İdlib operasyonu bataklık mı yoksa kurtuluş mu?

İdlib operasyonu bataklık mı yoksa kurtuluş mu?

Türkiye, Astana'da kararlaştırılan çatışmasızlık bölgesi oluşturma planı çerçevesinde asker konuşlandırmak üzere ilk keşif gücünü 7-8 Ekim'de İdlib'e soktu.

Çatışmasızlığı denetlemek için 14 kontrol noktası kurulacak.

Hemen öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, operasyonun çerçevesini çizerken kentin içinde Türkiye'nin, dışında Rusya'nın olacağını söyledi.

Erdoğan ayrıca ilk aşamada harekâtı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) değil Fırat Kalkanı Harekâtı'na katılan örgütlerin yürüttüğünü vurguladı.

Ancak Cerablus, El Bab ve Azez'den Kilis'e, oradan Hatay sınırından tekrar Suriye'ye sokulan gruplar Bab el Heva Sınır Kapısı'ndaki ara bölgede kaldı.

TSK'nin keşif gücüne sadece Nureddin Zengi Tugayı ve Feylak el Şam'ın rehberlik ettiği anlaşıldı.

TSK 8 Ekim itibariyle keşif çalışmasının başladığını duyururken 'harekât' ya da 'operasyon' kavramlarını kullanmadan bölgeye intikal eden unsurları "Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü" olarak tanımladı.

Bu tercih de operasyonun Fırat Kalkanı Harekâtı gibi bir iddia taşımadığına yoruldu. Tabii bir aydır sınıra yapılan askeri yığınağın büyüklüğü dikkate alındığında koşullara göre bu bir harekâta da dönüşebilir.

Bu operasyonun birincil muhatabı Heyet Tahrir el Şam (HTŞ). Nusra Cephesi'nin öncülüğünde kurulan bu çatı örgütü, Temmuz'da Türkiye'nin desteklediği Ahrar el Şam ve müttefiklerini İdlib'de bozguna uğratıp bölgeyi büyük oranda kontrolü altına almıştı.

Bu yüzden de Türk medyası İdlib hamlesi başlarken 'yeni düşman' etiketiyle HTŞ'yi parmakla gösterdi. Fakat bölgeye girerken TSK'ye HTŞ'nin eşlik etmesi kafaları karıştırdı.

Kısa süre sonra HTŞ ile müzakereler neticesinde bir anlaşmaya varıldığı izlenimi doğdu. TSK İdlib'e girerken çatışmanın kaçınılmaz olacağı yönündeki senaryolar da açığa düşmüş oldu.

Peki, sözü edilen anlaşma nedir? Eğer hükümete yakın medyaya bakarsanız Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye tanımlanan Fırat Kalkanı yedeğindeki grupların İdlib'e girmesi kriz yarattı. Bazı medya organları, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve TSK'den bir heyet HTŞ ile görüşerek anlaşma sağladğını yazdı.

Bu haberlere göre HTŞ, ÖSO güçlerinin İdlib merkezine girmemesi ve şehirde sadece TSK'nın kontrolü sağlaması şartıyla çekilmeyi kabul etti.

Buna karşın HTŞ sözcüleri ise, TSK'nin sadece Daret İzze civarında üç kontrol noktası kurmasını kabul ettiğini söyledi.

Açık olan şu ki ne HTŞ Türk ordusuyla savaşmayı göze alabiliyor ne de Türkiye İdlib'de bir çatışmanın tarafı olmak istiyor.

HTŞ yayımladığı bildiride "İşgalci Rusya'nın yanında duran gruplar şunu iyi bilsinler ki, İdlib onların gezinti yeri değildir. İstişhad aslanları onları gözetlemektedir" diyerek Fırat Kalkanı gruplarını hedef alırken Türkiye'yi anmadı.

Peki bu, TSK'nin taşsız ve dikensiz bir tarlada yürüdüğü anlama gelir mi?

Bir kere Fırat Kalkanı'na katılan grupların İdlib merkezine konuşlandırılması halinde durum değişebilir. HTŞ, Türk askerinin bölgeye intikali karşısındaki esnek tutumuna karşı kontrolün bu gruplara geçmesini bir kırmızı çizgi olarak görüyor.

Türk keşif gücünün gelişi sırasında HTŞ'nin İdlib'in güneyinde Ebu Dali'de ve kuzeybatıda Armanaz'da Türkiye destekli Ahrar el Şam ve Feylak el Şam ile çatışmaya girmesi olacaklarla ilgili de bir gösterge.

Asıl açmaz da burada. Sonuçta çatışmasızlık planında maksat, sahadaki örgütleri müzakere sürecine katmak, bunu reddedenleri de bertaraf etmek. HTŞ İdlib'de hakim olduğu sürece de Astana amacından uzakta demektir.

HTŞ, TSK ile çatışmadan uzak dursa da Türkiye'nin bu örgütün bileşenlerini koparmak için yürüttüğü örtülü operasyonlardan dolayı diş biliyor.

Suriye yönetimiyle savaşan örgütleri Fırat Kalkanı Harekatı'na çekmesi, Ruslarla Astana'da ortaklık kurması ve Cerablus-Azer-El Bab cebindeki modele uygun olarak rakip güçleri İdlib'e taşıma planları HTŞ'nin en azından söylemde Türkiye'ye cephe almasına yol açtı. Bu da yarını öngörülebilir olmaktan çıkartıyor.

Orijinal plana göre Fırat Kalkanı'nın yedeğindeki 15 örgüt İdlib'de konuşlandırılacaktı.

Bu gruplardan seçilmiş 800 kişi sınırda tutuluyor.

Sultan Murat Tümeni, Sultan Süleyman Şah Tugayı, Sukur el Şimal, Hamza Tugayı, Sultan Osman Tugayı, 23. Tümen ve Muhtasım Tugayı katılan örgütler arasında.

Bu örgütler HTŞ'yi geriletebilecek ve İdlib'i kontrol edebilecek kapasitede değil. TSK olmadan sahada tutunmaları mümkün olmadığı gibi kendi aralarındaki çıkar kavgaları yüzünden birbirleriyle de kolayca hesaplaşmaya girebilecek örgütler.

Cerablus-El Bab hattında olduğu gibi İdlib'de de temel motivasyon, Suriye'nin kuzeyinde Kürtlerin öncülüğünde oluşan özerklik modelini çökertecek saha koşullarının oluşturulmasıdır.

İdlib'deki konuşlanmanın daha çok Afrin'i kuşatacak noktalara temerküz edeceği anlaşılıyor. Zira Türk keşif gücü ilk olarak Afrin'i güneyden dikizleyen Şeyh Bereket Dağı'na gitti.

Türkiye Astana pazarlıklarında İdlib'de alacağı rolü önemli ölçüde Afrin'de Halk Koruma Birlikleri'nin (YPG) kontrolüne son verecek bir müdahaleye yeşil ışık yakılması şartına bağlamaya çalıştı.

Fakat Rusya yeşil ışık yaksa bile, Türkiye'nin bu bölgeye tanklarla girerek bir savaşı tetiklemeyi göze alıp almadığı hala net değil. Net olan bu bölgeyi tamamen kuşatmak istediği.

Erdoğan bir süredir Suriye sahnesinde Türkiye'ye alan açmak için fırsat kollarken "Akdeniz'e kadar terör koridoruna izin vermeyeceğiz" argümanını kullanıyor.

İdlib'deki hakim yapı ve oradan Akdeniz'e inen Lazkiye bölgesindeki Suriye Ordusu'nun kontrolü dikkate alındığında, böyle bir koridor senaryosunun sahanın gerçekleriyle örtüştüğünü söylemek tartışmalı görünüyor.

Yine de bu senaryo Suriye'ye müdahaleye meşruiyet kazandırmada işe yarıyor.

Suriyeli Kürtler arasındaki koridor tartışması, Afrin ile Kobani arasında Şehba adı verilen bölge üzerinden bir bağlantı kurulmasıyla ilgiliydi.

Batıdan ve kuzeyden Hatay sınırlarına yaslanan Afrin zaten 2013'ten beri doğudan ve güneyden Türkiye'nin desteklediği örgütlerin ablukası altında.

Bu abluka 2016'da Tel Rıfat'ın Halk Koruma Birlikleri (YPG) ve müttefiklerinin eline geçmesi üzerine güneydoğu tarafından kırıldı.

Kürtler bu koridorla Halep'e gidip gelebiliyorlar. Tabi bu koridorun Menbic ve Kobani'ye kadar işlevselliği de rejimle ilişkilere bağlı.

Türkiye'nin önce Tel Rıfat üzerinden açılan koridoru kesmeyi deneyeceği konuşuluyor. Bunun için Afrin'in güneyindeki Cinderes kasabasını YPG'den alması gerekiyor.

Bir risk faktörü olarak şunun üzerinde durulması gerekiyor:

Normalde Astana'da varılan anlaşma İran, Türkiye ve Rusya'nın İdlib'e altı ay süreliğine 500'er güç konuşlandırmasını öngörüyor. Ancak Ankara'dan gelen çelişkili açıklamalar bir 'belirsizlik' politikasına işaret ediyor.

Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli, TSK'nin İdlib'de ne kadar kalacağına dair soruya "Allah bilir. Ne zaman tehdit ortadan kalkarsa" yanıtını verdi.

Kuşkusuz TSK'nin ne kadar kalacağı Astana'daki ortaklarıyla yürüttüğü müzakerenin seyri kadar Ankara'nın beklentilerinin ne denli karşılanacağına ve sahadaki gelişmelere bağlı. Hükümetin mantık ivmesinden hareketle üç beklenti üzerinde durulabilir:

Bunların olup olmayacağının garantisi yok. Çünkü sahada dengeleyici ya da oyun bozan başka faktörler var.

Türkiye bir noktadan sonra "TSK'nin kontrol ettiği bölgeleri, Kürt koridoruna karşı bir çözüm olarak Suriye ordusuna teslim ediyorum" diyebilir. Rusya'nın da Türkiye'yi götürmek istediği nokta zaten orası.