Yargının kadınlar, çocuklar, siyasi davalar gibi toplumun zayıf kesimlerine yönelik davalarda verdiği kararlar yıllardır ülke gündemini işgal ediyor. Son olarak Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül hakkında hazırlanan iddianame, savcıların iddianame hazırlarken uymak zorunda oldukları kriterlere ilişkin tartışmaları yeniden gündeme getirdi.
Cumhuriyet’ten Kemal Göktaş ve Canan Coşkun’un haberine göre; hukukçular savcıların iddianamelerinin tartışma yaratan içeriklerinin eğitim sorunundan kaynaklandığını düşünüyor. AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi Yrd. Doç. Dr. Kerem Altıparmak, “Yorumlama yeteneğini, kapasitesini geliştirecek meslek içi eğitim yok. Hukuk fakültelerinde de böyle bir eğitim verilmiyor” görüşünde.
Eski Anayasa Mahkemesi raportörü Ali Rıza Aydın da savcıların yazdığı iddianamelerin evrensel hukuk ilkelerinden uzaklaştığını ve bu uzaklaşmayla birlikte de siyasetin güdümü altına girdiğini belirtti. Aydın, “Hukuk fakültelerinde de hâkim ve savcı eğitiminde de Adalet Akademisi’nde de bu zaafları aşacak eğitim verilmiyor” dedi.
Yrd . Doç. Dr. Kerem Altıparmak : Yargıdaki bu manzaranın asıl nedeni, yargının siyasi etki altında kararlar vermesi. Ama elbette eğitimle de alakası var. Ceza Muhakemesi Kanunu 160. maddesi hazırlık (soruşturma) aşamasında yapması gerekenleri, 170. madde ise iddianamenin nasıl olması gerektiğini söylüyor.
Savcıdan beklenen şey, bu kanun maddelerini uygulaması. Bunu yorumlaması lazım. Mesela, hakaret suçundan soruşturulan bir kişi diyor ki ‘Benimkisi hakaret değil de eleştiriydi’. Savcının iddianameyi hazırlarken bunu neden eleştiri saymadığını söylemesi lazım. Oysa Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne bakıyor, oradaki anlam üzerinden dava açıyor. O sözün bağlamını, önünü, arkasını, söylendiği koşulları değerlendirmiyor. Yorumlama yeteneğini, kapasitesini geliştirecek meslek içi eğitim yok. Hukuk fakültelerinde de böyle bir eğitim verilmiyor. Kimse bu tür metinler için yargı mensuplarını kınamıyor da... ‘Ben bunu yaparsam rezil olurum’ duygusu yok. İddianamenin tarifi kanunda var. Oradakini yapsa bu iddianameyi yazmaz, yazamaz. Mahkeme o iddianameyi ‘kanundaki koşullar yok’ diyerek reddetmiyor ki.. Olayın serencamını anlatıyor, sonra mahkemeye diyor ki ‘sen nasıl karar verirsen ver’.
Ali Rıza Aydın (Eski Anayasa Mahkemesi raportörü): Evrensel hukuk ilkelerini benimseyen bir hukuk devletinde asgari ilkeler de söz konusudur. Oysa bu asgari ilkelerin yok sayıldığı bir durumu yaşıyoruz. Bu yok sayma, yasaları yorumlayan yargı mensuplarını etkilemektedir. Dolayısıyla savcıların yazdığı iddianameler öncelikle evrensel hukuk ilkelerinden uzaklaşmakta, bu uzaklaşmayla birlikte de siyasetin güdümü altına girmektedir. Siyaset müdahale etmese bile yargı kendiliğinden siyasetin güdümü altına girebilmektedir. Hukuk fakültelerinde de hâkim ve savcı eğitiminde de Adalet Akademisi’nde de bu zaafları aşacak eğitim verilmiyor.
Egemen anlayış, evrensel hukuk ilkelerini yorumlayacak hukukçuları yetiştirmeme ve eğitmeme konusunda en azından ihmalkâr davranarak kendi siyasetine uygun bir denetim mekanizmasını oluşturmak istiyor. Dolayısıyla eğitime bu bütünsel yaklaşımla bakılmadıkça yargı ya da eksik bakılmış olur. Eğitimi mükemmel seviyeye getirdiğimiz zaman bunlar çözümlenir mi diye sormak çok anlamlı değil. Çünkü siyaset eğitimi o seviyeye getirmiyor ki.
Prof. Dr. Köksal Bayraktar: Her iddianame, bir insanın suç işlediğini iddia ederken belirli bir fiili öncelikle ortaya koymak zorundadır. Bu belirliliğe bağlı olarak delilleri ortaya koymak zorundadır. Bu deliller doğrudan doğruya eylemle bağlantılı olmak zorunda. Oysa son zamanlarda iddianamelerde bunu tam olarak görmüyoruz.
Son derece hatalı bir biçimde iddianame hazırlanan kişinin geçmişiyle ilgili yorumlar görüyoruz. Hiçbir insan geçmişiyle yargılanmaz. İnsan sadece tek bir fiille yargılanır, geçmişiyle değil. Bu ortaçağdaydı. Bu Nazi ve faşist imparatorluklarda vardı. Hukukun içinde siyasi yansımalar görüyoruz. Bu yansımalar hukukun ölçülerini kaybettiriyor. Nitekim Balyoz ve Ergenekon iddianamelerinde bunları açık olarak gördük. Binlerce sayfalık bir iddianame olmaz.
Binlerce sayfalık bir iddianame şüpheliyi ezen bir iddianamedir. Adil yargılanma hakkını kaybedileceği yönünde insana bir inanç getiren bir tutumdur. Hakkında binlerce sayfalık iddianame tanzim edilen kişi ‘benim hiçbir ümidim yok’ diyecektir.
Prof. Dr. Yaman Akdeniz: Sorun savcılarla sınırlı değil. Bu tür iddianamelerin mahkemeler tarafından kabul edilmemesi gerek. Mahkeme kararlarına da bakarsak usulü güvenceler açısından değerlendirildiğinde yetersiz kalıyor. O kadar çok dava, soruşturma var ki, eğitimde de eksiklikler var ama sistemde de çok fazla iş yükü var.
Herkes korktuğu için bir üstüne atıyor. Sadece eğitim meselesi değil. Savcı, hâkim ne yapsın. Savcılıklar işin gerçeğini araştırmakla yükümlüdür. Soruşturma aşamasında sadece aleyhe değil lehe göre de delil toplamalılar. Suçun maddi, manevi unsurları, lehe olan durumların da değerlendirilmesi gerekiyor. Soruşturma aşamasında şüpheli taraf ve avukatları tarafından verilen ifadelerin de beraber değerlendirilmesi gerekiyor.
Buna rağmen hukuka aykırı iddianameler düzenleniyor. İddianamelerin şikâyet dilekçesinden ibaret olmaması gerek. İfade özgürlüğü özelinde dar alanda soruşturma ve kovuşturma yapılması gerekirken basın soruşturmalarında usulü güvenceler dikkate alınmıyor.
Prof. Dr. Ersan Şen: İddianamenin kısa olanının taraftarıyım. Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 170 ve 174. maddesine göre, iddianamenin nasıl hazırlanacağına uyulmalı. Durumların tarihçelerindenden çok delilleriyle ortaya koyulmalı.
Uzun tutukluluk Türkiye’nin kronik sorunu. Maalesef Türkiye 2005 ve 2007’den itibaren bu kötü alışkanlığa tutuldu. Yargı üzerinden insanlar uzun tutuklulukla mağdur edilmemeli.
İsminin açıklanmasını istemeyen bir hâkim, Cumhuriyet’e, Adalet Bakanlığı, HSYK ve Türkiye Adalet Akademisi’nin meslek içi eğitime yönelik programları da beklenen kalite gelişimini sağlamadığına işaret etti. Hâkim ve savcıların bir bölümü tarafından bu eğitim programlarının bir tür “tatil” olarak algılanması nedeniyle bu tür eğitimlerin amaçlarına ulaşamadığını söyleyen hâkim, eğitilmiş hukukçunun etkiye ve yönlendirmeye karşı daha dirençli olabileceğini belirtti. Aynı hâkim “Kendinden emin olsa her rüzgâra açık olmaz. Ama kendi yaptığı işten emin olmayınca bunu yapamıyor” dedi.