Yabancı gazeteciler için "oturma izni" anlamına da gelen 'akreditasyon' başvurusu yapan Alman ZDF televizyonun İstanbul büro şefi Jörg Brase, Tagesspiegel gazetesinin Türkiye muhabiri Thomas Seibert ve NDR televizyonu için çalışan Halil Gülbeyaz’ın 1 Mart günü akreditasyonlarının uzatılmayacağı Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından bildirildi. 3 gazetecinin 10 Mart'ta Türkiye’den ayrılmasının ardından Almanya Dışişleri'nden Türkiye'ye yönelik seyahat uyarısı yapıldı. Alman medyası, 'krizin' bir seyahat uyarısıyla da sınırlı kalmayacağını yazdı. Türkiye, gazetecilerin akreditasyonları iptal edildikten 11 gün sonra kararını değiştirdi; ZDF Türkiye büro şefi Jörg Brase’e akreditasyonunun yenileneceğini, Türkiye’ye dönebileceğini iletti. Yaşananları bir köşe yazısıyla değerlendiren Karar yazarı Yıldıray Oğur, "Ankara'dan geri adım" ifadeleriyle değerlendirilen olay için, "Türkiye’ye baskı yaparsanız, istediğinizi alırsınız mesajı verilmiş oldu. Halbuki, içerideki medyayı ehlileştirirken başarılı olan yöntemlerin, yabancı medya üzerinde başarılı olmayacağı belliydi" ifadesini kullandı.
Oğur, "2019 yılı için akreditasyon alamamış 80 yabancı gazeteci bulunuyor" diyerek "Bunlar arasında Thomas Seibert ile birlikte BBC muhabirleri, darbe sonrası FETÖ karşıtı haberleriyle dikkat çekmiş Alman Spiegel dergisi muhabiri Maximillian Popp da var" sözlerini kaydetti.
"Medya özgürlüğü, hukuk, demokrasi birtakım Batı özentisi liberallerin hüsnü kuruntusundan ibaret değilmiş, bunlara bakışınızdaki sorunlar ülkenin ekonomisine, turizmine, sanayisine de zarar verebiliyormuş" diyen Oğur'un, “Medya özgürlüğünün ekonomiyle ne ilgisi olabilir?” başlığıyla (13 Mart 2019) yayımlanan yazısı şöyle:
Havalar ısınıyor. Turizm mevsimi yaklaşıyor. Derin bir kriz içinden geçen Türkiye ekonomisinin can damarlarından olan turizm sektörü yeni sezondan çok ümitli.
Tıklayın: Almanların yüzde 80'i Türkiye'ye seyahat etmek istemiyor
Bu yüzden 6-10 Mart tarihleri arasında Berlin’de 53’üncüsü düzenlenen dünyanın en büyük turizm fuarlarından Berlin Uluslararası Turizm Borsası (ITB) Fuarı’na Türkiye’den turizmciler yoğun ilgi gösterdi.
İlgi yüzünden THY Berlin’e ek seferler koymak zorunda kaldı.
Fuarın açılışında konuşan Alman Seyahat Acenteleri Birliği Başkanı Norbert Fiebig de “Almanya’dan Türkiye’ye bu yıl gidecek turist sayısında 2016 yılına göre yüzde 58 artış bekleniyor. Türkiye’de tatilini geçirecek tahmini Alman turist sayısının, 2015 yılında gerçekleşen 5 milyon 600 bin rakamına ulaşmasını bekliyoruz” diyerek ümitleri teyit etti.
Fuara katılan Turizm Bakanı Mehmet Ersoy da ilgiden çok memnundu.
Bu yazı “hanut bir gezi”yle fuar için Almanya’ya gitmiş bir gazetecinin elinden çıkmadı ama buraya kadar her şey Türkiye için harika görünüyordu.
Ama fuarın son günü gelen bir haber bütün bu ümitvar havayı dağıttı.
Çünkü Almanya Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile ilgili yeni bir seyahat uyarısı yayınlamış, turist olarak Türkiye gidecek Alman vatandaşlarını “gözaltına alınma” ihtimaline karşı uyarmıştı.
Uzun uyarıda, son iki yıldır Türkiye’de “sebepsiz yere” gözaltına alınmış Alman vatandaşları ve gazetecileriyle ilgili örnekler sıralanıyordu.
Peki, önce Büyükada davasında tutuklanan Alman vatandaşı Peter Steudtner’in, daha sonra uzun bir tutukluluk sonrası jet bir iddianameyle Deniz Yücel’in tahliyesi, ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya’da Merkel’le buluşmasıyla yumuşayan ikili ilişkiler, ne olmuştu da tam Almanya’dan yüksek rakamlarda turist beklenen bir turizm rezervasyon mevsiminde, böylesine kritik bir fuar sürerken tekrar bozulmuştu?
Aslında turizm fuarının başlamasından bir kaç gün önce Alman medyasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bazı seçim gezilerinde söylediği şu sözler haber olmuştu:
"Avrupa'da, Almanya'da öyle terör örgütünün toplantılarına katılıp da ondan sonra gelip Bodrum'da, Muğla'da tatil yapanlar var ya, onlar için de tedbir aldık şimdi. Hadi gelsinler bakalım havalimanlarından içerisi girsinler. Tak, gözaltına alıp, yallah..."
Fakat seyahat uyarısının esas sebebi bu konuşmalar değildi.
Uyarı, Türkiye’nin üç Alman gazetecinin akreditasyonunu uzatmama kararına bir tepkiydi.
2019 yılı için akreditasyon başvurusu yapan Alman ZDF televizyonun İstanbul büro şefi Jörg Brase, Tagesspiegel gazetesinin Türkiye muhabiri Thomas Seibert ve NDR televizyonu için çalışan Halil Gülbeyaz’a, bu kararları veren Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’ndan 1 Mart günü bir email gönderilerek akreditasyonlarının uzatılmayacağı bildirilmişti.
(Jörg Brase)Yabancı gazeteciler için her yıl yenilenen akreditasyon aynı zamanda oturma izni demek. Yani akreditasyonun iptali ya da uzatılmaması durumunda gazetecilerin oturma izinleri de bitiyor ve ülkeden ayrılmaları için onlara 10 gün süre veriliyor.
Nitekim iki Alman gazeteci 10 Mart günü Türkiye’den ayrıldılar.
Ve ertesi gün de Almanya Dışişleri bu sert seyahat uyarısını yayınladı.
Türkiye’de çok fazla gündem olmayan bu mesele, Almanya’da günlerdir medyanın ve siyasetin gündeminden düşmüyor.
Akreditasyon reddiyle ilgili konuşan Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas "Gazetecilerin engellenmesini sineye çekmeyeceğiz” dedi.
Tepkinin bu kadar büyük olmasının sebeplerinden biri akreditasyonu yenilenmeyip, bir çeşit sınır dışı edilen gazetecilerden birinin Almanya’nın resmi devlet kanalı ZDF’nin Türkiye temsilcisi olması.
TRT muhabirinin Almanya’dan sınır dışı edilmesine eşit bir durum bu.
Ocak 2018’den beri Türkiye’de ZDF’nin büro şefliğini yürüten Jörg Brase, Kosova, Afganistan, Irak, İran’da savaş muhabirliği yapmış tecrübeli bir gazeteci.
Türkiye’de sadece bir yılının doldurduktan sonra isminin çizik yemesine gerekçe olarak ZDF’de yayınlanan Türkiye’de bazı FETÖ mensuplarının MİT tarafından kaçırılması iddialarıyla ilgili hazırladığı belgesel gösteriliyor.
Belgeselde kaçırılma olaylarıyla ilgili bilgiler, kapatılan “Today’s Zaman” gazetesinin Ankara temsilciliği görevini yürütmüş olan Abdullah Bozkurt’un İsveç’te kurduğu Stockholm Center for Freedom’a dayandırılmıştı.
Akreditasyonu uzatılmayan bir diğer isim olan Thomas Seibert ise 22 yıldır Tagesspiegel’in Türkiye muhabirliğini yapıyordu.
Gazetesine yazdığı “22 yıl sonra Türkiye’den kovulmam” başlıklı yazıda hayat hikayesiyle ilgili de ilginç ayrıntılar paylaştı.
22 yıl önce, şimdi kendisi gibi Tagesspiegel’e Türkiye’den kültür, gezi haberleri yazan eşiyle evlendikten bir yıl sonra İstanbul’a yerleşen Seibert’in etnik müzik üzerine çalışan ve bağlama çalan kızı Julia’da Türkiye’de doğup, büyümüş.
Seibert, yazısında 1999 yılının Mart ayında, hapis cezası verilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan ile nasıl tanıştığını da anlatmış:
“Bundan yaklaşık 20 yıl önce Recep Tayyip Erdoğan ile ilk kez tanışmıştım. 1999 yılının mart ayında hapse girmesinden kısa bir süre önceydi. Az sayıda yabancı gazeteciyi yaptığı konuşma yüzünden ceza almasının saçmalığını anlatmak için davet etmişti. Boğaz kenarındaki Osmanlı Sarayı’ndaki görüşmede Erdoğan’ın hemen yanı başında oturmuştum. Futbol üzerine lafladık. Kısa bir süre önce maç yaparken bileğini incitmişti. Bu 20 yıl boyunca Erdoğan’ın Türkiye’nin en güçlü insanı haline gelişini izledim.”
Seibert, aslında yabancı gazetecilerin pek çoğunun aksine AK Parti’ye, dindarlara pozitif bakmış, demokrat bir gazeteci olarak tanınıyor. Zaten veda yazısında başörtülü kızlara yönelik ayrımcılığa karşı yaptığı haberlerden, AK Parti’nin demokratik reformlarına verdiği destekleri de hatırlatmış.
Peki, 22 yıl boyunca akreditasyon almış, ailesiyle birlikte İstanbul’da yaşayan Seibert’e 2019 yılında akreditasyon verilmemesinin sebebi neydi?
Bu konuda da resmi bir açıklama yok. Ama Daily Sabah gazetesinde çıkan bir “Kulis” yazısına göre Seibert, FETÖ tarafından kurulan ve Türkiye’de erişim yasağı olan Ahval sitesine çalıştığı için veto yemişti.
Ama Seibert bu yazı üzerine bir açıklama yaparak, Ahval sitesi için haber yapmadığını, sadece Arab Weekly için yazdığı haberleri Ahval sitesinin de alıp kullandığını söyledi. Gerçekten de Ahval sitesinin Seibert’in bazı haberlerini kaynak göstererek kullandığı görülüyor.
Yani aslında 22 yıllık tecrübeli bir muhabirin Türkiye’deki akreditasyonunun uzatılmaması yanlış bir enformasyona dayanmaktaydı.
Peki şimdi ne olacak?
Aslında Türkiye bu meseleyi çözmek için bazı girişimlerde bulundu.
Ama Türkiye içindeki medya dizaynlarında işlevsel olabilen yöntemlerle bunu yapmaya kalkınca kriz büyüdü.
Türkiye’nin Berlin’deki basın ataşesi, ZDF ve Tagesspiegel’a giderek akreditasyonları reddedilen iki gazeteci yerine, yeni iki isim göndermelerini teklif etti. Fakat bu teklif anında Alman medyası tarafından ahlaksız teklif olarak deşifre edildi.
Bu arada Türkiye’den ayrılan Jörg Brase da Tahran’a gitti. Alman televizyonlarına çıkıp, Alman devlet televizyonu ZDF’nin artık Türkiye ile ilgili haberlerini Tahran’dan yapacağını açıkladı. 150 yıllık bir medya tarihi, 70 yıllık bir demokrasisi olan AB adayı, NATO müttefiki Türkiye açısından ortaya absürt bir manzara çıktı.
Alman medyasında krizin bir seyahat uyarısıyla sınırlı kalmayacağı da yazıldı.
Çünkü Almanya’da medya, devlet, iş dünyası iç içe girmiş durumda. Örneğin kamu yayıncısı ZDF’nin yönetiminde Alman devletinin temsilcileriyle birlikte, kiliselerden, sivil toplumdan, iş dünyasından da temsilciler var.
Basın sendikaları hem siyaset hem de şirketler üzerinde de çok etkili.
O yüzden akreditasyon iptaline tepki olarak, ekonomik alanda da Türkiye’ye yönelik adımların gelebileceği konuşuluyordu. Bu adımlardan birinin Türkiye’de fabrika açacağı açıklanan Skoda’nın bu kararından vazgeçmesi olabilirdi.
Ama dün Türkiye, 11 gün sonra kararını değiştirdi. ZDF Türkiye büro şefi Jörg Brase’e akreditasyonunun yenileneceği, Türkiye’ye dönebileceği iletildi.
Tıklayın: Ankara'dan geri adım: Alman gazetecinin basın kartı uzatıldı
Turizm rezervasyon mevsiminde, Berlin turizm fuarı sırasında Almanlara “Türkiye’ye giderseniz tutuklanabilirsiniz” diyen bir seyahat uyarısı geldikten, Almanya’da Türkiye aleyhine onca yayın yapıldıktan, Alman resmi kanalının muhabirinin artık Türkiye haberlerini İran’dan yapacağını açıklamasından sonra...
Fakat kriz burada bitmedi. Seyahat uyarısı hala yerinde duruyor.
2019 yılı için akreditasyon alamamış 80 yabancı gazeteci bulunuyor. Bunlar arasında Thomas Seibert ile birlikte BBC muhabirleri, darbe sonrası FETÖ karşıtı haberleriyle dikkat çekmiş Alman Spiegel dergisi muhabiri Maximillian Popp da var.
Peki, şimdi Ankara, sorunların nasıl çözüleceğiyle ilgili diğer başkentlere nasıl bir mesaj vermiş oldu?
Daha önceki Büyükada, Deniz Yücel örneklerinde olduğu gibi bir kere daha Türkiye’ye baskı yaparsanız, istediğinizi alırsınız mesajı verilmiş oldu.
Halbuki, içerideki medyayı ehlileştirirken başarılı olan yöntemlerin, yabancı medya üzerinde başarılı olmayacağı belliydi.
Günün sonunda her eleştiriye tahammülsüzlük, aşırı güvenlik kaygıları, bazen gerçekten de aktivistleşen yabancı medyayla sorunları da devletin tunç sopasıyla çözme denemesi Türkiye’nin hem ekonomisine, hem turizmine hem de imajına zarar vermiş oldu.
Demek ki medya özgürlüğü, hukuk, demokrasi bir takım Batı özentisi liberallerin hüsnü kuruntusundan ibaret değilmiş, bunlara bakışınızdaki sorunlar ülkenin ekonomisine, turizmine, sanayisine de zarar verebiliyormuş.