Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, T24 yazarı ve P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu Başkanı Hasan Cemal ve gazeteci Cengiz Çandar'ın hakkında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret etikleri gerekçesiyle açılan davalara ilişkin, “Bu davada da ilginç olan konu, tıpkı Hasan Cemal hakkında yazılan iddianamede olduğu gibi Cengiz Çandar’ın yazılarındaki hangi ifadelerin Cumhurbaşkanı’na hakaret olduğunun iddianamede yer almıyor olması. Böylece mahkeme, bir de bu bilmeceyi çözecek” dedi.
Yılmaz’ın Hürriyet’te “Bu işler dua etmekle olmuyor” başlığıyla bugün (01.06.2016) yayımlanan yazısı şöyle:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tek tip bir gençlik yaratmak için oluşturduğu sosyal mühendislik projesinin bir parçası olarak imam hatipleri görüyordu.
Her fırsatta “ümmetin geleceğinin” imam hatiplilerin elinde olacağını söylüyordu.
Buna şimdi bir de TÜRGEV yurtlarında kalan gençleri eklemiş bulunuyor.
Şöyle dedi: “Örnek bir gençlik inşallah TÜRGEV’in yetiştirdiği, yurtlarında kalan gençler olacak.”
Ve önümüzdeki süreçteki hedefini de açıkladı: “Yeni dönemi, okul yapmaktan ziyade, okul müfredatının içeriğine yoğunlaşma dönemi olarak ilan ediyorum.”
Bu sözlerini okuyunca, Cumhurbaşkanı’nın yerlerde sürünen eğitim sistemimiz için bir önerisi olduğunu düşünmeyin.
O matematikten, fenden, edebiyattan, yabancı dil bilgisinden söz etmiyor.
Bu dallarda dünyanın en geri ülkelerinden biriyiz ama Cumhurbaşkanı’nın derdi başka.
O istiyor ki eğitim iman ve itikadın sağlamlığına yoğunlaşsın. Bunu söylerken de tabii kendi anlayışındaki bir iman ve itikattan söz ediyor.
Türkiye’nin bir geleceği olacaksa bu eğitimin dini içeriğe bürünmesiyle olmayacak.
Çocuklarımıza Finlandiya kadar matematik, Güney Kore kadar fen, Hollanda kadar yabancı dil öğretemezsek, istedikleri kadar dua etmeyi öğrensinler, Türkiye, geri kalmış bir ülke olmaya mahkûm olmaktan kurtulamaz.
Erdoğan'ın fikir özgürlüğü
Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan gazetecilere Cengiz Çandar da katıldı.
Mart sonunda yayın hayatına son verilen Radikal’de yayımlanan yedi yazısında Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği iddia ediliyor.
Bu davada da ilginç olan konu, tıpkı Hasan Cemal hakkında yazılan iddianamede olduğu gibi Cengiz Çandar’ın yazılarındaki hangi ifadelerin Cumhurbaşkanı’na hakaret olduğunun iddianamede yer almıyor olması.
Böylece mahkeme, bir de bu bilmeceyi çözecek!
Hatırlıyor musunuz bilmiyorum, Prof. Dr. Baskın Oran da Cumhurbaşkanı aleyhine bir hakaret dava açmıştı.
O davada, Erdoğan’ın avukatları “fikir özgürlüğünden” dem vuruyor ve AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına atıfta bulunuyorlardı.
İfade özgürlüğünün devlet ya da nüfusun bir bölümü için saldırgan, şoke edici veya rahatsız edici düşünceleri de kapsadığını söylüyorlardı.
Demokratik bir toplumun varlığının buna bağlı olduğunu vurguluyorlardı.
Merak ettim: İddianameyi yazan savcı, o iddianameyi kabul ederek yargılamayı başlatan yargıç, bu haberleri hiç okumadılar mı?
Hadi haberleri okumadılar diyelim, görevlerinin gereği olarak AİHM ve AYM içtihatlarını biliyor olmaları lazım gelmiyor muydu?
Öğretmen de bunu yaparsa
Milli Eğitim Bakanlığı, yaptığı incelemeyle öğrencilerinin “notlarını şişiren” okulların sayısının 200’e yakın olduğunu tespit etti.
Bu 40 ilde yapılan incelemenin sonucu. Soruşturma derinleşince bu sayının katlanması hiçbirimiz için sürpriz olmayacaktır.
Okullar, bu şişirme işini öğrencilerinin “başarı puanını” yükseltmek için yapıyorlar.
Bunu yaparak, küçücük çocuklara hak etmedikleri bir şeye sahip olarak başkalarının haklarına tecavüz edebilmeyi öğretiyorlar.
Türkiye’de eğitimin ne hale geldiğinin bir fotoğrafı bu aslında.
Daha doğrusu büyük yeni Türkiye’nin küçük bir fotoğrafı da diyebiliriz.
Başkalarının haklarına saygı göstermemek, gücü yetenin güçsüzü ezmesi artık sıradan bir davranış biçimi oldu.
Anneleri–babaları trafikte vs böyle davranıyor, öğretmenleri diğer çocukların haklarını çiğnediklerini bile bile not şişiriyor ve sonra biz o çocukların yetişip düzgün insanlar olmalarını bekliyoruz.
Hayal âleminde yaşıyor
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin Suriye politikasında bu kez bataklığa balıklama atlamaya hazır olduğunu açıkladı.
Tabii böyle söylemedi, ama söylediği şeyin bundan hiçbir farkı yok.
Diyor ki: “ABD ile güçleri birleştirsek, onların özel güçleri var, bizim özel güçlerimiz var. Cerablus hattından bir cephe açılsa aşağıya doğru temizlenip Menbic cebi kapatıldıktan sonra rahatlıkla Rakka’ya doğru gidilebilir.”
Bunun bir tek anlamı var: Türkiye’nin askerlerini Suriye topraklarına göndermesi!
Dışişleri Bakanı farkında mı bilmiyorum ama Türkiye, Rus uçağının düşürülmesinden beri Suriye üzerinde uçak bile uçuramıyor!
Uçak uçuramadığı için Kilis’i roket yağmuruna tutan IŞİD’e ancak obüslerle cevap verebiliyor.
Irak’taki küçücük birliğimizin orada bulunmasına Araplardan tutun, Ruslara kadar herkes karşı.
Böyle bir ortamda bir de askerimizle Suriye’ye gireceğiz demek, belanın tam ortasına balıklama atlamaya hazırız demektir.
Öyle görünüyor ki AKP hükümetlerinin maceracı, dünya ve bölge gerçeklerinden uzak dış politikasının bizi getirdiği yer sadece 3 milyon mülteci ile kalsa şükredeceğiz.