Evrensel gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Polat, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında ihraç edilen hâkim Zeynep Mercan ile konuştu. Mercan, ihraç edildikten sonra mahkemede yaşadıklarını, öğrencilik döneminde cemaat evinde kaldığını ve mesleğine başlarken referans bulduğunu anlattı.
Trabzonlu bir Yargıtay üyesi ile konuşmasını aktaran Mercan, "Bana ‘Siz artık AKP’nin hakim ve savcılarısınız’ demişti. Ben de ‘Niye?’ dedim. Kimin döneminde girdiysen onun hakim ve savcısı olursun, görürsün demişti" ifadesini kullandı.
Polat'ın "Bir muhrec* hakimin portresi: Zeynep Mercan" başlığıyla (14 Mart 2018) yayımlanan portesi şöyle:
İlk defa olduğum gibi hissediyorum...
‘Muhrec Giresun Hakimi.’ Twitter’da kendisini böyle ifade ediyor Zeynep Mercan. Profilinde ayrıca, 27 yıl hapis yatmış, engizisyon vahşetini yaşamış İtalyan Toplumcu Düşünür Tommaso Campanella’nin (1568-1639), Ütopya türünün örneklerinden ‘Güneş Ülkesi’ adlı kitabındaki şu cümle dikkati çekiyor: ‘Ben doğacak yeni sabahların çan sesiyim.’ Arka plan kısmında ise Nikos Kazancakis’e (1883-1957) ait şu cümle var: “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm.”
Peki, kimdir Zeynep Mercan. Önce, Twitter’da dikkatimizi çeken paylaşımlarına baktık. Birçok konuda ifade özgürlüğünü, insan haklarını savunan paylaşımları vardı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine yaptığı başvurunun ‘İç hukuk yolları tüketilmediği’ gerekçe gösterilerek reddedildiği haberi dışında ise, ona dair pek bir haber yoktu. En iyisi kendisiyle konuşmaktı. Öyle yaptık.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi yaşandığında hakim olarak görev yaptığı Giresun’daymış: “Görev sürem 3 yıl olmasına rağmen iki yıla indirilip Muş’tan isteğim dışında Giresun’a gönderildim. 5 gün olmuştu göreve başlayalı. Evimde televizyon kurulu değildi. İnternet yoktu. Mobil internet de dolmuş. Gece 11 gibi arkadaşımın mesajı ile öğrendim darbe girişimini. Sonra İstanbul’daki kardeşimi aradım. O da haberleri doğruladı. ‘Bu yüzyılda darbe mi olur’, diyorum. Aklım almıyor. Sabah kalktım, Giresun’da her şey olağan.”
Ancak akşama doğru kardeşi arar ve “Abla ismin çıktı medyada. Gözaltına alınacaklar listesinde’ der. Zeynep Mercan’ın henüz 18 aylık bir çocuğu olduğu için, ‘Gelelim, çocuğu kime bırakacaksın?” der. Zeynep Mercan da, “Bu itibar edilecek bir şey değil” yanıtını verir ve akşam saat 10 gibi uyur. Gece kapıları çalar. Saat 3’tür, 10 polisle birlikte, bir gün önce tanıştığı savcı beydir gelen. “5 saate yakın ev araması yaptılar ve ‘Anayasal düzeni bozmaktan gözaltındasınız’ dediler.”
Sonra emniyete götürülür. 2 gün gözaltında kaldıktan sonra savcılığa sevk edilir. İfadesi alınmadan önce görevden uzaklaştırma yazısı tebliğ edilir. Sonrasını da şöyle anlatıyor: “Savcının elinde 30 soru vardı. ‘FETÖ/PDY’nin evlerinde kaldınız mı?’, ‘Himmet verdiniz mi?’, ‘İngilizce puanınız kaç?’, ‘Yurt dışına gittiniz mi?’, ‘Dershanelere gittiniz mi?’. Ben de, ‘Tüm bu olanların benimle ne alakası var.’ diyorum. ‘Ben bir şey söyleyemem. Benim de bir fikrim yok. Sadece bu soruları cevaplandırın dedi savcı bey.”
Sonra da, gece 1 gibi tutuklamaya sevk edilir. Kendisine hakimlikte, özellikle 2014 yılında yapılan HSKY seçimleri sorulur. “Orada ne tür faaliyetlerde bulundunuz?” diye. Ardından anayasal düzeni bozmak suçundan tutuklanır ve 65 gün tutuklu kalır. Sonra da çocuğu küçük olduğu için tahliye edilir.
1 ay sonra tekrar gözaltına alınır. Hakkında ifade vardır: “Üniversite döneminde ve üniversite sonrasında kaldığım bir ev vardı. Onunla ilgili itirafçı beyanları olmuş. Ben tekrar gözaltına alındım. 11 gün daha gözaltında kaldım. Sonra savcılıktan serbest kaldım. Ardından haziran ayında davam açıldı. Geçen cuma da 6 yıl 3 ay hapis cezası verdiler. Gerekçeli kararı gördükten sonra istinaf mahkemesine itiraz edeceğiz. Tutuksuz devam edecek.”
Ve hakkındaki kararı 2 Mart 2018 günü Twitter’da şu sözlerle paylaşır: “Günaydın herkes:) az önce mahkemem 6 yıl 3 ay ceza verdi bana.. şimdilik hayallerimi erteliyorum fakat hayal kurmaya devam. ve evet bu bir iş ilanıdır, hayat devam ediyor di mi:)”
Peki, ihraç edilmiş bir hakim olarak, bugüne kadar hep yukarıdan ve karşıdan baktığı sanık sandalyesinde hakkındaki bu kararı duyduğunda neler hissetmişti?
Yanıtı şöyle: “Ben açıkçası beraat etmeyi bekliyordum. Sadece 10 yıl öncesine ait tanık beyanları var. Benim de kabul ettiğim bir kısım var Cemaate dair. Bir dönem Cemaat evinde kalmışlığım vardı, onu anlattım. Marmara Hukuk Fakültesinde okudum ben. 2008 mezunuyum. Üsküdar’da bir evde kaldım bir süre. Normalde Beykoz Kavacıklıyız. Orada kendi evimiz var. Anneannem oturuyor. Ama anneannemin oturduğu eve geç gelmek sorun oluyordu. Arkadaşım Cemaat evinde kalmasına rağmen benden çok daha rahattı. Kendisi, ‘Gel beraber kalalım, Cemaatte bir görevi olmayanlar çok daha rahattır’ dedi. Ben de bir süre o evde kaldım. Ama ben İngilizce kursuna gidiyordum ve evde kalanları da teşvik ediyordum. Orada ‘bölge ablası’ denen birisi vardı. Beni çağırdı. ‘Sen kendi örgütünü mü kurmaya çalışıyorsun. Sen kimseye İngilizce kursunu tavsiye edemezsin. Ancak bizim iznimizle gidebilirsiniz. Bizim izin verdiğimiz kişiler gidebilir. Sen kafana göre bunları yapamazsın’ dedi. Beni itham edince ben ayrıldım oradan. 3 ay kadar kaldım orada. Daha sonra da mezun oldum. İlk girdiğim hakimlik sınavını kazanamadım. Daha sonraki sınavı da 0.5 puan ile kaybettim. 1 yıl sonra tekrar bir sınav olacaktı. Yine yaklaşık 4 aya yakın ders çalışmak için kaldığım bir Cemaat evi oldu benim bu süreçte. Ben bunları hem emniyete, hem savcıya anlattım. Mahkemede de söyledim. Mahkeme başkanı bana ısrarla ‘Etkin pişmanlıktan faydalanmak istiyor musun?’ diye sordu. Ben etkin pişmanlıktan faydalanmak istemediğimi söyledim. Çünkü anlattıklarımı suçlu olduğum için anlatmadım. İddianamede Cemaatin geçmişi, Zekeriya Öz vs. ve darbe ile ilgili yaklaşık 100 sayfa var. Son 1 sayfası beni ilgilendiriyor. Ben de ‘Bunları kesinlikle kabul etmiyorum’ dedim. Benim meslek hayatımda yaptığım yanlış diyebileceğim tek şey, bu mesleğe girmemi kolaylaştırması için referans bulmaktır. Çünkü o zamanlar bunun gerektiği herkesçe biliniyordu.”
O kısmı da soruyoruz, anlatıyor: “Hakimlik sınavında 312. oldum. 12 kişinin önüne geçmiş oldum. 300 kişi aldılar bizim zamanımızda. Benim mesleğe geçmemi kolaylaştıran kişi de Trabzonlu ve halen üst düzey bir görevde. Ben de Trabzon Çaykaralıyım. Yüksek de bir puanım vardı. 82 puan ile girdim ben bu mesleğe. ‘Beni eleştirebilirsiniz, kınayabilirsiniz, yanlış yaptın diyebilirsiniz. Ama ben meslek hayatımda ne talimat aldım, ne talimat verdim. En ufak bir şeyim yok. Daha yirmili yaşlarımın başlarında ailemin verdiği karardan dolayı ben burada mahkum edileceksem de edilirim’ dedim hakime. O da hiçbir şey söylemedi. Zaten karar hazırmış, kararı verdi. Benim bu yapı ile fikren iltisak içinde olduğum yazıyor hem iddianamede hem ihraç kararında. İddianamemde bu örgüt için hangi fiili işlediğim yazmıyor. Mesleğime nasıl bir yüz karalığı getirdiğim yazmıyor. O zaman ben potansiyel suçlu mu oluyorum, düşüncelerimi mi okudular. Bu kadar basit çalınmamalıydı hayallerim. Bunu kabullenemiyorum.”
"Kırılma noktam Hrant Dink’in vurulması oldu. O dönem çok fazla şey okudum.”
Zeynep Mercan’a 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ailesinden başka ihraç edilen olup olmadığını da soruyoruz, “Eşim ve kardeşim var” diyor. Cemaat suçlamasıyla mı? “Evet.”
Ardından okuduğumuzda merak uyandıran tweetlerini soruyoruz. Altan’lar mahkum edildiği zaman paylaştığı, “#gazeteciliksuçdeğildir bu karar da yok hükmündedir...” tweeti, Nedim Türfent, Hrant Dink ve Selahattin Demirtaş ile ilgili tweetleri ile “Eren Keskin’in sürmeleriyiz” şeklindeki tweetini.
Zeynep Mercan, “Hakimken de böyle mi düşünüyordunuz?” sorumuza ise şöyle yanıt veriyor: “Ben ülkücü bir babanın kızıyım. Ve öyle bir kütüphane ile büyüdüm. Necip Fazıl, Abdurrahim Karakoç okudum. Babam 1980 darbesi sırasında 25 yaşında bir üniversite mezunuyken Beykoz Ülkücü Teşkilatı başkanıymış. Darbe günü kaçmış 2 ay sonra yakalanmış. 1 ay da işkence görmüş ve öldü denilerek Beykoz’da bir çukura atılmış. Ve 3 yıl korkudan evden dışarı çıkamamış. Sonra hayata adapte olamamış. Şimdi de bir takım hastalıkları var. Manik Depresif gibi. Bir bakımevinde kalıyor. Emekli olmak zorunda kaldı. Ben öyle bir ailede büyüdüm. Özellikle üniversitede Kürt sorunuyla ilgili çok şey okudum. Kırılma noktam Hrant Dink’in vurulması oldu. O dönem çok fazla şey okudum. Üniversitede eylemlere katılmak istemedim. Sorunların o şekilde çözülmeyeceğini düşünüyordum. Babam 13-14 yaşındayken bizi terk etmişti. En hızlı başlayacağım şey hakimlik sınavıydı. Ona çalıştım. O bile geç oldu. Hakimken Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığında çalıştım. Hedefim 30 yaşından önce insan hakları alanında yurt dışında yüksek lisans yapmaktı. Bizim çalıştığımız dönemde AİHM savunmalarını, Anayasa Mahkemesi görüşlerini hazırlıyordu bu daire. Yargıdaki reform paketlerine dair madde çalışması yapıyorduk. Af Örgütü ile de temasım o zamanlardan başladı. Ben 17-25’i orada yaşadım. O günlerden sonra çok ciddi fişleme başladı. Oradan gönderildik. Muş’a gönderildim. Muş’ta 2 yıl infaz hakimliği yaptım. Orada da mahkumların açlık grevlerini ‘ifade özgürlüğü’ anlamında değerlendiren kararlar verdim. Bu tabii, cezaevi yönetimini de rahatsız etti. Gidip başsavcıya şikayet etmişler. Zaten listede adım olduğu söylendi.”
Zeynep Mercan’a üniversite yıllarını da soruyoruz. Üniversitedeyken TESEV’e gittiğini anlatıyor: “TESEV’in araştırmalarını okuyordum ve orada hakim ve savcılar üzerinde yapılmış bir araştırma çıkmıştı. Hatta Mithat Sancar’ın düzenlediği bir şeydi. ‘Birey mi, devlet mi?’ diye sorulmuş. Yüzde 50’den fazlası devlete öncelik vereceğini söylemiş. Ben de o zaman ‘Kim olursa olsun ben, öncelikle bireyin hakkını savunurum’ dedim. Daha sonra, ben Muş’ta görev yaparken Tahir Elçi’yi vurdular. Yakınını kaybetmiş gibi hissettim ve avukatlara taziyelerimi bildirdim.” Twitter’ı ihraç edildikten sonra kullanmaya başlamış. Önce mahlas kullanmış. Daha sonra “Ben neden korkuyorum ki, olduğum gibi olacağım” diyerek öyle davranmış. Gerisini şöyle anlatıyor: “Çok kişi şaşırdı tabii. Ben tüm bu sürece rağmen öğrenme sürecimden okumalarımdan kopmadım, çok okudum çok sorguladım. Bir gün insan haklarına dayanan hukuk devletine döneceğiz ve ben o günler için, ülkem için, en iyisini yapmak için hazır olacağım. “
Zeynep Mercan, uzun zamandır meslekten istifa etmek istediğini de söylüyor. Biz bu söyleşiyi yaparken, “Dün de Şebnem Korur Fincancı beni takip etmeye başladı Twitter’da. Çok mutlu oldum ve bununla ilgili tweet attım. Uzun zamandır takip ettiğim, okuduğum biridir” diye heyecanla ekliyor.
İhraç edilince küçük çocuğu ile birlikte Ankara’da ailesinin evinde, annesiyle kalmaya başlamış. Malulen emekli olan babasının, emekli maaşı ile geçinmeye çalıştıklarını söylüyor.
Ve ekliyor: “Kendime bir alan belirledim. Adalet Bakanlığında çalıştığım insan hakları alanı üzerinden devam ediyorum. Bunu daha da özelleştirdim. Nefret suçları, nefret söylemi ve ifade özgürlüğü, kadın hakları. Bunlarla ilgili bütün her yere katılıyorum. Şu anda da Af Örgütünde insan hakları eğitimi alıyorum. Mektup yazarak dayanışma göstermeye çalışıyorum. Cumhuriyet yazarlarına, Zaman yazarlarına. Çağdaş Hukukçulardan tutuklananlara. Hepsine mektup, kartpostal gönderdim. Kitap gönderiyorum. Bu zaten bendim. Bana, ‘Bunlardan dolayı da yargılanacaksın, seni hiçbir zaman işe almayacaklar. Sesini kes otur, çocuğun ile ilgilen’ diyen çok oluyor. Bunların hiçbirinin bende bir karşılığı yok. İlk defa olduğum gibi hissediyorum ve bunun özgürlüğünü de yaşıyorum.”
Zeynep Mercan, Türkiye’deki yargı sisteminin halini göstermek açısından yabana atılamayacak bir anısını da anlatıyor: “Ben bu mesleğe girerken Trabzonlu bir Yargıtay üyesi ile konuşmuştum. O bana ‘Siz artık AKP’nin hakim ve savcılarısınız’ demişti. Ben de ‘Niye?’ dedim. Kimin döneminde girdiysen onun hakim ve savcısı olursun, görürsün demişti.”
Kendisini etkileyen yazarların başında Stefan Zweig’ın geldiğini söylüyor Zeynep Mercan. Özellikle intiharının ardından bıraktığı mektuptan çok etkilenmiş. Bir de, Zülfü Livaneli’nin kitaplarını severek okuduğunu anlatıyor. Öncesinde, kendisini geliştirmek için daha çok kendi alanında, insan hakları ve hukuka dair okuyormuş. İhraç edildikten sonra edebiyata da yöneldiğini anlatıyor ve ekliyor: “Bu süreçte Behçet Aysan okudum. Onun da ‘Yarın Diye Bir Şey Var’ şiirini seviyorum.”
*Osmanlıca: Dışarı çıkarılmış, ihraç olunmuş.