“Paşanın açık havadan yanmış, resmi yapılacak güzellikteki tenine çoğu kadın hayran kalırdı ama gözlerinin delici, sert denebilecek bakışları, size ne söylemek istiyorsanız açıkça, sükunetle söyleyip lafı fazla uzatmadan gitmeniz gerektiğini de unutturmayacak nitelikteydi. Çok pratik ve enerjik olmakla birlikte sesinin çok güzel bir tınısı vardı. Fransızcayı seçkin sözcüklerle konuşuyordu. Türkçede ise usta bir konuşmacı olduğu belliydi. Karşımda bir fatihin yüzü ve ifadesi, sesinde ise gün görmüş, kültürlü bir ton vardı.”
İngiliz gazeteci Grace Ellison, 1922 yılının sonbahar aylarında, Ankara’da Mustafa Kemal'le ilk karşılaşmasını bu cümlelerle anlatıyor.
Bu ilk iletişimi takip eden dönemlerde Ellison, birçok kez Mustafa Kemal ile görüştü.
Ellison’ın hem gazete yazıları hem de kitapları, zaman içinde hem modern Türkiye’nin doğuşuyla ilgili tarih yazımında hem de Atatürk biyografilerinde başvurulan kaynaklardan birine dönüştü.
19. yüzyılın son, 20. yüzyılın ilk dönemlerinde yaşayan Ellison, kadın haklarına önem veren ve İngiltere’deki oy hakkını savunan Sufragette hareketinin de destekçisi olan bir gazeteciydi.
Osmanlı İmparatorluğundaki siyasi gelişmelere ve Osmanlı kültürüne özel ilgili duyuyordu.
İlk olarak 2. Abdülhamid’in saltanatının son yıllarında Osmanlı topraklarına geldi.
Pierre Loti’nin Umudunu Yitirmiş Kadınlar romanına da ilham veren ve sonrasında Avrupa’ya kaçan iki kız kardeş olan Hatice Zennur ve Nuriye Neyrel Nisa ile arkadaş oldu.
Avrupa’da, Zennur’un A Turkish Woman's European Impressions (Bir Türk Kadının Avrupa İzlenimleri) ve Neyrel El Nisa’nın Abdulhamid’s Daughter (Abdülhamid’in Kızı) kitaplarının hem yazımına hem de basımına destek oldu.
1908 devrimi sırasında İstanbul’daydı.
Hatta Meclis-i Mebusan’ın yeniden açılış törenine katıldı.
Hem 2. Abdülhamid ile hem de dönemin önde gelen devlet adamlarıyla tanıştı.
Osmanlı ile ilgili yazdığı ilk kitap, 1915’te yayımlanan An English Woman in a Turkish Harem (Türk Hareminde Bir İngiliz Kadını) oldu.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Batı’da, hemşirelerin organizasyonuyla ilgili çeşitli çalışmalar içinde yer aldı.
İngiltere’nin o dönemki sömürgeci politikalarına tümden karşı çıkmamakla birlikte Londra’nın Osmanlı’yla ilgili siyasetini eleştirdi ve 1919’da Anadolu’da başlayan Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.
Morning Post gazetesinin muhabiri olarak, 1922 yılında deniz yoluyla Atina’dan, harap olmuş İzmir’e gidip oradan da Ankara’ya geçti.
1923’te yayımlanacak An English Woman in Angora (Ankara’da Bir İngiliz Kadını) kitabında bu dönemdeki görüşmelerini ve izlenimlerini detaylı olarak anlatacaktı.
Ellison, 1927 yılında tekrar Türkiye’ye gidecek, hem önceki ziyaretlerinden daha fazla ayrıntıyı hem de bu son ziyaretindeki izlenimlerini 1928 yılında yayımlanan Turkey Today (Bugünkü Türkiye) kitabında aktaracaktı.
Yazar, her iki kitabında da kendisiyle ilk karşılaşmasından itibaren Mustafa Kemal’le ilgili anılarını ve izlenimlerini detaylı olarak aktarıyor.
Ellison, daha önce Londra’da görüşmüş olduğu Fethi Okyar’ın da hazır bulunduğu ilk görüşmede, Mustafa Kemal’in astragan bir kalpak giydiğini, sigara üstüne sigara içtiğini ve hemen İngiltere’den haberleri sorduğunu yazıyor.
Bu görüşmeden bir gün sonra Mustafa Kemal, Hacı Bayram’da kalan Ellison’a bir araba yollayarak onu Çankaya’daki evinde ağırlıyor.
Görüşmeler sonra da devam ediyor.
Ellison, Mustafa Kemal’in çalışma odasında; Osman Gazi’nin portresinin, kitaplarla dolu rafların, Kütahya porselenlerinin ve İran halılarının olduğunu anlatıyor.
Yazar, masada Napolyon Bonaparte ile ilgili kitaplar görünce Napolyon ile ilgili bir sohbet yaşanıyor.
Mustafa Kemal bir noktada Ellison’a, "Napolyon’un dava için değil kendisi için savaştığını, bu yüzden hezimetin kaçınılmaz olduğunu" söylüyor.
Ellison, "Mustafa Kemal’in bir diktatör olmayı tercih etmediği" yorumunu yaptıktan sonra kendisinin meclisle ilgili görüşünü aktarıyor:
“Meclis’ diyor, ‘Tek adam demek değildir. Ben sadece Meclisin başkanıyım'”.
İngiliz gazeteci, Mustafa Kemal’in gençlere çok güvendiğini belirtip kabinedeki bakanların hiçbirinin ileri yaşta olmadığına da dikkat çekiyor.
Mustafa Kemal’in güçlü bir konsantrasyon yeteneğinin bulunduğunu ve kafasını hemen boşaltıp yeni bir konuya odaklanabildiğini belirtiyor.
Ellison, kitaplarında Kurtuluş Savaşı'nı yürüten kadrolardan ‘milliyetçiler’ diye bahsediyor.
Mustafa Kemal'in, kendisine 'Kemalist' kelimesinden hoşlanmadığını ifade ettiğini de aktarıyor:
“Kemalist kelimesini işitmekten hoşlanmıyor. ‘Bu kelime hareketin ruhunu anlatmıyor. Ben ölsem de canlı da kalsam hareket devam edecektir’.
"Avrupa’daki birçok büyük devlet adamıyla konuştum ama onun kadar alçak gönüllü olanına hiç rastlamadım.”
İngiliz gazeteci, Mustafa Kemal ile birlikte Çankaya'daki evin çevresindeki evlere ziyarete gittiklerini aktardıktan sonra şu yorumu yapıyor:
"Mustafa Kemal her zaman, herkesin gelip kendini görme hakkı olduğunu söylüyor ve bunda samimi olduğu anlaşılıyor. Köylülerle konuşmaktan hoşlanıyor ve onların saf değerini çok takdir ediyor."
Grace Ellison, İsviçre’nin Lozan kentinde düzenlenen barış görüşmelerini de gazeteci olarak izledi.
Bu dönemde hem Türk hem de İngiliz heyetleriyle görüştü.
Dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon da görüştüğü isimlerdendi.
Bu süreçte Türk heyetinden ise İsmet İnönü ile yakın iletişim kurdu.
Ankara’da Bir İngiliz Kadını kitabında Ellison’ın Mustafa Kemal ile Lozan görüşmeleri döneminde yaptığı röportaj da yer alıyor.
Bu röportajda Mustafa Kemal, barıştan yana olduklarını ama bunun ancak Türkiye’nin bağımsızlığının kabulüyle olabileceğini vurguluyor.
"Büyük devletlerin, özgürlüklerini tanımayan şartları kabullenmeyecekleri gerçeğini anlamaları gerektiğini" söylüyor.
Ellison’ın, gazetelerin Ankara’yı kibirlilik ve zenofobi (yabancı düşmanlığı) ile itham ettiğini belirtmesi üzerine Mustafa Kemal, “Bu suçlama propaganda amacıyla ortaya atılmıştır” diyerek bunları reddediyor.
“Benim bütün hayatım ve her faaliyetim Avrupa’dan nefret etmediğimin bir delilidir” diye konuşan Mustafa Kemal, "Bulgarlarla savaştığı halde bugün onlarla dost olduğunu, Yunanlara karşı da aynı duygularla dolu olduğunu" belirtiyor.
“Hristiyanları siz mi sürüyorsunuz yoksa Anadolu’yu panik içinde kendileri mi terk ediyorlar?” sorusuna verdiği cevapta ise şu cümleler yer alıyor:
“Bu konuda hiçbir tedbir almış değiliz. Onları kalmak ya da gitmek konusunda tamamen serbest bıraktık. Onları dini düşmanlığın yönlendirdiği, çoğunlukla Amerikalıların yaptığı propaganda dehşete düşürmüştür. Binlercesi Yunan ordusunun peşine takılmış ve hâlâ kaçarken birçoğu da geri gelmektedir.”
İstanbul’un durumuyla ilgili soru karşısında ise, “Biz Mudanya’da yaptığımız vaatlere sadık kalacağız. Bu arada İstanbul’da yabancı birlikler görmek doğal değildir ve bunlar mümkün olan en kısa sürede geri çekilmelidir" diyor.
Ellison, İngiltere’de kurulan yeni Muhafazakâr Parti hükümetini de soruyor.
Mustafa Kemal ise "İngiltere’nin siyasi partilerinin kendi meseleleri olmadığını, bütün yayılma politikalarının karşısında olduklarını" belirtiyor.
Ellison, Ankara’da Bir İngiliz Kadını kitabında İtalya’nın başkenti Roma’da Papa 11. Pius ile de görüştüğünü, bu görüşmede Anadolu’daki durumu konuştuklarını ve Papa’ya Mustafa Kemal’i övdüğünü yazıyor.
Kitapta bunun ardından Mustafa Kemal’le görüştüğünü belirtiyor.
Bu görüşmede Ayasofya’nın durumu da konuşulmuş.
Ellison, Mustafa Kemal’e, Hristiyanlara yönelik bir jest olarak Ayasofya’yı Papa’ya vermesini önermiş ve bu konudaki görüşünü sormuş.
Mustafa Kemal ise cevabında Kilise’nin çok bölünmüş olması nedeniyle bunun mümkün olmayacağını, Ellison’ın barış için düşündüğü böylesi bir jestin Rusların, Yunanların ve Anglikanların Ayasofya için kendi topraklarında savaşmalarına sebep olacağını söylemiş.
Ellison’ın aktarımına göre Mustafa Kemal, sözlerinin devamında müze olasılığından da bahsediyor ve Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmelerinin Katolik Kilisesi’ni incittiği takdirde orayı müze hâline getirebileceklerini veya tamamen kapatabileceklerini belirtip ekliyor:
“Hiç kimse Hristiyan dünyasını kasten incittiğimizi söyleyememelidir”.
Turkey Today kitabında yazar ile Mustafa Kemal arasında yapılan, din ve kadın hakları konusundaki dikkat çekici konuşmalar yer alıyor.
Ellison’ın aktardığına göre Mustafa Kemal, “Bütün bu saçmalıklar sona erecek. Haremler, peçeler, pencere kafesleri ve Bizans’tan kalma tüm geri kalmış sapkınlıklar, zamanı geçmiş ve geçmesi gereken bir çağa ait. Nüfusun yarısı esaret altındayken nasıl mükemmel bir demokrasi inşa edebiliriz? İki yıl içinde bütün kadınlar yüzlerini açmalı, erkeklerle yan yana çalışmalı ve tüm erkekler şapka giyecektir” diyor.
Kitapta Mustafa Kemal ile peçe konusunda yaşandığı belirtilen şu diyalog da yer alıyor:
“Ama peçeler çok pitoresk. Kadınlar için onlara daha fazla yakışan bir baş örtüsü keşfedilmedi.
“Yabancı yazarlara malzeme sağlamak için Karanlık Çağlar’da kalamayız.”
Ellison, din konusunda aralarında şu diyaloğun geçtiğini aktarıyor:
“Şüphelerimi elimden gelen en iyi şekilde ifade ettikten sonra ‘Din hakkında konuşuyorsunuz’ dedi; ‘Benim bir dinim yok. Bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını arzu ediyorum’. O anda söyleyebileceğim daha fazla şey yoktu. Ancak şüphesiz, kınadığı, dinin ruhu değil tutuculuklardı.”
Ellison aynı konuşmanın devamında Mustafa Kemal'in, ülkelerini yönetmek için dine ihtiyaç duyanları zayıf yöneticiler olarak niteleyip Gazi'nin şu sözlerini aktarıyor: "Benim halkım demokrasinin ilkelerini, gerçeğin gerekliliklerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir. Hurafeler gitmelidir. Herkes nasıl istiyorsa öyle ibadet etmelidir. Akla ve mantığa aykırı olmadıkça ve başkalarının özgürlüklerine müdahale etmedikçe herkes kendi vicdanına uygun davranabilmelidir."
Ellison, ikinci kitabında, Türkiye’ye beşinci kez gittiğinde, Mustafa Kemal’in artık ülkenin cumhurbaşkanı olduğunu, ülkenin kuruluşu için gece gündüz çalıştığını anlatıyor.
Ülkenin dönüşümü, kadınların hayatındaki değişimi, Ankara’nın gelişimini şaşkınlıkla karşılıyor.
Mustafa Kemal’in çalışmak için Ankara’yı övdüğünü, İstanbul’da çalışmanın imkânsız olduğunu söylediğini yazıyor.
Yazar, yoğun çalışma temposu arasında Atatürk’ün hayatında dansa da yer olduğunu gözlemlemiş:
“Kesinlikle tüm dikkatini bir şeye vermiş durumda. Ancak dans etmeye de inanıyor. Sabahın sekizine kadar süren bir dans olsun, ortamdan son ayrılanlarından biri olarak, bir çocuk gibi ondan keyif alacak ve bir saat içinde, en parlak konuşmalarından birini yapmaya hazır olacaktır. Böylesine bir enerji ve canlılık, herkesin imreneceği Allah vergisi özellikler.”
Ellison, Atatürk’ün Kızılay için düzenlenen bir baloda ziyaretçilerini ağırladığını, onlara şampanya sunulduğunu ve kadeh kaldırdığını, burada kendisine de kadeh kaldırıldığı için onur duyduğunu, Atatürk’ün yaptığı konuşmada kendisinin İngiliz yazar H.G. Wells’in ülkesinden geldiğini söylediğini, H.G. Wells’in ‘Ana Hatlarıyla Dünya Tarihi’ kitabından bölümler aktardığını ve H.G. Wells’i övdüğünü aktarıyor.
Turkey Today kitabında Ellison, dünyanın farklı yerlerinde Mustafa Kemal’in popüler bir isim haline gelmekte olduğunu, Türkiye ile aynı dönemde Beyrut ve Kudüs gibi kentlere de gittiğini, Filistinliler ve Suriyeliler arasında Mustafa Kemal’in bir süper adam olarak görüldüğünü yazıyor.
Yazar, Suriyelilerin Türkleri sevmemekle birlikte Mustafa Kemal’i milliyetinin ötesinde bir kurtarıcı olarak gördüklerini ve “Bizim Kemalimiz kim olacak?” sorusunu sorduklarını da ekliyor.
Türkiye’nin yaşadığı değişim karşısındaki şaşkınlığını ise yazar, Turkey Today’de şu sözlerle ifade etmiş:
“Bu, en son gördüğüm Türkiye, Mustafa Kemal Paşa’nın yarattığı Türkiye. Acaba, 20 yıl önce bildiğim Türkiye kendi hayal gücüm dışında hiç var olmuş mudur?”
Peki Grace Ellison’ın yazdıklarına nasıl yaklaşmak gerekiyor?
Ellison’ın çalışmalarını BBC Türkçe’ye değerlendiren İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Y. Doğan Çetinkaya, Cumhuriyet’i kuran kuşakların yabancı gazetecileri önemsediğini belirtiyor.
Çetinkaya, “Kurucu kuşak için ve buna Mustafa Kemal de dahildir elbette, yabancıların yeni cumhuriyeti nasıl gördükleri ve görmeleri gerektiği önemli bir meseleydi. Bundan dolayı yabancı gazeteciler ile mülakat ve yapılanların yurt dışında temsili önemsenirdi” diyor.
Ellison, Mustafa Kemal'den yaptığı aktarımlar hakkında Türk basınında tartışmalar çıktığını söylüyor.
Çetinkaya; Aralık 1922’de Morning Post’ta yayımlanan Grace Ellison imzalı bir haberde, Mustafa Kemal’in Türkiye’nin müşkül durumda olduğunu söylediğinin yazıldığını, Anadolu Ajansı’nın buna karşı tekzip yayınladığını, bu durumun tartışma yarattığını, Ellison’ın ise kendisinin Türk dostu olduğunu, gazetenin bir yanlış aktarım yaptığını, Mustafa Kemal’in dediklerini asla çarpıtmayacağını söylediğini belirtiyor.
“Bu noktada neden rahatsız olunduğu ya da İngiliz basınında neyin nasıl verildiği bile bizim için yorum yapmaya ve sonuç çıkarmaya elverişli verilerdir” yorumunu yapıyor Çetinkaya.
Çetinkaya, Ellison gibi yabancı isimlerin o dönem yazdıklarının tarih açısından değerli olduğunu savunuyor:
“Kişinin kim olduğunun bilinmesi o tanıklığı değerlendirirken önemlidir ama kim olduğunun önemi yoktur. Onun için birçok yabancı gezginin, devlet görevlisinin ya da Grace Ellison gibi bir yabancı gazeteci kadının aktarımları kıymetlidir.
“Güvenilirlik ve nesnelliğe ilişkin soğukkanlı eleştirel yaklaşım herkesin yazdıkları için geçerlidir. Elbette Ellison'ın yazdıklarına da kim olduğunu göz önünde bulundurarak yaklaşmalıyız ama her belgeye yaklaşırken sahip olmamız gereken mesafeyi aldıktan sonra diğer metinlerden farkı yoktur.
"Yabancı olmasının bizim açımızdan dezavantajları olabileceği gibi olumlu tarafları da olacaktır. İstanbul'u ziyaret etmiş Virginia Woolf gibi büyük bir edebiyatçının izlenimleri de bir gazeteci olarak Ellison'ın yazdıkları da bizim için değerlidir.”