Sinemada 50'nci yılını geride bırakan ve geçen hafta Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü'ne değer görülen oyuncu ve Akil İnsanlar Heyeti temsilcisi Hülya Koçyiğit, "Efendiler, milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, dahası cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsınız" diyen Atatürk döneminde yaşayıp bu ödülü onun elinden alsaydım en büyük onur bu olurdu benim için" dedi. Akil İnsanlar Heyetşi’ne ‘barışa inandığı için’ katıldığını belirten Koçyiğit, siyasete eskiden beri meraklı olduğunu söyledi.
Radikal gazetesinden Armağan Çağlayan’a konuşan Hülya Koçyiğit, “Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmek için hazır olmadığını düşünüyorum” açıklamasında bulundu. Koçyiğit’in söyleşisinin tam metni şöyle:
Bu yıl 50. yılınız. Başka 50 yılını kutlayan var mı bilmiyorum.
Tabi daha da fazlaları var. Türkan, Fatma, Filiz… 50’şer yılı kaç yıl önce aştılar. Onlar bu gurur benden önce yaşadılar. Erkeklerden de var. Mesela Cüneyt Arkın, Ediz Hun ile sanırım aynı dönem oyuncularıyız. Benimki Film Arası Dergisi’nin düzenlemiş olduğu saygı gecesi nedeniyle gündeme geldi. Bir gururdur herhalde.
Çok. Yani ben son senelerde hiçbir şey üretmedim mesela. Neredeyse 7 yıldır hiçbir şey üretmediğim halde, hala her girdiğim yerde çok yoğun bir şekilde saygı ve sevgi görüyorum. Bunu neye bağlıyorsunuz? Yani mesela şimdikiler balon köpüğü gibi geliyor geçiyor hayatımızdan. Bu televizyonun etkisi mi? Televizyon starı oldukları için mi öyleler.
Ben biraz ona bağlıyorum. Televizyon çok tüketilen bir şey. Tüketime dayalı orada yapılan her şey. Ama sinema öyle değil. Sinemaya bir eser olarak bakıldı. Çok önemsendi. Ve o eser sonraki nesillere de intikal etti. Sonraki nesiller de o filmleri seyrederek büyüdüler. Onların hayatına dokundu o filmler. Çok sevdiğimiz bir sinema eleştirmeni var, Burçak Evren. Onunla Malatya Film Festivali’nde karşılaştık, dedi ki; “Sinemanın son starı sizsiniz Hülya Hanım”. “Hadi canım oradan, benden sonra birçok star geldi ne demek istiyorsunuz siz?” dedim. Bana, “Bir düşünün, sayın starları” dedi. Ben de dedim; “Hülya Avşar var, Müjde Ar var, Zuhal Olcay var”. O da “Onlar sinemanın starı değiller, sizsiniz. Bir dikkat edin, Müjde nasıl ünlü oldu? Televizyonla ünlü oldu. ‘Aşk-ı Memnu’yla geldi. Arkasından bir kolonya reklamı yaptı bütün Türkiye sarsıldı. O sinemaya daha farklı bir şey getirdi. Sinemanın yetiştirdiği bir star değil. Hülya Avşar da öyle, o kraliçe oldu. Tabi ki çok güzel filmler yaptı, ödüller aldı ama biz onu televizyonla tanıdık” dedi. Bana göre Zuhal Olcay, Hülya Avşar ve Müjde Ar da bizden sonraki dönemin starlarıdır. Ama iyi oyuncu olmak star olmak için yeterli değil bence.
Star olmayı bırakın ben iyi bir oyuncu olmak için yırtındım senelerce. Beni öyle ansınlar, iyi oyuncu desinler... Mesela filmlerim yarışmaya girdiği zaman heyecandan karnıma sancılar girerdi. İyi oyuncu olduğumu kanıtlamaktı benim derdim. Starlık bir gün gelip geçecek. Bu yıldız bir gün sönebilir. Ama iyi bir oyuncu her zaman kalıcı olur. Siz siyaseti çok mu seviyorsunuz? Çünkü siz zamanında milletvekili adayı oldunuz. Sonra akil insan oldunuz. Sizin siyasete atılmanız gibi bir şey var benim kafamda. Doğru bir yargı mı yoksa haksızlık mı ediyorum?
Seninki bir algı. Şöyle yaratmış oluyorum ben bu algıyı. Turgut Özal alıştığım siyasilerden çok daha farklı bir adamdı. Dünyaya vizyon olarak çok açık bir bakışı vardı. Amerika’da uzun yıllar yaşadı ve Amerikan Cumhurbaşkanı olarak Reagan’ı gördü. Onunda aslında sinema oyuncu olduğunu bildiği için sinema oyuncusunun halkın üzerindeki etkisini çok iyi biliyordu. Ben de o yıllarda yaptığım filmlerle şunu demek istiyordum; Türkiye’de kadının sorunları var, kadın ihmal ediliyor. Türkiye’de kadının sağlık sorunları, çalışma sorunları var. Hep o tarz filmler yapıyordum. Yaptığım filmlerde kadının, kadınlığından çok insan tarafını vurgulamaya çalışıyordum. Eşitliğini vurgulamaya çalışıyordum. Hak arayışını vurgulamaya çalışıyordum, çalışan kadının kendi ayaklarında durması için ne tür fedakarlıklar yapması gerektiğini... Ben bu filmleri yaptığım için ve bu filmlerin arkasında duran bir sanatçı olarak bu fikirleri müdafaa ediyordum. Dolayısıyla dikkat çekiyordu. “Madem bu yüreğiniz var gelin bunu mecliste halledelim. Film yaparak ya da gazetelere beyanat verilerek bu sorunlar çözülmez. Bu sorunların çözüm yeri meclistir Hülya Hanım. Gelin bana iş arkadaşı olun, birlikte çözelim bu sorunları” diye davet edildim ben. Bu şekilde bir davet olunca sen de bunu bir mesele, dert edinmişsen eğer, Türkiye’de kadın diye yırtıyorsan kendini, o zaman “Hayır ben bunu yapmam” diyerek sırtını dönemezsin. O zaman “Peki” demek durumunda kaldım. Çünkü esas sinemanın sorunları vardı. Bir kere sinema sanatçılığı meslekten de sayılmıyordu. Eğlence dünyasının bir detayı gibi sayılıyorduk. Sosyal sigortalı sayılmıyorduk falan. Bu sorunlar benim derdimdi. Dernekler kuruyordum. Sendika kurduk. Bütün bunlar hep bunun öncüsü. Ankara’ya gidip başbakanın önünde “Bizim şu sorunlarımız var” diyen biri olunca siyasiler sana çok doğal olarak böyle bir teklifte bulunuyor. Kabul ettim. Seçimlere girdik. Seçimlerde kazanamadım. Sen sağ ben selamet, ben görevimi yaptım dedim. Ben yine işimi yaparım. Sonra bir daha hiç bulaşmadınız mı siyasete?
Tabi ki teklifler yapıldı ama ben hiçbir zaman meclise gireyim, milletvekili olayım diye düşünmedim. Amacım bu olmadı. Ben Turgut Özal’a çok inandım. Başarabileceğine inandım. Çünkü neden inandım? İlk telif yasasını çıkardı. Bizi ilk rahatlatan yasaydı o. Kabul edişimde biraz o teşekkür de vardı. Akil insan teklifi geldiği zaman çok uzun düşündünüz mü?
Hiç düşünmedim. Siz hangi bölgeye gidiyordunuz?
Marmara. Kaç toplantıya gittiniz?
Hepsine gittim. Her tür insanla ama en çok da şehit aileleriyle beraber oldum. En çok onları ziyarete gittim. Çünkü onların hiç unutulmamaları gerekiyor. Onların yanına gittim. Onların bu meseleye ne kadar çok önem verdiklerini gördüm. Benim ellerimi tutarak teşekkür ettiler. Ve dediler ki “Artık analar ağlamasın. En son ağlayan ana ben olayım”. Bir tanesi dedi ki “6 ay önce çözüm süreci olsaydı benim evladım belki bugün yaşardı”. Bitsin diye dualar ediyorlardı. Hiç tepki gösteren oldu mu?
Tepki gösterenler oldu. Belirli gruplar vardı. Bazı partilerin gençlik kolları… O kadar üzüldüğüm anlar oldu ki bazen gözlerimden yaşlar geldi. Dedim ki “O elinde salladığın bayrak var ya, bir gün o bayrağa beni saracaklar. Öyle gömecekler beni.” Ben bu bayrağın şerefini hiçbir şekilde yere indirebilir miyim? Tam tersine ben o kadar çok vatanımı seviyorum ki; vatanımın toprağını, vatanımın insanını seviyorum. Hepimizin huzur içinde yaşamasını istiyorum. Artık bu savaşın bitmeli. Birbirimizi öldüre öldüre bitiremeyiz. Madem bunun bir çözümü var, olabiliyor. Devlet buna karar vermiş. Bu kadar yıldır buna mücadele eden Kürt siyasi hareketi savaşı durdurmaya karar vermiş. Madem böyle bir ümit var. Ben de bir damla katkıda bulunabilirsem ne mutlu bana. Ben ne yaptım ayrıca? Gittim halkı dinledim. Benim en merak ettiğim kısmı şu, sizi “akil insan” olarak atadıkları zaman bir toplantı oldu ve siz gidip böyle böyle konuşacaksınız ve insanları ikna edeceksiniz mi dediler? Yoksa her şeyi sizin insiyatifinize mi bıraktılar?
Hayır, bize söylenen herhangi bir şey de yok. Tam tersi bu ekip gruplar halinde gidip halk toplantıları yapın. Halk ne diyor? Ne düşünüyor? Ne için itiraz ediyor? Bunu nasıl bir çözüm olarak teklif ediyor. Halkın nabzını tutun. Halk çözüm fikrini kendi arasında tartışsın. Bu tartışmanın neticesinde ne geliyor? Halktan bir teklif geliyor mu? Halk istiyor mu böyle bir şeyi? Sizin izleminize göre istiyor mu?
İstiyor. Çoğunluk istiyor. Bayağı istiyor hem de. Barışı, çoğunluk istiyor. Ama herkes barışı istemiyor. Bu bir gerçek. Çoğunluk istiyor. Acı çekenler istiyor. Şehit anaları istiyor. Şimdi ikinci tur olacakmış doğru mu?
Olabilir. Ama sadece akil insanlarla olmamalı. Bence yerel halk, akillerin yerine geçmeli. Size ikinci kez gideceğiz dendi mi?
Hayır. Öyle bir şey okudum ben.
Herkes kendi fikrini söylüyor. Kendi fikrini söyleyen insanların içinde bunu bırakmayalım, devam edelim diyenler de oldu. Dünyada örnekleri var. Nasıl olmuş barışlar? Böyle heyetler kurulmuş. Her iki tarafın da gözlemcisi olmuşlar. Çünkü barış için bir karar veriliyor; silah bırakılacak, anarşi durdurulacak… Bunun için gözlemciler oluyor. Acaba devlet sözünde duruyor mu? Savaşan taraf sözünde duruyor mu? Peki Hülya hanım bir akil insan olarak…
Bu isim çok manasız. Bence güzel.
Bence bunun adı ‘barış gönüllüleri’ olmalıydı. Biliyorsunuz “Barış Davası” yüzünden insanlar binlerce yıl ceza yedi.
Ben ceza yemedim ama gidip hesap verdim. Hakime ifade verdim. Akil insan olarak siz bu Kürt meselesinin neresindesiniz? Federasyon kurulsun mu? Yoksa “Hayır, federasyon tarafında değilim, ben sadece barışın gelmesinden yanayım, Türkiye bir bütün olarak kalsın” mı? Siz bu savunduğunuz şeyin neresindesiniz?
Bir kere Türkiye’nin toprak olarak bütünlüğünden yanayım. Kürt vatandaşlarımızla beraber yaşamaktan taraftarım. Ama, barış içinde yaşamaktan taraftarım. Ancak eşitlik sağlanırsa barış olur. Eşit vatandaş olmaktan yanayım ben. Hülya Hanım, siz neresindesiniz bunun? Mesela, federasyon olsun mu?
Hiçbir yerinde değilim. Tabii ki olmasın ben istemem. Ben kendi adıma istemem. Karşı tarafın talebi biz kendi kendimizi yönetelim diyorlar. Benim içinse Türkiye’deki tüm topraklar eşit olmalı. Orasını bir Kürt bölgesi olarak görmemeliyim. Kürt’ü İstanbul’da da görmeliyim, İstanbulluyu orada da görmeliyim ve eşit görmeliyim. Benim için böyle. Daha farklı bir yerde düşünemiyorum. Akil insan olduktan ve birkaç şey söyledikten sonra “hükümet yanlısı” olarak anılmaya başladınız. Bu sizi rahatsız eden bir şey mi? Yoksa “Hayır ben bir Türk vatandaşı olarak üstüme düşen görevleri yapıyorum mu” diyorsunuz?
Ben kendimi öyle hissettim. Ben sorumluluk sahibi, vicdanı olan bir insanım ve Türkiye’de insanların değer verdiği bir insanım. 50 senelik bir birikimle çıkıyorum insanların karşısına. Dolayısıyla hiç yandaşım, sağdaşım, soldaşım gibi bir şey düşünmedim. İlk anda ben bunu ifade ettim. Bu barış fikrini eğer başka bir parti, ister MHP, ister CHP, kim olursa olsun yürüyün arkadaşlar hep beraber biz bu işi halledeceğiz dendiği anda ben zaten en önde yerimi alırdım. Burada yandaşım devletin yanındayım, onun varlığını istiyorum, onun bütünlüğünü istiyorum, onu korumak istiyorum çok değerli benim için. Ben bunu anlatamadıysam anlatamamışımdır Armağan, bilmiyorum. Aslında şunu söylüyorsunuz: “Ben başka bir partiden de bana bu teklif gelse ben yine yapacaktım”.
Amaç bu. Barış sağlamak ve anayasal eşitlik istiyorum. Kürt bizim kardeşimiz, eşit olmak istiyorum ben. Benim kadar Diyarbakır’da yeni doğan bir bebeğin de hakları var diye bakıyorum ben. İnsanı seviyorum ben. Kızmıyor musunuz size “yandaş” dedikleri zaman?
Yok, kızmıyorum. Çünkü diyorum ki bir gün herkes “barış” fikrine gelecek. Çünkü doğru olan, varılması gereken sonuç bu. Ben sizi yakından tanıyorum. Dışarıdan baktığımda benim kafamda hep “sosyal demokrat” bir Hülya Koçyiğit var.
Benim hayat görüşüm o zaten. Ben sosyal adaletten yanayım. Sözüme başladığım dakikadan beri adaleti aradığımı söylüyorum. Vatandaşlar arasında adaleti arıyorum. Eşit değiliz, bu beni üzüyor. İnsanlar hakkında ne kadar kolay karar verilebiliyor. Bu biraz yadırgatıyor beni. İşte bir gün, inşallah çok geç olmayan bir gün gerçek barış sağlanacak. Artık terör bitecek, silahlar susacak ve bir arada anayasada da bir olarak eşit yaşayabileceğiz. O gün ben görevimi yapmış bir insanın huzuru içinde olacağım. O zaman herkes “Vaktiyle benim bir ara kafam bunalmıştı ama helal olsun” diyecek. “İnandığı bir şeyi yaptı” diyecek. Ben de barışa inanıyorum.
Ben yapmıyorum zaten bir şey. Halk isterse olacaktır. Önemli olan halkın ne istediğini ölçebilmekti akil insanın görevi. Adının akil insan olmasının nedeni, önce onu galiba Kılıçdaroğlu söylemiş. O oradan basının yakıştırdığı bir isim oldu. Yoksa bir gönüllülük hikâyesi bu. Sen de olabilirsin, herkes olabilir. Olmalı da zaten. Benim şu an bir çığlık atmam gerekiyorsa benim attığım çığlığa gelin siz de katılın, hep beraber halledelim. Çarşamba günü Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ödül aldınız. Ödül aldıktan sonra şöyle bir cümle kurdunuz. “Bu ödülü almak çok onurlu bir şey ama halk tarafından seçilmiş bir cumhurbaşkanından almak çok daha güzel bir şey”. Şimdi böyle deyince ben bu cümleyi okuduğumda şöyle bir duyguya kapıldım.” Bu da propaganda.
Değil. İlk defa Türkiye’de halkın oylarıyla seçilmiş cumhurbaşkanı dedim. Ben neden böyle dedim? Neden dediniz?
Çünkü ben bir halk sanatçısıyım. Benim yaptığım iş halk işi. Ve halkın oylarıyla ben bugüne geldiğimi bildiğim için halkın seçtiği bir insandan bu ödülü almaktan, yani halktan almaktan dolayı mutluyum demek istedim. Ben Süleyman Demirel’in elinden alsaydım da çok büyük onur duyardım. “Efendiler; hepiniz milletvekili olabilirsiniz; bakan olabilirsiniz; dahası, Cumhurbaşkanı olabilirsiniz. Ama sanatçı olamazsınız” diyen Atatürk döneminde yaşayıp, bu ödülü onun elinden alsaydım en büyük onur bu olurdu benim için. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin en yüce makamı değil mi cumhurbaşkanlığı? Bunun daha üzeri yok. O anda şunu demek istedim. Ben irticalen konuşurum. Ben bir halk sanatçısıyım. Sinema halk sanatıdır. Sinema elitlerin sanatı değildir. Ve bugüne kadar halkın sineması oldu bu. Devlet son 20 senedir yardım ediyor ve biz hep kendimiz başardık. Ve onu da halk seçmiş. O nedenle orada anmak istedim. Halkın ödülleri bu demek istedim. Çünkü sayın cumhurbaşkanı bu ödülü takdim ederken; “Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milleti adına Türk sinemasına yaptığınız katkılardan dolayı size teşekkür ediyorum” dedi. Türkiye’nin başkanlık sistemine geçmesini destekliyor musunuz?
Bir gün olabilir. Zamanını bilemeyeceğim. Ama bugün hazır değiliz diye düşünüyorum. Aslında tüm söylediklerinizden şunu anlıyorum. “Ben bana verilen sosyal bir görevi yerine getiriyorum. Ben halk sanatçısıyım ve bana verilen görevi yerine getirmekteyim”.
Toplumsal vicdanım beni harekete geçirtiyor. Toplumsal vicdanım olduğu için ben 50 senedir sinema yapıyorum. Sinemanın sadece bir eğlence aracı olmadığını, aynı zamanda da eğitici olduğunu savunan bir insanım. Dolayısıyla bu ülkeye olan görevimi yapıyorum. İnsanları bu kadar yaftalanmasını doğru buluyor musunuz?
Doğru bulmuyorum, çok acımasız. Çok çirkin. Bir kere peşin yargılı olmak insana yakışmıyor. İnsanla ilgili fikir sahibi olmadan onun hakkında bir beyanatta bulunmak kadar yakışıksız bir şey yok. Ben anneyim, çocuk yetiştiriyorum ve çocuklarımı yetiştirirken çocuklarıma daima ön yargılı olmamaları gerektiğini söylemişimdir. İnsanları giydikleri markalara göre yargılamamak gerektiğini öğretmişimdir daima. Böyle sosyal bir göreviniz varken bir yanda da magazinin içinde çokça anıldınız. Özellikle torununuz evlenince. Üzüldünüz mü, bir sürü şey yazıldı.
İnsan belli bir birikim sahibi olunca, belli bir yıl yaşayınca böyle şeylere hiç değer vermiyor. Duymuyorum, görmüyorum, çünkü gerçek bu değil. Ben çocuklarımın birbirlerine olan o pırıl pırıl bakışlarını görüyorum. Birbirlerini sevdiklerini biliyorum. Ve dolayısıyla o onu demiş, bu bunu demiş ben aldırmıyorum bu tarz şeylere. İyi anlaşıyor musunuz damadınızla? İki oyuncu...
Anlaşacağız galiba. Bir araya gelince aileden çok iş konuşuyoruz, onu fark ettim. O iyi bir aktör. Tiyatroda da başarılı bir aktör. Olağanüstü bir ses tonu var. Onu koruması gerekiyor. Doğru seçimler yapması gerekiyor. Şu an çok inandığı bir diziyi yapmaya devam ediyor. Ciddi ve çok çalışıyor. Neslişah sanki 40 yıldır evliymiş gibi ona çok destek veriyor. Çok anlayış gösteriyor. İnşallah becerirler. Selim Bey’le siz herhalde bu piyasada bu kadar uzun zamandır evli kalan tek insansınız. Başka da yok galiba.
Biz becerdik. Biz birbirimize emek verdik, saygı verdik, sevgi verdik. Biz birbirimizi tüketmeye değil, var etmeye çalıştık ve halen de çalışıyoruz. Çokta tatsız bir şey yaşadınız Gülşah’la ilgili umarım iyidir, iyi olduğunu okudum.
Söz tohumdur. “İyi tohum atın”a inanarak, iyi demek istiyorum. Ufacık bir kadın ama çok güçlü. İyi olacağına inanıyorum.