Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "başkanlık sistemi" tartışmalarıyla ilgili olarak yaptığı " Milliyetçi Hareket Partisi parlamenter sistemin revize edilip reforma tabi tutularak devamından yanadır. Ancak milletimize görüşünü sormanın, filli çelişkiyi sona erdirmeyle ilgili müdahil olmasını istemenin hiçbir mahsurlu ve sakıncalı tarafını da görmeyecektir" açıklamasını eleştirdi. Yılmaz "Bahçeli, bilinçli bir adım atıyor. Parti içindeki hâkimiyeti kesinken 'Küçük olsun, benim olsun' diye düşünüyordu. Koltuğun altından gidebileceğini düşünmeye başladığından beri her hareketi MHP’yi tasfiyeyle görevlendirilmiş bir kayyumu çağrıştırıyor. Sosyalist literatürde buna likidatör denilir, milliyetçi sağda ne deniliyor, bilmiyorum. Bahçeli bence artık şöyle düşünüyor: 'Benim olmayacaksa, küçük olarak bile ayakta kalamasın!'" dedi.
Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Benim olmayacaksa kimsenin olmasın" başlığıyla yayımlanan (20 Ekim 2016) yazısı şöyle:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin ne yapmak istediğini, rasyonel olarak düşünürseniz anlayabilmek mümkün değil.
Aynı konuşma içinde hem parlamenter sistemi güçlendirerek devam etmekten söz ediyor, hem de başkanlık sistemini referanduma götürmek için AKP’nin eksik kalan oylarını tamamlayacağını söylüyor. Yani şöyle mi olacak: MHP, Meclis’te parlamenter sistemi savunup AKP’nin başkanlık sistemi önerisine mi oy verecek? Millete ne diyecek? “Ben oy verdim ama siz vermeyin” mi? Parlamenter sistemi güçlendirmekten ne kastettiğini bilemiyorum, çünkü onunla ilgili bir şey de söylemiyor. “Kırmızı çizgilerinden” söz ediyor, bunlar da Anayasa’nın ilk dört maddesi ve parlamenter ya da başkanlık sisteminin işleyişi için bir anlam ifade etmiyor. Hem “Milletimiz ne derse kabul ederiz” diyor hem de AKP’nin anayasa önerisini “bir görmekten” söz ediyor. Halka sorulacak olan anayasa taslağı AKP’nin taslağı olacak ise MHP liderinin bunu “bir görmesi” niye gerekiyor? O beğense de beğenmese de halk beğendiği takdirde bunu içine sindireceğini zaten söylememiş miydi? Rahmetli anneannemin bir sözü vardı: “Dilim, başıma giydirir kilim!” Ama ben Bahçeli’nin durumunun böyle olmadığını düşünüyorum. Bahçeli, bilinçli bir adım atıyor. Parti içindeki hâkimiyeti kesinken “Küçük olsun, benim olsun” diye düşünüyordu. Koltuğun altından gidebileceğini düşünmeye başladığından beri her hareketi MHP’yi tasfiyeyle görevlendirilmiş bir kayyumu çağrıştırıyor. Sosyalist literatürde buna likidatör denilir, milliyetçi sağda ne deniliyor, bilmiyorum. Bahçeli bence artık şöyle düşünüyor: “Benim olmayacaksa, küçük olarak bile ayakta kalamasın!”
Belli oldu ki günün moda suçlaması bu olacak: Referandum istemiyorsan, halktan korkuyorsun demektir! Tamam korkmayalım, soralım da halk neyi oylamakta olduğunu nasıl öğrenebilecek? Hangi televizyon kanalından öğrenecek? Hangi gazeteden? Memlekette havuza girmemiş kaç gazete ve televizyon kaldı ve onların kaç tanesinde gerçekten özgür bir tartışma ortamı sağlanabiliyor? Devlet imkânlarıyla her il ve ilçe merkezinde mitingler düzenlenirken, tersini söyleyenlere aynı devlet olanakları sağlanacak mı? Bu ülkede gerçekten özgür bir tartışma ortamı mı var ki halka meseleyi anlatacağız ve onlar da düşünüp hepimiz için en hayırlısına karar verecek?
Yıllar önce birlikte çalıştığım gazeteci arkadaşım Nilay Örnek, “Cehaletin kadar yükselirsin” başlıklı bir yazı yazmıştı. (Bu yazı Nilay’ın blogunda var, oradan okuyabilirsiniz: http://nilayornek.com/cehaletin-kadar-yukselirsin/) ‘Kürk Mantolu Madonna’ ile başlayan tartışmaları izlerken o yazıda sözü edilen bir araştırmayı hatırladım. Nilay’ın yazısından aktarıyorum. Justin Kruger ve David Dunning adlı Amerikalı iki psikiyatri uzmanının araştırmasının sonucu şu: “Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini arttırır.” Araştırmanın bulguları da şöyle: Niteliksiz insanlar, ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler. Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir. Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini anlamaktan da acizdirler. Eğer nitelikleri belli bir eğitimle arttırılırsa, aynı niteliksiz insanlar, yetersizliklerinin farkına varmaya başlarlar. Cornell Üniversitesi’ndeki öğrenciler arasında da bir test yapılmış. Klasik “Nasıl geçti?” sorusuna öğrencilerden yanıt istenmiş. Soruların yüzde 10’una bile yanıt veremeyenlerin kendilerine güvenleri müthiş çıkmış. Testin yüzde 60’ına doğru yanıt verdiklerini düşündüklerini, hatta iyi günlerinde olmaları halinde yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıklarını söylemişler. Soruların yüzde 90’ından fazlasını doğru yanıtlayanlar ise en alçakgönüllü deneklerdi. Soruların yüzde 70’ine doğru yanıt verdiklerini düşünüyorlardı. Dunning-Kruger Sendromu adı verilen “hastalık” şöyle tanımlandı: İşinde çok iyi olduğuna yürekten inanan ‘yetersiz’ kişi, kendini ve yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin hakkı olduğunu düşünür! Bakın etrafınıza, ne kadar çok örnek göreceksiniz.