Avrupa'da yükselişe geçen İslamofobi, ırkçılık, aşırı sağcı hareketlerle ilgili toplumsal farkındalık oluşmadığını söyleyen Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Yani batı aslında sorunun, meselenin farkında değil. Bu meseleyi kim doğru bir şekilde tespit edip ortaya koyacak sorusunun muhatabı da aslında İslamofobik ayrımların, ırkçılığın muhatabı olan Müslüman toplumların kendileri" dedi. "Artık giderek aşırı sağcı hareketler, ayrımcı, ırkçı, İslamofobik hareketler Avrupa merkez siyasetini belirleyen, ona rengini veren bir nitelik kazanmış durumda" diyen Kalın, "İslamofobik yaklaşımlar Avrupa demokrasisini sorgular hale getiriyor" ifadesini kullandı.
Kalın, "Artık giderek aşırı sağcı hareketler, ayrımcı, ırkçı, İslamofobik hareketler Avrupa merkez siyasetini belirleyen, ona rengini veren bir nitelik kazanmış durumda. 10 yıl 20 yıl önce olmaz böyle şeyler, bunlar ırkçı tutumlardır denen şeylerin giderek Avrupa siyasetinde, Amerika'da yeni normlar olarak kabul edilmeye başladığını görüyoruz. Bu tür İslamofobik, ırkçı yaklaşımların normalleşmesi de kendini demokrasinin, çoğulculuğun, liberalizmin merkezi olarak gören Avrupa'nın temel iddialarını da aslında sorgulanır hale getiriyor" diye konuştu. İbrahim Kalın, şunları kaydetti:
"Marks 1870-1880'li yıllarda Yahudi sorunu diye bir meseleyi ortaya atmıştı. Temeli iddiası da şuydu; eğer aydınlanma gerçekten yeni bir dünya kuracaksa, vaat ettiği özgür birey, özgür toplum, eşitlikçi sosyal yapı vaadini gerçekleştirecekse bunun testi Yahudiler üzerinden olacak diyordu. Çünkü istediği kadar Avrupalılar kendilerini demokrasinin beşiği olarak tanımlasınlar Avrupa'nın göbeğinde o dönemde bile, 19. yüzyılın ikinci yarısında bile var olan Yahudi meselesi çözülmeden, yani Yahudiler de yeni Avrupa toplumunun eşit bireyleri olarak topluma entegre edilmeden aydınlanma meselesi tam manasıyla çözülmeyecektir. Daha doğrusu aydınlanma test edilmemiş olacaktır diyor. Dolayısı ile Avrupa toplumlarının yapması gereken Marks'ın Yahudi sorunu olarak tanımladığı meseleyi çözmekten geçiyordu. Yani Avrupa'daki Yahudi topluluğu Avrupa toplumlarına eşit vatandaşlar olarak entegre edilmesi. Bu meselenin çözülmemesinin tarihi serencamını hepimiz biliyoruz. Bu meselenin çözülmeyip tam tersine Almanya'da II. Dünya Savaşı'nda modern tarihin en büyük katliamlarından, soykırımlarından birisi ile neticelendiğini hepimiz biliyoruz. Yani bir anlamda Marks'ın 1870-1880'li yıllarda gündeme getirdiği konu bir 50-60 yıl sonra kendi ülkesinde bir holokost olarak karşımıza çıktı."
İbrahim Kalın, "Gidişata baktığınız zaman nasıl o dönemde Yahudi meselesi bir mesele olarak görülmediyse, ihmal edildiyse, yok sayıldıysa bugün de Müslümanlara karşı yükselen bu aşırı sağcı, ırkçı, İslamofobik eğilimlerin, akımların, siyasi hareketlerin eylemleri önemsizleştirildiğini, işlevsizleştirilmeye çalışıldığını, normalleştirilmeye çalışıldığını görüyoruz. Bir kere bizim öncelikle buna itiraz etmemiz gerekiyor. Bunun ciddi bir mesele olduğunu, tedbir alınmazsa Avrupa'nın siyasetiyle, STK'larıyla, basınıyla, akademisiyle, dini liderleriyle buna karşı bir tavır alınmazsa bunun ileride Holokost benzeri başka felaketlere yol açabileceği tespitini bizim açık ve net bir şekilde yapmamız gerekiyor" dedi. "Müslümanların ötekileştirilmesi Avrupa'da gerçek sorunların ötelenmesi imkanını sağlıyor" diyen İbrahim Kalın, " Bu ötekileştirme üzerinden bir sahte güvenlik duygusu, sahte bir konfor duygusu yaratılıyor. Ve asıl meseleler, Avrupa toplumlarının karşı karşıya kaldıkları göç, işsizlik, ailenin çöküşü, şehirlerdeki suç, şehirleşme, ekonomik sorunlar gibi reel sorunlar ki bunların hiçbirisinin aslında Müslüman azınlıklarla bir ilgisi yok. Yahut Afrikalı azınlıklarla bir ilgisi yok, yahut Polonyalı azınlıklarla bir ilgisi yok. Ama o toplumların bu sorunları Müslümanların üzerinden tanımlayıp İslam karşıtlığı üzerinden yansıtmaya çalışması bir sahte güvenlik duygusu bir konfor duygusu yaratıyor" diye konuştu.
Kalın, "Sürekli Müslüman azınlıkların, İslam ülkelerinin batı toplumlarını ortadan kaldıracağı, onların kültürünü sanatını, medeniyetini yok edeceği, askeri olarak onları yeneceği şeklinde üretilen söylemler, özellikle İslam ve şiddeti bir araya getiren yaklaşımlar tam da böyle bir işleve sahip. Yani bir gerçekliği ifade etmiyor. Halbuki bugün somut, objektif olarak baktığınız zaman dünyanın en büyük orduları İslam ülkelerinde değil. Müslüman ülkeler dünyanın en büyük ekonomilerine sahip değil. Nükleer silahlar bir iki ülke hariç, yani Pakistan hariç neredeyse hiçbir İslam ülkesinin elinde değil. Batılı ülkelerin elinde. İşgal edilen ülkeler İslam ülkeleri. Ayrımcılığa maruz kalanlar Müslüman toplumlar. DEAŞ terörünün birinci muhatabı Müslümanların kendileri. DEAŞ bugüne kadar diğer bütün toplulukların hepsini bir araya koyun onlardan çok daha fazla Müslüman öldürmüştür. Çok daha fazla İslam ülkesinde yıkıma yol açmıştır, tarihi eserlerini ortadan kaldırmıştır. Bu belanın muhatabı da Müslüman topluluklar ama maalesef fatura da onlara kesiliyor" ifadesini kullandı.
"İslam ve şiddetin özdeşleştirilmesi çok sistematik bir şekilde yapılıyor" diyen Kalın, "Niye, çünkü küresel sistemin de bir ötekiye ihtiyacı var. Yani Komünizm yenildikten sonra, Sovyet bloğu dağıldıktan sonra bir küresel ötekiye ihtiyaç var. Küresel sistemin bu ihtiyacı şu anda bu İslam ötekileştirilmesi üzerinden sağlanıyor " dedi.
Kalın, konuşmasına şöyle devam etti:
"Alman İçişleri Bakanlığı'nın açıkladığı bir raporda geçen yıl Almanya'da Müslümanlara yönelik 950 saldırı olduğu ifade ediliyor. Bu günde neredeyse üç tane saldırı demektir. Sadece o insanlar Müslüman olduğu için, Türk olduğu için, Arap olduğu için saldırıya maruz kalmaktadırlar. Şimdi bunun tersini düşünün. Yani yılda 950 saldırının Türkiye'de kiliselere yapıldığını veya başka bir Müslüman ülkesinde havralara yapıldığını düşünün. Herhalde bütün dünyayı ayağa kaldırırlardı. Ayak işlerini yapan insanlar artık iş kuruyorlar, şirket kuruyorlar. Kültür sanat insanı oluyorlar. Yani artık toplumda görünür hale geliyorlar. Asimile olmadan, Müslüman kimliklerini koruyarak bunu yapıyorlar. Müslüman kimliklerinden feragat etmeden bu sosyal fonksiyonları üstlenmeye başlıyorlar. Bu rahatsız ediyor. Bugün tedbir alınmazsa İslamofobik yaklaşımla yarın Avrupa'da, batı dünyasında başka felaketlere yol açabilir. İkinci olarak orada yaşayan Müslüman toplulukların kendi temel hak ve hürriyetlerini savunma konusunda daha büyük bir gayretin içerisinde olması gerekiyor. Üçüncü olarak da bu İslam karşıtlığının modern dünyanın yeni normali olarak kabul edilmesine her fırsatta ve her platformda karşı çıkmamız gerekiyor."