Hüseyin Üzmez, Ahmet Emin Yalman’ı niçin vurmuştu?

Bir çocuğa cinsel istismardan yargılanan Hüseyin Üzmez, yaptığını suç saymıyor, “Zaten gazeteci vurmuşum” diyor. O, 22 Kasım 1952’de, Ahmet Emin Yalman’ı vurmuştu.Taciz olayı ve skandal açıklamalarıyla gündemden düşmeyen Hüseyin Üzmez'in gururla söylediği 'gazeteci vurmuş adamım' sözlerinin perde arkasını Altan Öymen yazdı. İşte o yazı: Hüseyin Üzmez, Ahmet Emin Yalman’ı niçin vurmuştu?..Günün ‘kahraman’ı, Hüseyin Üzmez... Televizyon yayınlarına çıkıyor, gazete manşetlerinde yer alıyor. Hakkındaki iddiaların zaten suç olmadığını söylüyor. İslamiyet’te çocuklar ‘akıl baliğ’ olur olmaz reşit sayılırmış. Medeni Kanun’daki rüşt yaşı, onu zaten ilgilendirmiyormuş. Üzmez o arada gazetecileri de azarlıyor. ‘Ben zaten gazeteci vurmuştum’ diye ‘hatırlatma’lar yapıyor. İşin öteki tarafları (o arada çok ilginç bir ‘adli tıp raporu’), hakkında medyada haberler, yayınlar çok. Ama Hüseyin Üzmez’in hatırlattığı ‘gazeteci vurma’ olayını bilenler az. Yakınımdaki gençler arasından sorular geldi... ‘Kimi vurmuş, niçin vurmuş, nasıl vurmuş?’ diye. Bu nedenle, o olayı bir de ben hatırlatayım. Yalman’ı da hatırlayalım Yıl 1952’ydi. Aylardan Kasım... Olay 22 Kasım gecesi Malatya’da oldu. Vurulan gazeteci, o zamanki Vatan gazetesinin sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’dı. Önce onu hatırlayalım. Yalman, zamanının en ünlü ve en aktif gazetecilerindendi. 1888 (Selanik) doğumluydu. Yani, o sırada 64 yaşındaydı. 1910’da İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra dört yıl ABD’de felsefe okumuştu. Türkiye’ye döndüğünde, Darülfûnun’da (İstanbul Üniversitesi’nde, Ziya Gökalp’ın yanında asistanlık yaptı. Bir yandan da gazeteciliğinin ilk adımlarını attı. Vakit gazetesinin kurucu ortağı oldu. Orada yazdığı yazılar yüzünden 1920’de İşgal kuvvetlerince Malta’ya sürüldü. Dönünce, Vatan’ı çıkardı. 1925’te İstiklâl Mahkemesi’ne ifade vermeye çağırılan gazeteciler arasındaydı. Zamanın diğer ünlüleriyle birlikte birkaç hafta gözaltında kaldılar. Yalman hapse mahkûm olmadı. Ama gazetesi Vatan kapatıldı. Kendisi de uzunca bir süre gazeteciliğe devam etme imkânı bulamadı. Bir süre ticaretle uğraşan Yalman’ın Vatan’ı çıkarması ve yeniden Vatan’da başyazılarına başlaması 1940 yılındadır. Yalman, çok partili döneme geçildikten sonra, muhalefetteki Demokrat Parti’nin başlıca destekçileri arasındaydı. Bu desteğini Demokrat Parti’nin iktidara geçmesinden sonra da bir süre devam ettirdi. Fakat daha sonra DP’nin ‘irticai hareketler’e göz yumduğu kanısına vardı. Evvelce hakkında çok övücü yazılar yazdığı Başbakan Adnan Menderes’i de eleştirmeye başladı. O eleştiriler yüzünden Menderes’le ilişkileri zaman zaman bozuldu.Bazen düzelir gibi oldu, sonra tekrar bozuldu. 1952 Kasım’ında ise, o ilişkiler, ne iyi, ne kötü denilebilecek bir durumdaydı. ‘Dönme’ suçlamaları Yalman’ın laikliğe aykırı hareketlere karşı takındığı tutuma en şiddetli tepkiler o dönemin ‘dinci basın’ından geliyordu. Necip Fazıl Kısakürek’in Büyük Doğu Dergisi başta olmak üzere Yalman’ı hedef alan yayınlar yapıyorlardı. Büyük Doğu, olaydan önce, bir günlük gazete hazırlığına girmiş ve yayınını bir süre için durdurmuştu. Ama ‘Büyük Cihat’ gibi dergiler aynı yöndeki yayınlara devam ediyorlardı. ‘Dinci basın’ın yayınlarında Yalman’ın, o zamanlar ‘Selanikli’ veya ‘dönme’ gibi sıfatlarla ifade edilen ‘Sebatayist’ gruplara mensup olduğu, dolayısıyla ‘Yahudilik’le ilişkisi bulunduğu -bazen ima yoluyla, bazen doğrudan doğruya- ileri sürülüyordu. Ayrıca, onun ‘Mandacılık’ yaptığı, Ermeni yanlısı olduğu, gazetesinde ‘güzellik müsabakası düzenleyip Türk kızlarını teşhir ettiği’ gibi rivayetler ortaya atılıyordu. Ahmet Emin Yalman ise, tehdit de içeren bu yayınlara pek aldırış etmeden, düşündüğünü yazmaya devam ediyordu. Malatya postanesinde... Yalman, başyazılarını yazmasının yanında, gazetesinin başarısı için, bir muhabir gibi çalışmaya da alışmıştı. 1952’nin kasım ayında da Vatan’ın ‘memleket ilaveleri’ adı altında yayınladığı eklere katkıda bulunmak için bir Anadolu gezisine çıkmıştı. Kasım’ın ikinci yarısında, Elazığ’daydı. Oradan Malatya’ya geçmişti. Onun Malatya’da olduğu günlerde de, Başbakan Menderes Malatya’ya gelmişti. Partisinin İl Kongresi’ne katılmıştı. Bir gece sonra Başbakan şerefine verilen yemeğe Yalman da davetliydi. Menderes’in yemek konuşmasını dinleyince, gazeteciliği galip geldi. Konuşmanın bir özetini hemen o gece gazetesine -telefonla- bildirmek için postaneye gitmek istedi. O zamanlar, tabii, Türkiye’deki telefon imkânları daha emekleme çağında... Bir gazetecinin şehirlerarası telefon bağlantısı kurmasının yolu, postaneye gidip, oradaki memurların başında durarak, o bağlantının kurulacağı zamanı beklemek... O ‘bekleyiş’ de -gününe göre- bazen bir saat sürer, bazen üç saat... Ama işin tek çaresi o... Postaneye gidilecek. Sabredilecek... Yalman, o amaçla yemekten ayrıldı. Vatan gazetesinden, onunla birlikte Malatya’ya gelen gazeteci Kemal Aydar’ı buldu. Postaneye gittiler. Memurlara gazetenin telefon numarasını bildirip beklemeye başladılar. Yalman, o arada yemekte aldığı notları Aydar’a dikte etti. Dikte bitince telefon hâlâ bağlanmamıştı. “Ben biraz yorgunum, gidip uyuyayım. Haberi sen geçersin” dedi. Oteline gitmek üzere, postane binasından çıktı. ‘Elime taş yağıyor sandım’ Yalman’ın oteli, postane binasının önündeki büyük meydanın karşı tarafındaki Malatya Palas Oteli’ydi. Oraya varması en fazla iki dakika sürerdi. Adımlarını o güven içinde atarken, başka bir şey oldu. Bunu, Yalman’ın daha sonra yazdığı anılarından izleyelim: “Kapıdan çıkar çıkmaz elime taş parçalarının yağdığını fark ettim. Bundan evvel tabancayla vurulmak gibi bir şey başımdan geçmediği için elime mermilerin çarptığını ve bir suikast karşısında bulunduğumu hiç hatıra getirmedim. Karşımda kimse yoktu. Kulağıma silah sesi de gelmemişti. Birtakım münasebetsiz adamların birbirlerine taşlar attıklarını sanarak, elimi meydana doğru uzattım, ‘Artık yeter, bu manasızlığı bırakın’ diye bağırdım. Bu sırada elimin kanlar içinde olduğunu fark ettim. Karnımdan ve bacaklarımdan aşağı da, sıcak bir şeyler akıyordu. Bir tehlike karşısında bulunduğumu anladım, telgrafhane önündeki basamakları acele indim, hızla meydanı bir koşuda geçerek otelin kapısına yaklaştım. Kapının bulunduğu pasajın önünde birtakım insanlar duruyordu. Kendilerine hitap ederek: ‘Taksi, doktor’ diye yardım istedim. Hiçbiri en küçük bir ilgi göstermediSonradan anlaşıldığına göre bunlar herhalde fesat şebekesine mensup kimselerdi, cinayeti seyre çıkmışlardı.” Ahmet Emin Yalman, anılarında tehlikenin büyüklüğünü o zaman fark ettiğini belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Koşarak onlardan uzaklaştım ve İş Bankası binasına doğru gittim. Bu arada herhalde pek çok kan kaybetmiş olacaktım. Ertesi gün meydanın çeşitli noktalarında görülen kan birikintileri ve elbiselerimi sırılsıklam hale koyan kanlar bunu belli etmişti. Kuvvetim sonuna gelmişti, kendimden geçtim ve yere serildim.” Yalman’ın kendinden geçtikten sonra yerden alınıp bir otomobile bindirilerek hastaneye yetiştirilmesi bir şoför sayesinde oluyor. Hastanede doktorlar, bir ara nabzının durmasından endişe ediyorlar... Ama sonra tehlike atlatılıyor. Polis ise, Başbakan Adnan Menderes’in de sık sık bilgi edinmek istediği yoğun bir arama ve soruşturma faaliyetine geçiyor. Ama sonuç birdenbire alınmıyor. Hüseyin Üzmez’in fail olarak saptanması ve aranması, olay yerine yakın bir yerdeki bisikletin sahibinin bulunmasıyla mümkün oluyor. O bölümü ve olayın diğer bazı ilginç yanlarını bundan sonraki (salı günkü) yazıda anlatacağım.