Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Türk Silahlı Kuvvetleri'ndeki (TSK) cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Adam, Genelkurmay Başkanı’nı tutukluyor, darbecilerin başına geçmesini istiyor, Başkan bunu kabul etmeyince Akıncı Üssü’ne götürüyor. Ama sonra aynı adam Genelkurmay Başkanı ile aynı helikopterle Başbakanlık’a geliyor" dedi. "Hadi diyelim ki Genelkurmay Başkanı, Akıncı Üssü’nden sağ çıkabilmek için yanına Dişli’yi almak zorunda kaldı" ifadesini kullanan Yılmaz, "Peki, darbeci olduğunu bildiği bir insanın saat 15.30’a kadar Başbakanlık kriz masasında görev yapmasına neden göz yumdu?" diye sordu.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Darbecinin Başbakanlık kriz masasında ne işi vardı?" başlığıyla yayımlanan (29 Aralık 2016) yazısı şöyle:
Darbe girişimi sırasında, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ı esir alıp Akıncılar Üssü’ne götüren karargâh subaylarından biri olan Tümgeneral Mehmet Dişli, savcılığa bir “ek ifade” verdi.
Ek ifade, darbe girişiminin neden engellenemediği ile ilgili soru işaretlerini de arttırıcı nitelikte. Biliyorsunuz, Binbaşı H.A.’nın bir askeri kalkışmayı ihbar etmesi ile darbe girişiminin başlaması arasında kayıp 5 saat 45 dakikalık süre var. Hâlâ aydınlatılabilmiş değil. TBMM Komisyonu, Genelkurmay Başkanı’na bazı sorular yollamış ama bu süre içinde neler oluğunu sormamış. MİT Müsteşarı’na soru bile gönderilmedi. Neden? Çünkü ona Cumhurbaşkanı’ndan başkası hesap soramaz, TBMM dahil! AKP Genel Başkan Yardımcısı Şaban Dişli’nin de kardeşi olan Mehmet Dişli, Orgeneral Akar’ı tutuklayıp Akıncı Üssü’ne götüren ekipte yer alıyordu. Darbe girişimi ile ilgili emre, Orgeneral Akar’ın imza atmasını isteyen de o. Ek ifadede bunları “kafasına silah dayandığı için yaptığını” söylüyor. Mehmet Dişli, hatırlarsınız, darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasından sonra Akıncı Üssü’nde tutulmakta olan Orgeneral Akar ile aynı helikoptere binmiş ve Çankaya Köşkü’ndeki Başbakanlık ofisine gelmişti. Akşam saatlerinde de darbeci olduğu iddiasıyla tutuklandığı açıklanmıştı. Şimdi Dişli’nin ek ifadesinde dikkatimi çeken şu ayrıntıya bakalım: “Devam eden ateşin kesilmesi için komutanın ve ilgili bakanların emri ile Eskişehir’i aradım. Uzun süre onlarla görüştüm. Bu şekilde saat 15.30’a kadar oradaki kriz masasında görev yaptım. Buna başta Başbakanımız olmak üzere hepsi şahittir. Daha sonra ben yine Başbakanlık katındayken, 2 polis memuru gelip ‘Sizin de bilginize başvurmamız gerek’ dediler. Bu sırada ben ağabeyim olan Şaban Dişli’ye bütün gece yaşananları özetliyordum.” Tam “Vay canına sayın seyirciler” durumu yani! Adam, Genelkurmay Başkanı’nı tutukluyor, darbecilerin başına geçmesini istiyor, Başkan bunu kabul etmeyince Akıncı Üssü’ne götürüyor. Ama sonra aynı adam Genelkurmay Başkanı ile aynı helikopterle Başbakanlık’a geliyor. Hadi diyelim ki Genelkurmay Başkanı, Akıncı Üssü’nden sağ çıkabilmek için yanına Dişli’yi almak zorunda kaldı. Peki, darbeci olduğunu bildiği bir insanın saat 15.30’a kadar Başbakanlık kriz masasında görev yapmasına neden göz yumdu? Nasıl oldu da darbeye karıştığını en başta Genelkurmay Başkanı’nın bilmesi gereken bir subay, saat 16.30’a kadar gözaltına alınmadı? AKP Genel Başkan Yardımcısı olan ağabeyine gece olup bitenleri anlatırken, polis neredeydi? Genelkurmay Başkanı’nın açıklaması gereken konuların sayısı artıyor.
AKP ve MHP’nin Anayasa değişikliği teklifi, Başbakan Binali Yıldırım’ın deyimiyle bir “sistem değişikliği” teklifi. Bence rejim değişiyor ama olsun, sistem değişikliği de desek sonuç aynı. Post Milliyetçi Cephe’nin anayasasında bu sisteme Cumhurbaşkanlığı Sistemi adı veriliyor. Neden? Sanırım, referandum öncesinde milletin kafası bir de sistemin adıyla karışsın diye. Kafaları ne kadar çok karıştırırlarsa, referanduma evet diyeceklerin sayısının artacağını biliyorlar çünkü. Bir ara buna “Türk tipi başkanlık sistemi” de dediler ama belli ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da sadece sıradan bir başkan olmak istemiyor. Çünkü başkanlık sistemindeki başkanın durumunu, Burhan Kuzu (nasıl anayasa profesörü olmuş, gerçekten merak ediyorum) şöyle açıklamıştı: “Zavallı Obama”. Şimdi başkanlık sistemi kurup “zavallı Erdoğan” yaratmamak için, yoktan bir şey icat ettiler ve adına da Cumhurbaşkanlığı Sistemi dediler. Ama bu isim de kurmak istedikleri sistemi tam olarak tarif etmiyordu. Sisteme en uygun ismi anayasa hukukçusu, Doç. Dr. Ece Göztepe koydu: Mutlaki Cumhurbaşkanlığı Sistemi! Doç. Dr. Göztepe, gazeteduvar.com.tr’de yayımlanan söyleşisinde, bu değişiklik ile kurulacak sistemin Kanuni Esasi’nin 1876 yılındaki ilk halini anımsattığını söylüyor. Evet, adı Cumhurbaşkanı olan ve seçimle gelecek bir tek adam, bu sistemin tam ortasında duruyor ve her şey ona bağlı, Meclis de, yargıçlar da, bütün hükümet organları da. Cumhurbaşkanı, ülkeyi kararnamelerle tek başına yönetebilir. Meclis’e hiç ihtiyaç duymadan hem de. Dün sormuştum: Erdoğan’ın ya da seçilecek bir başkasının Anayasa’ya uyacağını garanti eden nedir? Ya Cumhurbaşkanı, şimdiki gibi Anayasa’yı çiğnemeyi “gerekli görürse” ne olacak? Hiçbir şey olmayacak, çünkü Anayasa’ya göre kanunla düzenlenmesi gereken konularda bile kararname çıkarıp yürütebilir çünkü bunu denetleyecek bir mekanizma yok. Kafasını kızdırırlarsa, Meclis’i de feshedebilir, kimse çıtını çıkaramaz. Onun için Doç. Dr. Göztepe’nin bulduğu isim bu sisteme cuk oturuyor: Mutlaki Cumhurbaşkanlığı Sistemi!
Hollanda, Belçika ve Almanya’da yapılacak olan ve İslamofobiyi dünyaya anlatmayı amaçlayan filmde Amerika ve Türkiye’den otuzun üzerinde oyuncu rol alacakmış. Bununla ilgili haberi Hürriyet’te okudum, filmin ana teması şu olacakmış: “İslam, sevgi ve barış dinidir!” Evet, bunun dünyaya anlatılması çok önemli. Herkes bilmeli IŞİD gibi, Boko Haram gibi, El Kaide gibi örgütler, eylemlerini İslam adına yaptıklarını söyleseler de İslam’ın tamamen dışındadır. Yalnız bu filmi, memleketimizin siyasal İslamcılarına da izlettirmeliyiz. Bakarsınız onları da ikna ederiz, İslam’ın “sevgi ve barış dini” olduğuna!