Işıl Cinmen*
Yıl 2016’ydı, ‘gözaltında kayıp’ bu zamana hiç uymazdı. Ama Hurşit Külter, Şırnak’ta kayboldu. 100 gün oldu, bir haber gelmedi. Şırnak’a doğru yola koyuldum, Hurşit’in annesine ulaşana kadar yolda yedi kez durduruldum. “Neden gidiyorsunuz?” diye soran polislere, “Annesinin gözlerine bakmak için…” diyemedim.
Bu koca dünyada, bu büyük ülkede ve en sonunda kendi küçük şehirlerinde bile onlara yer kalmadığı için bir süredir ahırda yaşıyorlar. Hayvanları oradan çıkarmak zorunda kalmışlar, pislikleri temizleyip, duvarları boyamışlar.
Hiç eşya yok, sadece eski bir televizyon, yerde de bir halı, o kadar.
Ev çok kalabalık, her yerde çocuk. Onlarca çocuk… Yine de Külter ailesinin durumu, çoğu Şırnaklı’ya göre iyi sayılır çünkü diğerlerinin ahırları da yok; onlar şehir boşaltıldığından beri yakındaki köylerde muşambadan çadırlarda yaşıyorlar. Kerime ana tam bir Kürt anası.
58 yaşında, 11 kez doğurmuş. Hurşit Külter dahil 11 çocuğunu da evde kendi kendine doğurmuş, sapasağlam.
Tek kelime Türkçe bilmiyor. Ben de, “Edi bese”den (artık yeter) başka Kürtçe bilmiyorum ama ona bir şeyler söylemek istiyorum.
Eve girer girmez yanına gidip, “Edi bese” deyiveriyorum anlamsızca...
O anlıyor…
Öyle bir bakıyor, öyle sıkı sarılıyor ki kemiklerim kırılıyor sanıyorum; ben de ona tüm gücümle sarılıyorum. Bence ikimizin de canı yanıyor ama bu acı ikimize de çok iyi geliyor. Türkçe bilen oğlunu yanına çağırıp, “Bu kız İstanbul’dan gelmiştir” diyor.
“Hurşit’in akıbetini merak etmiş. Ne sorarsa cevap ver, bir de ayranla salatalık ver ona.” Kamil Külter, 34 yaşında
Hurşit Külter kim? Nasıl bir insan? Hurşit benim bir küçüğüm, 32 yaşında. Dokuz erkek iki kız kardeşiz. En küçüğümüz 14 yaşında. Bizim coğrafyada böyledir, 15 çocuklu aileler bile vardır. Hurşit, hepimizden farklıydı… Nasıl farklı?
Bu kadar yokluğun içinde insan sadece hayatta kalmaya çalışır… Ama Hurşit öyle değildi. Doğuştan mıdır, mayasından mıdır bilinmez; o hep okurdu, düşünürdü. Elinde hep bir kitap olurdu. Hepimiz 10-12 yaşlarından itibaren yerin 40 metre altındaki kömür ocaklarında çalıştık. Ama o çok zeki olduğu için onun okula devam etmesini istediler. İdealist ve azimliydi, çok çalışırdı. Hümanist biriydi. Herkesi kendinden önceye koyardı, sanki herkes ondan önemli gibi davranırdı. Yaşlıyla yaşlı, çocukla çocuktu. Herkesi anlamaya çalışırdı. İstanbul’da 18 ay askerlik yaptı, askerde de hiç sorun yaşamadı. İyi ve zekiydi… Ve mücadeleci.
Ne için mücadele veriyordu?
O aramızdaki en parlak çocuktu, kendini buradan kurtarsın istiyordum… O yüzden ona sizin bu sorunuzu ben de sormuştum. Bana şöyle demişti: “Bu dünya herkese yeter. Bütün halklar bu coğrafyada eşit yaşasın diye mücadele veriyorum. Bundan vazgeçemem.” İlkokula gidene kadar tek kelime Türkçe bilmeyiz biz. Anamızın dilini biliriz bir tek, Kürtçe… Ama Hurşit kendi azmiyle o yaşta Türkçe’yi sökmüştü. Anadolu Lisesi’nin bitirdi, okulun en iyi üçüncü öğrencisiydi. Üniversitede öğretmenliği kazandı. Ama ideali insan hakları savunucusu bir avukat olmaktı. Puanı yetmediği için bir yıl daha sınava hazırlandı. O sırada siyasi alanda mücadele vermek istedi ve okumaktan vazgeçti.
PKK’ya katıldı mı?
Hayır, silahlı mücadeleyi çözüm olarak görmezdi. Zaten mizacı da buna izin vermezdi; insanları incitmemeye çalışırdı, incitmekten çok korkardı. Fiziksel olanı bırakın duygusal olarak bile zarar veremezdi. Hurşit, Demokratik Bölgeler Partisi’nin Şırnak il yöneticisiydi, siyasal mücadele veriyordu. -Di’li geçmiş zamanda konuşmaya başladığımızı farkettim. Hayatta olduğuna inanmıyor musunuz?
Aradan uzun süre geçti. Umudumuz tükenmeye başladı. Yaşıyor olsa bize muhakkak haber gönderirdi. Biliyor musunuz, belirsizlik en kötüsü… Öldüyse bile bir mezarı olsa… Yasını tutabilelim diye… Kimse dünyaya kazık çakmaz ama belirsizlik insanı tüketiyor. Bir binanın molozları altında mı kaldı? İşkence mi görüyor? Susuzluktan ölmüş mü? Annem bu düşünceler yüzünden çok yıprandı. Hurşit’i kaybetmeden önceki haliyle şimdiki halini kıyaslama fırsatınız olsaydı ne halde olduğunu anlardınız. Annem, Hurşit’e çok düşkündü. Hurşit, annemizi hep el üstünde tutardı, ona hepimizden iyi bakardı. Birden ortadan kaybolunca annem yıkıldı. Annem de babam da dindardır; isyan etmek günahtır. Sürekli dua ediyorlar, geleceğini umuyorlar.
Bu söyleşinin tamamını Ot dergisinin eylül sayısında okuyabilirsiniz.