sizin “Hrant’a şehit denir mi, denmez mi?” tartışması başlatmak yerine, Hrant’ı alçakça katleden çetenin bütün yönleriyle ortaya çıkmasını sağlamak için çaba sarf etmeniz gerekir. Hükümete “Hrant’ı şehit ilan edemezsin” diyeceğinize, “Hrant’ı katleden çeteyi ortaya çıkar” demeliydiniz.
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin’in son incisi şudur: “75 milyon vakur ve sessiz yığının silahına da gerek yok, sadece birer tükürüğü o 75 bin haini şok etmeye yeter ve yetecektir”. Herkes bu cümledeki “tükürük” lafına kafayı takmış. Sanal âlemde espriler gırla gidiyor. “Zaytung” adlı sitede yapılan şu espri ise en şahanesi: “İçişleri Bakanı’nın terörü tükürükle yok etme planı dahilinde Guyana’dan ithal edilen bin 7 yüz lama yurda giriş yaptı”.
* * *
Bakan’ın açıklamasında ben “tükürük” sözcüğünden çok açıkladığı bir rakama takıldım.
“Türkiye’deki hain sayısı” konusunda hep bir ihtilaf vardır. Kimi yüzde 10 der, kimi üç yüz bin... Bakan Şahin, demecinde en son ve güncellenmiş “Türkiye’deki hain sayısı”nı da açıklamış oldu. Buna göre hain sayımız 75 bin imiş. Ben şimdi dünya sıralamasında nerede olduğumuzu çok merak ediyorum.