Hürriyet yazarı: Hayallerindeki tek adam rejimi pratiğe döküldü, OHAL 3 ay sonra biter diye hayal etmeyin

Hürriyet yazarı: Hayallerindeki tek adam rejimi pratiğe döküldü, OHAL 3 ay sonra biter diye hayal etmeyin

Hürriyet yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, darbe girişiminin ardından üç ay süreyle ilan edilen olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının üç ay daha uzatılmasıyla ilgili olarak "Bu uzatma kararı benim için hiç sürpriz olmadı. Hayallerindeki tek adam rejimi, böylece pratiğe dökülmüş oluyor. Meclis’ti, yargıydı herhangi bir ayak bağı yok" dedi. Yılmaz, "Onun için olağanüstü halin üç ay sonra da biteceğini hiç hayal etmeyin" ifadesini kullandı.

Mehmet Yakup Yılmaz'ın "Ala Greek bir komplo teorisi" başlığıyla yayımlanan (5 Ekim 2016) yazısı şöyle:

"Una faccia, una razza" diye bir söz var.

Yunan ile İtalyanların birbirlerine benzerlikleri ile ilgili olarak söylenen bir söz bu.

“Aynı yüz, aynı ırk” anlamına geliyor ama konu Türkler ile Yunanların benzerlikleri olunca ben “Aynı yüz, aynı mantalite” anlamında kullanıyorum.

İtalyanlar ile Yunanlar ne kadar birbirlerine benzerler bu konuda bir tartışmaya girecek kadar yaşamadım bu iki ülkede de ama bildiğim şu ki Yunanlar ile Türkler arasında da çok benzerlik vardır.

Bir arkadaşım bu durumu “Aynı yemekleri yediğimiz için” diye açıklıyor.

Aynı yemekler, aynı hava, aynı deniz!

Ve aynı komplocu zihniyet!

Pazar günü, kasım ayı sonuna kadar sürmesini hayal ettiğimiz “yaza veda” kutlamalarımız çerçevesinde bir tekneyle Bodrum yakınlarındaki Leros’a gittik.

O adayı seçmemiz tesadüf değil, çünkü orada çok sayıda arkadaşımız var.

Lokantacı, barcı, taksici, pastacı, manav çok sayıda arkadaş.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Lozan zafer değil, hezimettir” sözü oralarda da yankılanmış ve tahmin edebileceğiniz gibi orada yankılanması ile burada yankılanması aynı şey değil.

Nedeni de basit: Kıyılarımıza yakın Yunan adalarından birinde sahilde oturursanız bunun sebebini hemen kavrarsınız.

Doğuda bir dev kara parçası var, üzerinde askerleri, silahları vs. Ve siz küçücük bir adada karşınızda bir dev, etrafınız sularla çevrili oturursanız ürkmemeniz mümkün değildir. Tabii buna bir de küçüklükten itibaren “tarih dersi” diye kafanıza sokulan şeyleri de ekleyin.

Lafı uzatmayayım, adadaki konuştuğumuz arkadaşlarımızın, Erdoğan’ın bu sözü üzerine üretilmiş komplo teorilerine kendilerini kaptırdıklarını hayretle gördüm.

Tabii bizim buralarda her kötü şeyin altında nasıl bir “ABD şeytanı” arıyorsak, orada da her kötü taşın altında bir “Merkel cadısı” yatıyor.

Yeni komplo teorileri şu: Merkel, Suriyeli mülteciler konusunda öyle panikteki, bunu önlemek için Erdoğan ne isterse vermeye hazır.

Erdoğan’ı da öyle 3 milyar Euro ile filan kandırıp yatıştırmanın mümkün olmadığını düşünüyorlar.

Erdoğan’ın Lozan çıkışından ve On İki Ada’nın kaybından söz etmesi ile bunlar birleşince ala Greek komplo teorisi şöyle şekilleniyor:

Erdoğan, mültecilerin hepsini Türkiye’ye geri alma sözü verecek. Buna karşılık Merkel ve AB de Yunanistan’ı oyuna getirip On İki Ada’yı, yeniden Türkiye’ye verecek.Türkiye’de kalan 3 milyon mülteci bu adalara yerleştirilerek adaların nüfus dengesi değiştirilecek ve Erdoğan’ın hayali gerçekleşirken, Merkel de rahatlayacak!

Ne dersiniz? Bizim ülkemizde inandığımız komplo teorilerine göre daha mı inandırıcı geliyor, daha mı saçma?

Makamın itibarı meselesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’nin açılışı sırasında yaptığı konuşmada “Cumhurbaşkanlığı makamını ve mekânını yıpratmaya yönelik çabaları üzüntüyle karşıladığını” söyledi.

Cumhurbaşkanlığı makamına serbest seçimlerle gelinir, meşruiyetinin kaynağı budur.

Erdoğan da böyle bir seçimle işbaşına gelen, meşru bir Cumhurbaşkanı’dır.

Bizim ülkemizde, Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanlığı makamı, devletin ve milletin birliğini temsil eder.

Onun için de cumhurbaşkanlarının tarafsızlığını gözetir. Zaten cumhurbaşkanları da göreve başlarken tarafsız kalacaklarına ilişkin yemin ederler.

Ancak Recep Tayyip Erdoğan, bu kurala uymadı.

Seçildiği gün partisinden istifa etmeliydi, etmedi. Partili bir Cumhurbaşkanı gibi davrandı, davranmaya da devam ediyor. Ülkeyi “biz-siz” diye ikiye bölmekte tereddüt etmiyor. Cumhuriyet’in kurucu değerleriyle barışık olmadığını saklamıyor.

Böyle olunca da toplumun tepkisini çekiyor. Bunun siyasi olarak ifade edilmesinin önünü açıyor.

Onun için Cumhurbaşkanı, makamın yıpratılmasıyla ilgili olarak üzülmektense, Anayasal konumunu hatırlamalı ve onun sınırları içinde kalmaya gayret göstermeli.

Böyle yaparsa bir süre sonra üzüleceği görüntüler ve sözlerle de karşılaşmayacağını görecek.

Unutmamak gereken temel kural şudur: Makamların itibarını korumak, en başta o makamların sahiplerinin işidir.

 

Normali olağanüstüde arıyorlar

 

Olağanüstü hal uygulamasının üç ay daha uzatılması kararı alındı. Daha önce “45 gün içinde normale döneriz” diyen Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Devletin terör örgütlerinden kurtarılması için ne gerekiyorsa bu adımlar atılacak” dedi.

Bu adımların neler olabileceğini artık biliyoruz.

Neredeyse 40 bin kişiyi polislikten attıktan sonra poliste işten çıkarılacak hâlâ “12 bin terörist” bulabildiklerine göre, gerisini kolayca tahmin edebilirsiniz.

Daha önce de yazmıştım. Bu uzatma kararı benim için hiç sürpriz olmadı.

Hayallerindeki tek adam rejimi, böylece pratiğe dökülmüş oluyor.

Meclis’ti, yargıydı herhangi bir ayak bağı yok.

Ve zaten 15 Temmuz darbe girişiminden önce hayal ettikleri tek şey de buydu.

Zaten Adalet Bakanı da “Anayasa’ya aykırı dahi olsa her türlü tedbiri alabiliriz”

Böylece, Anayasa’yı zorla değiştirmek için yapılan bir kalkışma, Anayasa’yı yok saymanın zeminini yaratmış oluyor.

Bir yandan devlet memurları, suça ne kadar bulaştıkları ile ilgili bir mahkeme kararı olmadan, sırf şüphe gerekçesiyle meslekten kitleler halinde atılırlarken, diğer yandanYozgat Valisi gibi tipler, vatandaşların yaşam biçimlerine müdahale etme hakkını kendilerinde görebiliyorlar.

Onun için olağanüstü halin üç ay sonra da biteceğini hiç hayal etmeyin.