Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Candaş Tolga Işık'ın sunduğu Az Önce Konuştum programına konuk oldu. Gündeme ilişkin değerlendirmede bulunan Kalın, son zamanlarda sık sık gündeme gelen tarikat ve cemaatlerin durumuyla ilgili olarak da konuştu. "Biz artık cemaat diye yola çıkan bir yapılanmanın nasıl bir terör örgütü haline geldiğini gördük" diyen Kalın, "Herhangi bir cemaat ya da ideolojik grupla ilgili somut, verilere dayalı tehdit teşkil eden bir durumu varsa biz ona derhal müdahale ederiz" diye konuştu.
İbrahim Kalın'ın açıklamalarından satır başları şöyle:
Biz artık cemaat diye yola çıkan bir yapılanmanın nasıl bir terör örgütü haline geldiğini gördük. Yani şimdi bir hadis var, 'Bir Müslüman 2 defa aynı yerden sokulmaz' diye. Yılan 2 defa sokuyorsa artık siz zaten kontrolü kaybetmişsiniz demektir. Geçmişe doğru baktığınızda devleti ele geçirmeye çalışan çok farklı gruplar elbette olmuştur. Bunları da sadece dini cemaat ya da tarikat diye kodlamak da çok yanlış. Farklı ideolojik gruplar da olmuştur. Sağ kemalistler, sol kemalistler gelmiştir, "Devlet bizim" demiştir. Başka başka tipler ya da ideolojik örgütlenmeler... Masonlar gelmiştir, onlar bunlar gelmiştir, kendilerince "Devlet bizim" iddiasıyla ortaya çıkmışlardır. Bunların hepsi yanlış. Dini cemaatler toplumun bir gerçeğidir. Kendi sınırları içerisinde toplumun ortak menfaatine hizmet ettikleri müddetçe, meşru sınırlar çerçevesinde faaliyet göstermelerinden daha meşru bir şey olamaz. Onları, ne olduğundan daha toz pembe ne de olduğundan daha kötü daha korkunç göstermek doğru bir şey olmaz. Böyle bir hüküm vermek de yanlış olur.
Herhangi bir cemaat ya da ideolojik grupla ilgili somut, verilere dayalı tehdit teşkil eden bir durumu varsa biz ona derhal müdahale ederiz.
Şimdi öncelikle soğuk savaşın sona ermesinden beri dünyada bir düzen arayışı var. Hakkaniyete dayalı bir düzen kurulamadığı için bölgesel donmuş ya da dondurulmuş ihtilaflar da problem olmaya devam ediyor. Bu Suriye'de var, Arap Baharı sonrası yaşanan olaylar, Libya... Karabağ meselesi çok daha eski. Bir kere bu bağlam içerisinde görmek lazım.
Karabağ meselesine baktığımız zaman 30 küsur yıldır çözülememiş bir mesele. Ermenistan defalarca Azerbaycan topraklarını işgal etmiş, ateşkesleri ihlal etmiş, yapılan anlaşmalara karşı eylemlerde bulunmuş. Bu süreci bir kere tarihi derinliği içerisinde okuduğunuzda Ermenistan'ın agresif, saldırgan tutumu bizi şaşırtmıyor. Yıllardır batılı devletler tarafından şımartılan, belki bu yönde hareket etmesi için kulağına bir şeyler fısıldanan bir küçük devletten bahsediyoruz. Mesele Ermenistan meselesi değil. Mesele daha büyük, orada bir güç mücadelesi... Güney Kafkaslarda hangi güç sistemi hakim olacak. Temel soru bu. Burada Azerbaycan, Türkiye batı ittifakının da bir parçası olarak bütün bu bölgedeki ihtilafları Rusya'nın da katılımıyla birlikte çözelim diye bir perspektif geliştirdi. 2010 yılında Türkiye Oslo protokolleriyle Ermenistan'la ilişkileri normalleştirmeye yönelik önemli bir adım attı.
Burada kaybedilmiş bir 10 yıldan bahsediyoruz. Burada kaybeden Türkiye ya da Azerbaycan değil. Burada kaybeden Ermenistan'dır. Ermenistan, Türkiye ile Azerbaycanla ilişkilerini normalleştirmiş olsa kazanan yine kendisi olacak.
Tovuz'a yapılan saldırı Karabağ'ın dışına direk Azerbaycan topraklarına yapılan bir saldırıydı. Çok tehlikeli, çok provokatif bir saldırıydı. Bizim Azerbaycanla çok özel bir ilişkimiz var. Birçok Azerbaycanlı komutan Türkiye'de eğitim görür bu çok doğal bir şeydir. Kara günde de Türkiye bütün kurumlarıyla Azerbaycan'ın yanında olmuştur, olmaya da devam edecektir. Bunu sorgulamak abesle iştigal! Azerbaycan'a bir şey dokunduğunda bu Türkiye'ye dokunmuştur. Bunu birbirinden ayrıştıramazsınız.
İşgalin sona erdirilmesi ciddi bir şekilde gündeme alınmayacaksa bu sorunun çözümü mümkün değil. Yaklaşık 30 yıldır bütün uluslararası toplantılarda kayda geçirilmiş resmi bir pozisyon vardır; Karabağ Azerbaycan toprağıdır.
Dünyada Rusya'nın pozisyonu belli zaten. Amerika ve Fransa'ya baktığınız zaman dünyada en organize Ermeni diasporası bu ülkelerdedir. Biz gerçekçi olacaksak meseleyi doğru tanımlayalım.
İlham Aliyev'in "Karabağ'da çözüme Türkiye de dahil olmalı" açıklaması üzerine;
Son derece doğru bir şey söylüyor Sayın Aliyev. Çünkü burada gene tarafsız bir şekilde yani sorunu çözme odaklı Türkiye'nin oynayabileceği çok önemli bir rol var. 30 yıldır Minsk grubu bu konuda bir çözüm üretmediyse biz bir 30 yıl daha mı bekleyeceğiz. O zaman başka bir mekanizma üzerinde düşünelim. Başka mekanizmaları devreye sokalım. Sayın Aliyev'in de dediği Rusya madem Ermenistan'ın tarafında onlar orada olsunlar. Türkiye de Azerbaycan'ın tarafında burada olsun. Biz dörtlü olarak bu meseleyi çözmek için ne yapabiliriz birlikte oturup konuşalım. Türkiye olarak biz buna hayır demeyiz. Mutlaka enine boyuna detaylı bir şekilde değerlendirilmesi gereken bir konu ama prensip olarak Minsk grubunun 30 yıldır bir çözüm üretememesini dikkate aldığınız zaman yeni bir mekanizma üzerinde düşünmenin, konuşmanın ciddi manada vakti gelmiş demektir.
Türkiye'ye önerilen şeyler muğlak vaatler. Evet "Türkiye-AB Mülteci Anlaşmasını gözden geçireceğiz, güncelleyeceğiz." Nasıl, ne zaman, ne şekilde, kim, hangi mekanizmayla. Bunun genel prensibini bir defa ortaya koyarsın. 10 defa aynı prensipleri konuşmazsınız. Bakın biz Cumhurbaşkanımızla Brüksel'e bu konuları konuşmak üzere Mart ayında gittik. O zaman da aynı şeyleri konuştuk. Hala bize Ekimde evet, "Türkiye ile AB mülteci anlaşmasının güncellenmesi konusunda prensip kararına vardık, çok önemli bir noktaya geldik" demek. Bu işi çok ciddiye almadıklarını gösteriyor. Aynı şekilde vize serbestisi konusu. Bu konuda gelin artık adımlar atalım. Kimin ne yapması gerektiği belli. Bu sorunlar var. Çünkü AB içinde de mütecanis bir bakış açısı yok. Türkiye'nin AB'ye daha yakın olmasını savunan ülkeler de var. Türkiye'ye çok daha mesafeli duran kendi sorunlarını Türkiye sorunsalı üzerinden çözmeye çalışan ülkeler de var.
Onlar açısından gerilimi tırmandırmaya çalışan bir unsura dönüştürecekler. Gerilimi tırmandırmaya çalışacaklar. Bize göre bu arama tarama çalışmaları bize yakın olan kıta sahanlığı bölgesinde olduğuna göre buna itiraz etmelerini gerektiren bir durum yok aslında.
Yarın güç dengeleri değişir gene Türkiye ile baş başa kalırlar. AB'yi araçsallaştırarak Türkiye üzerinde bir baskı kurma politikasının netice vermeyeceğini nihai olarak görmeleri gerekir.
Şimdi Libya'ya bakarsanız son 3-4 ayda sıcak çatışma yaşanmıyor. Tam da müzakerenin birlik içinde verilmesi gereken bir dönemde Trablus'un içi karışırsa, birileri bunu karıştırmak için uğraşıyor doğru. Buradan Trablus zararlı çıkar. Dolayısıyla Libya buradan kaybeder. Bu tabloya baktığınız zaman Libya'da Türkiye kazanımlarını korumaya devam eder çünkü biz Libya'nın meşru hükümetiyle çalıştık. Dolayısıyla yeni hükümet, yeni aktörler devreye girdiğinde Türkiye buradaki kazanımlarını muhafaza eder.
Özellikle son 7-8 yıldır öne çıkan 2 tane temel meselemiz var. Birisi ABD'nin PYD ve YPG'ye dolaylı olarak Suriye'deki PKK'ya verdiği destek, ikincisi de FETÖ konusunda şu ana kadar Türkiye'yi tatmin edici hiçbir adım atmamamış olması. Bu iki konu Türkiye için ulusal güvenlik meselesidir. Bunlar Türkiye'nin birliğine, beraberliğine doğrudan kast etmiş hareketlerdir. Küçük bir problemden bahsetmiyoruz. Hangi iktidar gelirse gelsin. Obama döneminde de biz bunun kavgasını verdik, Trump döneminde de biz bunun kavgasını verdik. 3 Kasım'da kim iktidara gelirse onlarla da biz bu mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. Bizim için kimin iktidarda olduğundan daha önemlisi bu iki konuda Amerikan yönetiminin nasıl tavır alacağı, nasıl adım atacağıdır.
Bizim hem mevcut yönetime hem de yeni gelecek yönetime çağrımız, beklentimiz bu iki temel konuda üzerinize düşeni yapın.
Bugün PKK'nın Suriye konusunda iş tutanlar yarın eninde sonunda bunun maliyetiyle yüz yüze kalacaklardır.
Macron Fransa'da kaybettiği irtifayı bölgesel ve uluslararası alanlarda güç projeksiyonu yaparak telafi etmeye çalışan bir lider. Türkiye'yi buralarda bir muhalif güç, ses hatta hasım gibi görmesini de ben bir noktaya kadar anlıyorum. Çünkü zihnindeki bölgesel düzene itiraz eden en önemli ülke Türkiye olduğu için; Suriye'de, Libya'da, Filistin'de ve başka yerlerde... Hedef olarak hep Türkiye'yi görüyor kendince. Ama bana sorarsanız kendi sıkletinin üzerinde yumruk sallayan bir boksör pozisyonuna düşüyor Tayyip Erdoğan karşısına çıktığında. Bu biraz politik psikoloji oldu ama işin gerçeği bu.
Koronavirüs salgının başlarında en yakın ekip olarak biz 3-4 kişiydik Huber Köşkü'nde. Tabi aileler de vardı. Hamdolsun orada Cumhurbaşkanımız çok iyi korundu. Kendisi de kurallara çok iyi riayet etti. Dışarı çıkmadık, dışarıdan konuk almadık. Beyfendi de kurallara çok iyi riayet etti. Çünkü bir, tabi kendi sağlığı, hepimizin korunması açısından, 2 kendisi de lider olarak toplumuna, milletine bir şey söylerken kendisinin önce yapması gerekir. O manada da çok iyi bir örneklik teşkil etti. Biz o süreci iyi atlattık. Tabi 70 gün bir yerde bir mekanda olmak kolay bir şey değil. Birçok insanımız tabi evinden çıkamadı o dönemde. İster istemez özlüyorsunuz. şehri özlüyorsunuz, şehirde gittiğiniz yerleri, arkadaşlarınızı vs. ama o hep beraber yaşamamız gereken bir süreçti.
"Bir devlet başkanı nasıl korunur?" noktasında bizim sağlık ekibinin iyi bir imtihan verdiğini düşünüyorum. Gördünüz yani birçok ülkenin devlet başkanı yakalandılar yani bunun şakası yok. Bugün de gene vaka sayılarının arttığı, bunu konuştuğumuz bir dönemden geçiyoruz. Virüs ortadan kalkmış değil. Sağlık Bakanı'nın açıkladığı kurallara riayet etmemiz lazım.
Biz hemen hemen her gün test oluyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın test süresi biraz daha uzun ama yakın ekibin testleri neredeyse her gün yapılıyor. Mutlaka mesaiye gittiğimiz gün gitmeden önce testlerimiz yapılıyor, takip ediliyor onlar. Sadece bizler değil bizim yakın ekipte de mutlaka onlara çok dikkat ediyoruz. Bu süreç içerisinde biz de kalabalık programları iptal ettik, kabulleri azalttık.
Koronavirüs salgının başlarında en yakın ekip olarak biz 3-4 kişiydik Huber Köşkü'nde. Tabi aileler de vardı. Hamdolsun orada Cumhurbaşkanımız çok iyi korundu. Kendisi de kurallara çok iyi riayet etti. Dışarı çıkmadık, dışarıdan konuk almadık. Beyefendi de kurallara çok iyi riayet etti. Çünkü bir, tabi kendi sağlığı, hepimizin korunması açısından, 2 kendisi de lider olarak toplumuna, milletine bir şey söylerken kendisinin önce yapması gerekir. O manada da çok iyi bir örneklik teşkil etti. Biz o süreci iyi atlattık. Tabi 70 gün bir yerde bir mekanda olmak kolay bir şey değil. Birçok insanımız tabi evinden çıkamadı o dönemde. İster istemez özlüyorsunuz. şehri özlüyorsunuz, şehirde gittiğiniz yerleri, arkadaşlarınızı vs. ama o hep beraber yaşamamız gereken bir süreçti.
"Bir devlet başkanı nasıl korunur?" noktasında bizim sağlık ekibinin iyi bir imtihan verdiğini düşünüyorum. Gördünüz yani birçok ülkenin devlet başkanı yakalandılar yani bunun şakası yok. Bugün de gene vaka sayılarının arttığı, bunu konuştuğumuz bir dönemden geçiyoruz. Virüs ortadan kalkmış değil. Sağlık Bakanı'nın açıkladığı kurallara riayet etmemiz lazım.
Biz hemen hemen her gün test oluyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın test süresi biraz daha uzun ama yakın ekibin testleri neredeyse her gün yapılıyor. Mutlaka mesaiye gittiğimiz gün gitmeden önce testlerimiz yapılıyor, takip ediliyor onlar. Sadece bizler değil, bizim yakın ekipte de mutlaka onlara çok dikkat ediyoruz. Bu süreç içerisinde biz de kalabalık programları iptal ettik, kabulleri azalttık.