* Berfin F. Zenderlioğlu
"II. Dünya savaşı. Hitler Fransa’yı da işgal etmiş. Bir kız çocuğu. İki ağabeyi de savaşta ölmüş. Üstelik birbirini öldürmüş. İktidar birini şehit sayıp devlet töreni düzenlemiş, diğerini hain ilan edip kurda kuşa yem etmiş. Ama yanan ölülerden hangisinin kahraman, hangisinin hain olduğu hiçbir zaman bilinememiş. Kız çocuğunun adı Antigone’ymiş.. Ve saat hep 05:00’miş…”
Bu cümleler, broşürde kullanılan yazıdan alıntıdır ki oyunun kısa ve etkili bir sunumu gibidir. Tatavla Tiyatro, bu sezon Jean Anoilh’in Antigone’sini sahneliyor. Anouilh, Sophokles’in M.Ö 440’lı yıllarda yazdığı metinden yola çıkarak Alman Nazi askerlerinin Fransa’yı işgal etmesinin ardından hüküm süren bozuk düzeni, hukuksuzluğu ve mekanizmayı, Antigone üzerinden görünür kılmaya çalışmıştır. Antigone ısrarla kardeşinin ölüsünü gömmeye çalışır. Dayısı Kreon iktidar sahibidir ve onun için hain olan Poleniekes, devlete karşı savaşmış ve kendisine ihanet etmiştir. Bu nedenle cezasını çekecektir. Eteokles ise devlet erkanına yakışacak biçimde usulünce gömülecektir. Sofokles’in dik başlı, ayakları sağlam yere basan Antigone’nin tersi bir Antigone var, Anouilh’in metninde. Kara-kuru, cılız, kızkardeşi güzel İsmene’yi kıskananan, gel-git’leri olan, bir kız çocuğu var karşımızda; Ama yine de bu kız çocuğu, herkesin rolünü kabul ettiği bozuk düzenin karmaşasında, ona uygun görülen maskesiyi takmayı reddeder. Devlet içerisinde hüküm süren vurdumduymazlığa, insanlığa karşı işlenen hukuksuzluğun anlamsızlığına karşı söyleyecek bir sözü vardır, onun. Antigone, iktidar sahibi dayısının tahakkümüne başkaldırır. Ona direnir ve direniş noktasını da kardeşinin ölü bedenini toprağa gömmek üzerinden kurar. Oysaki dayısı Kreon’un emri vardır. Poleniekes’in bedeni kurda kuşa yem olacaktır. Kim ki bu karara karşı çıkarsa, cezasını hayatıyla ödeyecektir. Antigone bunu göze alacak kadar da gözü karadır. Bu başkaldırı, bir yandan da masum gösterilmeye çalışılan iktidar sahiplerinin foyalarını ve bozuk düzeni görünür kılacaktır. Sofokles tarafından 2500 yıl öncesinde de yazılsa, iktidar, devlet, ahlak, gelenek, din, adalet, toplum gibi kavramları tartıştırdığı için hala güncelliğini koruyan bir metin. İnsan zihniyetinin, bugün bile otoriter yapılar karşısında, içerisinde bulunduğu çıkmazları ve düştüğü tekrarları bize hatırlatır. Tıpkı Anouilh’in uyarlamasında da olduğu gibi. Tatavla’nın oyun broşüründe kullandığı cümleler, bize oyunun düşünsel alt yapısına dair ip uçları verir.
"Nasıl olacak benim mutluluğum? Küçük Antigone nasıl mutlu bir kadın olacak? Payına düşen o küçük mutluluk lokmasını dişleriyle koparıp almak için her gün ne sıkıntılar çekmesi gerekecek? Söylesenize, kimlere kendisini satacak? Başını çevirip kimlerin ölmesine izin verecek?.."
Eraslan Sağlam’ın rejisiyle, Cihan Aşar’ın sahne Tasarımı’yla, gurubun Cihangir’deki sahnesinde seyirciyle buluşan Antigone oyunu, tıpkı broşürde de kullanılan dairesel çizimlerle, değişmeyen sistemin sürekliliğine dikkat çekercesine sahne tasarımını bunu üzerine kurmuş. Bazen bir yol, bazen bir mezarlık, bazen de evin girişi ve koridorları biçiminde, işlevselli kullanılan çember, oyunun tekrara dayalı döngüselliğine ve güncelliğine de gönderme yapan yaratıcı bir buluş olmuş. Kuma gömülü saat, akıp giden ama değişmeyen, katılaşmış düzeni anlatır gibi. Ortada sahne uzamını daha derin gösterecek ve farklı işlevler için de kullanılacak bir masa var. Sonraki sahnelerde Antigone’nin zindan duvarına, başka bir sahnede de sadece yer değişikliğine gidilen masa, yaratılmak istenilen aksiyonel işlevsellik açısından zayıf kalıyor. Oyunun ilk sahnesinde seyirciye lokal ışıklarla birlikte farklı farklı fotoğraflar sunuluyor. Bu fotoğraf karelerinin hepsinin bir anlamı var tabii ki. J. Anouilh’in, metninde prologta anlatıcının bize anlattığı karakterleri, lokal ışıklar içerisinde bu karelerde oynanan küçük oyunlardan görüyoruz ama, tam olarak anlayamıyoruz deyip meseleye ordan girmek istiyorum. Bir karede, birbirine sarılan bir çift var, ki bunlar İsmene ve Haimon; ama sonraki sahnelerde de Haimon ile Antigone’nin nişanlı olduklarını öğreniyoruz. O nedenle orada gördüğümüz kare, metni bilmeyen seyirci için bu üçlünün arasındaki ilişkiyi, iyice kafa karıştıran bir noktaya çekip, bazı dramaturjik aksaklıklara yol açıyor.
Zizek sorar: “Ölüler neden geri döner?” Lacan cevap verir: “Usulünce gömülmedikleri için!”
Peki insanoğlunu harekete geçiren, tetikleyen şey nedir? Tam da burada “vicdan” dediğimiz şey devreye girer. Antigone, gizlice kardeşini gömmüştür. Dadı ve İsmene’yle, sonradan olacakların provasıymış gibi bir veda konuşması yapar. Dadı da, İsmene de, Haimon da henüz olacaklardan haberdar değillerdir. Taa ki muhafız Antigone’yi mezarın başında yakalayıp, Kreon’un huzuruna çıkarıncaya kadar. Oyundaki dadı, başta sert bir karakterdir. Antigone de, İsmene de ona emanettir. “Ahlakçı” dadının, birden şefkatli dadıya dönüşmesi, bize sunulan sahne üzerinden ikna edici nitelikte değildir. Antigone, çocukluğundan itibaren kıskandığı İsmene’yi artık kıskanmamaktadır. Başta ölümden korkmadığını söyleyen Antigone, İsmene’nin “Ben ölmek istemiyorum” cümlesine karşılık, yavaşça “Ben de isterdim ölmemeyi” diyerek kendi iç dünyasında yaşadığı çatışmayı da, korkuyu da hissettirir. Kreon’un Polyneikes’in ölüsünü gömmeye çalışanın kendi yeğeni olduğunu öğrendiği sahne oyunun vurucu sahnelerinden biri. Ama bu sahne, oyuncuların o küçük sahnede kurulmak istenen gerçekçi yapı içerisinde abartılı kullandıkları jest ve mimiklerden kaynaklı istenilen etkiyi yaratmakta güçsüz kalıyor. Oyunda direnen Antigone yerine, ağlak, peşpeşe sarfedilen cümlelerin etkisini yitirdiği ve seyircisini bu an’ların içine katamayan bir Antigone trajedisine şahit oluyoruz. Kreon sürekli “Ben kötü adamım ve rolümü biliyorum” diyerek, bir oyunun içerisinde olduğunu vurguluyor ama bunun oyunculuk biçimiyle kurulan bağı çok zayıf kalmış.
Dramatik bir yapıyla, epik bir yapı arasında kalan oyun ve oyuncu; rejide kurulmaya çalışılan teatral dili yakalayamadığı için, düşünsel temelle oyuncu ilişki kuramamış, cümlesini kurdurtuyor bize. Öte taraftan da, rejiye dair üslup problemleri olarak da bunlar tarif edilebilinir. Oyundaki Haimon’un durumu bütünlüklü bir yapıyı bozuyor ve cevaplanamayan sorular bırakıyor seyircide. Haimon neden soyundu, kime aşıktı, Kreon’a karşı direndi mi? Yine oyunda, hızlı akan timeing ve artüküle problemleri de seyircinin oyunla bağ kurması önündeki engellerden. İsmene’yi oynayan Tuba Sağlam, rolünü içselleştiren, seyirciye duygu anlamında en çok dokunan oyunculardan oluyor. İsmene ile oyunun son sahnesinde değişmeyen mekanizmaya ve herkesin bunun bir parçası olabileceği mantığına güzel bir gönderme yapılmış. İsmene’ye, Lili Marlen parçası eşliğinde Nazi askerleri tarafından zorla bir kağıt okutulur. Artık İsmene de eleştirdiği yapının bir parçası olmuştur. Bu gösterge, başta hem koreografilerle, hem de sahne tasarımıyla kurulan o döngüselliğin devamını sağlar. Reji buluşu olarak güzel bir ayrıntı. Bu sahnede yine oyun boyunca, Nazi Almanyası askerlerine dair herhangi bir nüve görmediğimiz için, son anda Nazi subaylarını görmemiz militarizme vurgu yapan oyunun düşünsel alt yapısına da bu ayrıntıyla bir sınırlama koyuyor. Nazi vurgusu olmasa da oyun ne kaybederdi, daha evrensel olabilecek bir noktadan değerlendiremez miydik diyerek, oyunda kurulmak istenen yapıyı sorguluyoruz. Oyunun temelde ele aldığı düşünsel alt metni güçlü ama dramaturjik bazı açıklar, oyunculuklar ile ilgili problemler, kurulmak istenilen bütünlüklü alt yapıyı bozuyor. Bu anlamda giderilebilecek problemler, karşımıza güçlü ve güncelliğini koruyan bir Antigone oyunu çıkaracaktır.
* Berfin F. Zenderlioğlu, Şermola Performans tiyatro gurubunun kurucularından, İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji mezunu