Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Prof. Dr. Gürüz, nezarethanede kaldığı süre içinde dört kez ağladığını söyledi.Prof. Dr. Gürüz, Hürriyet lyazarı Ahmet Hakan'a nezarethanede kaldığı süreci içinde dört kez gözyaşlarını tumamadığını anlattı. Gürüz, "İçimde biriken zehri dışarı akıtmak istedim. Etrafımda kimlerin olduğuna bakmadan ağladım" dedi. 'O memura bir şey demem' Ergenekon soruşturması çerçevesinde yapılan gözaltılarda en çok tartışılan görüntü, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz’e aitti. Prof. Dr. Gürüz’ün gözaltına alınırken bir emniyet görevlisi tarafından başına bastırılarak arabaya sokulması, yadırgandı, tepkiyle karşılandı. Bu görüntü üzerine gözaltına alınma usulü tartışmaya açıldı. Milliyet gazetesi yazarlarından Fikret Bila, Gürüz’le gözaltında yaşananları konuştu: Sayın Gürüz, son gözaltılarda en çok size ilişkin fotoğraf tartışıldı. Arabaya binerken bir emniyet görevlisinin başınızı bastırması çok yadırgandı, tepki topladı. O anda neler hissettiniz? - Doğrusu o anda dikkatimi bu davranışa verecek durumda değildim. Arabaya binerken daha farklı şeyler düşünüyordum. Hızla yapılan bir hareketti herhalde. Ama ben bu hareketi yapan emniyet memuruna bir şey demem. Benim muhatabım onlar değil. Nihayet aldıkları emirleri uyguluyorlar, görevlerini yapıyorlar. Ama o görüntünün doğmasına neden olanlar düşünmeli, onlar utanmalı. O kararı verenler, beni o duruma düşürenler sorumluluk hissetmeli. Ne yaptıklarını bir daha düşünmeliler. Bu nedenle ben o polis memurlarına kırgın değilim. Bu, onların kararı değil. ‘İçimden ağlamak geldi’ Gözaltı sürecinde size en çok etkileyen, en çok üzen ne oldu? - Birçok şey oldu. Ama beni en çok üzen parmak izimin alınmasıydı. O anda çok üzüldüm, çok kırıldım, içimden ağlamak geldi, belki doluydum. Böyle bir terörist gibi, bir suçlu gibi parmak izimin alınması beni yaraladı. En çok buna içerledim. Bütün ömrünü devlet ve millet hizmetinde geçirmiş biri olarak, bu ağrıma gitti. ‘Uyuyamadım, yiyemedim’ Gözaltı koşulları nasıldı? Nasıl bir yerde kaldınız? - İstanbul’da kaldığımız yerde iki tip oda vardı. Bir tipi üç kişilikti. Üç duvarında üzerinde plastik şilteler olan sedir var. Dördüncü duvar parmaklıktan oluşuyor. Bir de tek kişilik daha küçük, içinde iki basit yatak olan oda tipi vardı. Ben tuvaletin karşısına denk gelen bu üç kişilik odayı tercih ettim. Erdal Şenel Paşa ve Dalan’ın şoförüyle kaldık. Odaların koşulları iyiydi ama insanın psikolojisi farklı oluyor. Doğrusu ben üç gün boyunca uyuyamadım, yiyemedim, içemedim. İnsanın psikolojisi yemeye, içmeye, uyumaya uygun olmuyor. Sürekli düşünüyorsunuz. Günde üç öğün gayet iyi yemek veriyorlar. Olmadığından veya kalitesi kötü olduğundan değil. Ama yemek, içmek, uyumak psikolojik olarak mümkün olmuyor. Yoksa koşullar iyiydi. Ama ben uyuyamadım. Tam uykuya geçeceğim zaman aklıma bir şey geliyor, bu nedir, nasıl böyle olur, diye düşünüyorum ve uykum dağılıyor. Kabullenmek zor tabii. Hatta bazen insan kendinden kuşkuya düşüyor, acaba diye düşündüğüm oldu ben bir şey yaptım da haberim mi yok. Ne gibi kuşkular geçti aklınızdan? - Ne bileyim; örneğin insan düşünüyor acaba benim bulunduğum bir ortamda Veli Küçük mü vardı? Ben hiç Veli Küçük’le karşılaşmadım ama olur ya bir yerde o da vardır, benim haberim yoktur. Veya gerçekten ben bir şey yaptım da hatırlamıyor muyum, diye düşünüyor insan. Hep böyle düşüncelerle uyumak mümkün olmuyor. ‘Tıraş imkânı yok’ Çıktığınızda biraz sakallı gibi görünüyordunuz. Tıraş olmak istemediniz mi? - Hayır, istememekten değil, tıraş olma imkânı yok. Tıraş malzemesine izin vermiyorlar. Acaba tıraş olmak istediğimi bildirseydim, o imkânı sağlarlar mıydı bilmiyorum, belki sağlarlardı. İlaç kullanmak zorunda olanlar için nasıl bir yöntem uygulanıyor? - Kullandığınız ilaçları alabiliyorsunuz. Ancak ilaç saatinde tek tek getiriyorlar. Zaten her gün adli tabibe götürüyorlar, sağlık kontrolünden geçiyorsunuz. Bir şikâyetiniz olup olmadığını soruyorlar. İlaçlarınız için galiba reçete istiyorlar. İlaçlarınızı öyle alabiliyorsunuz. Sigara içirmiyorlar. Ama bir havalandırma yeri var. İstendiğinde oraya çıkabiliyorsunuz, sanıyorum. ‘Polis çok nazikti’ Nezarethanedeki görevlilerin tutumu nasıldı? İfade alan polis yetkilileri hakkında izlenimleriniz neler? - Polis çok nazikti. Nezarethanedeki polis memuru çocuklar çok saygılı ve yardımsever davrandılar. Hatta sabah poğaçalarını ikram ettiler, çaylarını ikram ettiler. Bir ihtiyacımız olup olmadığını sürekli sordular. Gayet nazik gayet saygılı davrandılar. İfadeyi alan polis yetkilileri de çok nazik ve saygılı konuşup, davrandılar. İfadeyi alanlar çok zeki, birikimli kişilerdi. İfadenin bir aşamasından sonra artık bir sohbete, neredeyse bir derse dönüştü. O kadar ince ve saygılı bir tutum içindeydiler. Hangi koşullarda ifadeniz alındı ve ne kadar sürdü? - Kaldığımız yerin üst katında ifade verdim. Cumartesi akşam 21.00’de başladı ertesi sabah 7.30’a kadar sürdü. Koşullar gayet iyiydi. İfadeyi alanlarla ilgili en küçük bir rahatsızlık yaşamadım, hissetmedim. ‘Savcılar da yetenekli’ Daha sonra savcılara da ifade verdiniz. O aşama nasıldı? - Savcılar da tıpkı ifade alan polisler gibi çok yetenekli, bilgili ve saygılı kişilerdi. Çok yetenekli olduklarını gördüm. Bu Türkiye için iyi bir şey. Bu işleri konularına hakim, bilgili, yetenekli polis ve savcıların yapması Türkiye için taktir edilecek bir durum. ‘Gazetecilerle de görüştüm’ Telefon konuşmalarınızın kayıtları önünüze konduğunda neler hissettiniz? - Doğrusu kırgınlık hissettim. Benim gibi ömrünü devlet hizmetinde, millet hizmetinde geçirmiş biri için kolay bir şey değil. Benim telefonlarımın dinlenmesini beklerdim de, bunu Türk devletinin yapacağı hiç aklıma gelmezdi. Buna çok üzüldüm, çok kırıldım. Bütün telefon konuşmalarınız dinlenmiş mi? Daha çok hangi nitelikte konuşmalardı? - Günlük, olağan konuşmalar. Arkadaşlarımla, daha çok üniversite camiasından arkadaşlarla, gazetecilerle yaptığım konuşmalar. Bir özelliği yok. Benim her zaman yaptığım konuşmalar. Arkadaşlarla dertleşmişiz, görüşlerimi söylemişim. Veya gazeteci arkadaşlar bir şey sormuşlar, cevap vermişim. Görüşümü söylemişim. Bir konuya dikkatlerini çekmişim. Zaten ben YÖK Başkanı olarak görev yaptığım zamanda da bu tür görüşmeler yapardım. Ben Türkiye’de üniversite sorununu, yükseköğrenim konusunu en iyi bilenlerden biriyim. Bu konuda benim konuşmam kadar doğal ne olabilir. Ayrıca bu konularda konuşmayı sürdüreceğimi de söyledim. Bu benim alanım. Yükseköğrenim konusunda kitaplarım var, önerilerim var. Benim mücadelem, çağdaş bir yükseköğrenim sistemi içindir. Bu konu Malezyalılara bırakılamaz. Malezyalılardan kastınız nedir? - Şimdi YÖK’ü yöneten hatta ülke yönetiminde etkili olan Malezya eğitimli, oradaki modellere özenenleri kastediyorum. ‘Basın yoluyla darbe hazırlığı’ Size yöneltilen suçlamalar neydi? - Resmi olarak bana yöneltilen üç suçlama vardı: Terör örgütüne üye olmak, bu örgütün üniversitelerde yapılanması için görev almak ve basın yoluyla darbe ortamı yaratmak. Benim bu suçlamalarla bir ilgim olamaz. Ben, 27 Mayıs nedeniyle burs kaybetmiş bir öğrenciyim. Benim darbeyle marbeyle ne işim olabilir? Zaten darbe girişimleri olduğu iddia edilen 2004-2005 yıllarında ben ABD’de hocalık yapıyordum. Kitap yazıyordum. Ben darbeyle niye uğraşayım? Suçlanan Şener Eruygur Paşa’yla iki defa görüşmüşlüğüm var, hatırladığım kadarıyla o da görevden ayrılırken, ‘Allahaısmarladık’ demek için. Beşir Atalay faktörü İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ı, Kırıkkale Üniversitesi Rektörlüğü’nden sizin aldırdığınıza da atıf yapan yorumlar yapıldı? - Ben hiç öyle düşünmedim, düşünmüyorum. O konudaki belgeler, bilgiler vardır, açıp bakabilirler. Ben görevimi yaptım. Rektör yardımcısı olan bir öğretim üyesinin eşi çarşaflıydı. Meslekten çıkarılmış. Bu doğal çünkü çarşaflı öğretim üyesi olmaz. Ben yasaları uyguladım, görevim oydu. ‘Çetelerin elleri kırılsın’ Ergenekon soruşturması kapsamında birçok silah, cephane, krokiler, suikast planlarının bulunduğu da basına yansıdı. Soruşturmanın bu yönüyle ilgili düşünceniz nedir? - Çeteler varsa elbette hepsi bulunsun, yargı önüne çıkarılsın, temizlensin. Başka ne düşüncem olabilir. Çeteler varsa elleri, suikast planları yapanlar, eylem planları yapanlar varsa elleri kırılsın. Daha ne diyeyim? Bizim çetelerle, silahla, bombayla ne işimiz olabilir?