Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, darbe girişiminin düzenlendiği 15 Temmuz Cuma günü Binbaşı H.A.'nın askerlerin MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı kaçırma planı yaptığını anlattığını, Fidan'ın bu planı Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar'a aktardığını hatırlatarak "Size de tuhaf gelmiyor mu?" diye sordu. "Bir grup asker, MİT Müsteşarı’nı kaçırmaya ya da öldürmeye karar veriyor ve Genelkurmay Başkanı, bunu bir darbe girişimi olarak değerlendirmiyor" diye yazan Yılmaz, Darbe Komisyonu'nda konuşmalarının talep edilmesi konusunda tartışmalı bir sürecin yaşandığı Akar ve Fidan hakkında "Genelkurmay Başkanı ne zannediyordu, Müsteşar’ı kaçıracak askerlerin fidye isteyip, o parayla altlarına birer Ferrari çekeceklerini mi?" eleştirisinde bulundu.
Mehmet Y. Yılmaz'ın Hürriyet gazetesinin bugünkü (6 Aralık 2016) nüshasında yayımlanan 'Kayıp 8 saatin esrarını savcı öğrenecek mi?' başlıklı yazısı şöyle:
BİNBAŞI H.A.'dan sonra bir de ismi belli olmayan bir erin, 15 Temmuz günü darbeyi ihbar ettiği ortaya çıktı.
Bunu TBMM Darbe Komisyonu’nun AKP’li Başkanvekili Selçuk Özdağ açıkladı.
Binbaşı H.A.’nın hiç olmazsa bir inisyali var. Bu kahraman arkadaşımızın iki harflik bir inisyali bile yok. Niye acaba, “er” olduğu için mi? Özdağ’ın açıklamasına göre H.A.,MİT Müsteşarı’na suikast yapılacağını ihbar etmişti. İsimsiz er de aynı istihbaratı MİT’e getirmiş.
Özdağ, binbaşı ve erin şimdi “güvenlik amacıyla hapishanede” olduklarını da söylüyor.
Bu nasıl bir güvenlik arayışı anlayamadım. İnsanları, özgürlüklerini kısıtlamadan korumak mümkün değil mi bu ülkede?
Neyse, konumuz bu değil. Konumuz bu ihbarlara rağmen, darbenin niye engellenemediği. Hatırlayacaksınız, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar, TBMM komisyonundaki ifadesinde, “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek, girişimi en başından engelleyebileceğini” de söylemişti.
Başka emirler niye verilmemişti? Onun nedeni de bize hep “İhbar darbe değil, MİT Müsteşarı’nın kaçırılacağı ya da öldürüleceği ile ilgiliydi” diye açıklanıyor.
Orgeneral Dündar da bununla ilgili bir yorumda bulunmamıştı, hatırlarsınız. “İki kişi arasında geçen konuşma” olarak nitelemişti, Orgeneral Hulusi Akar ile Müsteşar Hakan Fidan arasındaki görüşmeyi.
Bunun “hayatın olağan akışına uymadığı” açık. Genelkurmay Başkanı, hangi düşünceyle böyle bir bilgiyi ikinci başkanından saklamak isteyebilir?
Ama belli ki Orgeneral Dündar, üstüne saygı gereği bildiğini söylemiyor. Askerlikte bu anlaşılabilir bir durum.
Onun için bunu bırakıp, Orgeneral Akar’ın neden tamamlayıcı emirleri vermediğini sorgulamalıyız. Bir grup asker, MİT Müsteşarı’nı kaçırmaya ya da öldürmeye karar veriyor ve Genelkurmay Başkanı, bunu bir darbe girişimi olarak değerlendirmiyor.
Size de tuhaf gelmiyor mu?
Genelkurmay Başkanı ne zannediyordu, Müsteşar’ı kaçıracak askerlerin fidye isteyip, o parayla altlarına birer Ferrari çekeceklerini mi?
Kara Havacılık ve Zırhlı Birlikler’de buna yönelik faaliyet var ve böyle bir ihbara rağmen doğru değerlendirme yapılmıyor, kuvvet komutanları karargâha çağrılmıyor, ordu, kolordu komutanları birliklerine sahip çıkmak konusunda uyarılmıyor.
MİT Müsteşarı çıkıp evine gidiyor, komutanlar düğünde halay çekiyor, Genelkurmay Başkanı, karargâhında darbecilerin eline esir düşüyor.
Bunu bir operet olarak yazsam, seyircileri iyi güldürürdüm!
Ama bu olayda gülmedik. Demokrasimize kastedildi, 246 vatandaşımız öldü, yüzlercesi yaralandı, sakat kalanlar var.
Şimdi MİT Müsteşarı için savcılık “tanık” sıfatıyla ifade versin diye Başbakanlık’tan izin istemiş. Bakalım bu izin verilecek mi?
Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı, Meclis’e çağrılacak mı, “tanıklıklarından”yararlanmak için?
Binbaşı H.A.’nın ihbarı ile darbe girişiminin başlaması arasında geçen 8 saatte ne oldu?
“Demokrasi şehitleri” sözü geçince ağlıyorsunuz da bu insanların şehit olmalarına neyin yol açtığını araştırmayı neden istemiyorsunuz?
Gazetede okumuşsunuzdur, Kayseri’de, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün adına bir kütüphane ve müze açıldı.
Müzenin küratörlüğünü de arkadaşım Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman yapmış. Müzecilik adına yepyeni bir anlayış olduğu söyleniyor. İşte Kayseri’ye bir hafta sonu yolcuğu için pastırma, mantı ve Develi cıvıklısının yanına bir neden daha!
Hatırlarsınız, altı yıldan biraz uzun süreyle her pazartesi günü bu köşede üç soru sordum.
İkisinin yanıtını yeni aldık: Bülent Arınç’a suikast palavra çıktı. KPSS sorularını da Fetullahçılar çalıp dağıtmış, iktidar da buna göz yummuş.
Üçüncü sorunun yanıtı hâlâ esrarını koruyor: Suudi Kralı’nın hediyeleri ne oldu?
Bu soruyu ilk kez 18 Aralık 2007 tarihinde sormuştum.
3 Ocak 2008 günü TRT’de yayımlanan bir programda, o tarihte Milliyet Ankara Temsilcisi olan arkadaşım Fikret Bilâ, bu sorumu Cumhurbaşkanı’na hatırlattı. Cumhurbaşkanı soruya açık bir yanıt vermek yerine, Çankaya’da verilen hediyeleri kaydeden bir görevli bulunduğundan, ileride hediyeleri bir “kütüphane müzede” sergileyeceğinden söz etti.
Oysa bu konuyla ilgili kanun açıktı.
Hediyelerin beyan edilip ilgilinin bağlı bulunduğu kuruma devredilmesini emreden kanun! (Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu. Her türlü seçimle işbaşına gelen kamu görevlilerinin (madde 2), yabancılardan aldıkları değeri asgari ücretin 10 katını aşan hediye niteliğindeki eşyayı, alındıkları tarihten itibaren bir ay içinde, kurumlarına teslim etmek zorunda olduklarını (madde 3) belirtiyor. Aynı kanunun uygulanması için çıkarılan yönetmeliğin 14. maddesi, seçimle işbaşına gelen kamu görevlileri ve eşlerine verilen hediye niteliğindeki eşyanın 10 gün içinde değer tespiti yapılmak üzere defterdarlıklara gönderilmesini emrediyor.) 8 Ocak 2008 günü, o tarihte Hürriyet Ankara Temsilcisi olan, şimdi CHP milletvekili arkadaşım Enis Berberoğlu, Cumhurbaşkanı’nın kendisine bu konuyla ilgili verdiği yanıtı şöyle aktardı:
“Bir tek o olsa, kaydı tutuluyor zaten, açıklayın derim. Ama kimisi çıkıyor, ‘Cumhurbaşkanı şuna cevap versin’. Ertesi gün başkası, ‘Yılbaşında Cumhurbaşkanı gibi hediye almayın’ diye yazıyor. Rahatsız oluyorum. Ayrıca birisi geldiğinde, hemen ‘Ne getirdi?’ diye bakmıyorum tabii... Hediyeleri Kayseri’de kuracağım müzeye vereceğim.”
14 Ocak 2008’de yine bu köşede, bir diplomat arkadaşımdan aldığım bir şahsi mesajı yayımladım. Şöyle diyordu: “Cumhurbaşkanı, Suudi Kralı’nın armağanlarıyla ilgili olarak yazdığın yazılara üzülüyor. Çünkü kendisi bu konularda gerçekten çok hassas ve emin ol ki gelen bütün hediyeler tek tek kayda alınıyor!” Ben de kayda almanın yetmediğini söyledim. Mümkünse kaydın bir fotokopisini bana bulup bulamayacağını sordum. Olumsuz yanıt aldım.
Şimdi müzeyi merak etmemin nedeni bu. Kralın hediyeleri söylendiği gibi müzeye verildi mi?
Bekle beni Kayseri! İlk fırsatta pastırma, mantı, cıvıklı ve müze için geliyorum!