Hürriyet yazarı Ayşe Arman, cinnet getirip 3 ve 5 yaşındaki iki kızını katlettikten sonra intihar eden Göksel Akşeker’in 2 ay önce silahla yaraladığı eşi Şura Akkök Akşeker ile konuştu. Yaşadıkalrına hâlâ inanamadığını söyleyen Şura Akşeker, hergün çocuklarının mezarını ziyaret ettiğini anlatarak, "Toprağa sarılıyorum. O zaman kendimi onlara yakın hissediyorum. İnanmayacaksın ama dün büyük kızımın sesini duydum. “Anne” dedi bana. Üç aydan beri ilk defa kızımın sesini duydum. Yavruma, “Canın çok acıdı mı?” diye sormak istedim, “Geçti, geçti” diye başını okşamak istedim. Kafaları paramparça olmuştu yavrularımın..." dedi.
Ayşe Arman'ın "Önlem alınsaydı çocuklarım hayattaydı..." başlığıyla (26 Kasım 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Herkes için sözün bittiği yer.
Kadına, çocuğa şiddetin en vahim örneklerinden biri.
Bütün Türkiye acı içinde izledi. 26 yaşındaki Şura Akkök’ün iki kızı öldürüldü. 3 ve 5 yaşındaki iki yavrusu. Hira ve Elasu.
Öldüren de, hapisten firar etmiş, uyuşturucu bağımlısı babaları Göksel Akşeker. Önce kendisinden ayrılmak isteyen Şura Akkök’ü vurdu. Kadın, şans eseri hayatta kaldı. Ardından çocukları kaçırdı. Şura’ya da “Sana öyle bir acı yaşatacağım ki, ömür boyu unutmayacaksın!” dedi ve kendi kanından, canından yavrularına kıydı.
Sonra da kendini öldürdü.
Gerçekten akıl alır gibi değil.
Olay felaket.
Ama Şura Akkök, “Beni bu adamdan koruyun!” diye devlete başvurdu, çocukların nerede olabileceğini söyledi, eşinin annesinin ona yardım ettiğini anlattı. Eğer gerekli tedbirler alınsaydı, o çocuklar bugün hayatta olacaktı...
Başın sağ olsun. Bir annenin yaşayabileceği en büyük acıyı yaşıyorsun. Eşin, önce iki kızını, sonra kendini vurdu. Sen de yavrularını toprağa verdin. Ne haldesin şu anda?
- Ölüyüm ben. İki yavrumla birlikte ben de diri diri toprağa girdim. İnsanın kalbinin taşıyamayacağı bir acıymış. İki meleğim artık yok (Ağlamaya başlıyor). Bazen inanamıyorum. “Bu bir kâbus, uyanacağım” diyorum. Ama kâbus devam ediyor. Ölmeyi bekliyorum. Her gün mezarlarına gidiyorum, toprağa sarılıyorum. O zaman kendimi onlara yakın hissediyorum. İnanmayacaksın ama dün büyük kızımın sesini duydum. “Anne” dedi bana. Üç aydan beri ilk defa kızımın sesini duydum. Yavruma, “Canın çok acıdı mı?” diye sormak istedim, “Geçti, geçti” diye başını okşamak istedim. Kafaları paramparça olmuştu yavrularımın...
Onları o halde gördün mü?
- Gördüm. Onları son kez kucaklamak istedim. Beş yaşındaki kızımın ayakları yamulmuştu. Eli ayağı felçli gibiydi. Acı çekti mi acaba ölürken? Ya öbürü, bebek daha, üç yaşında... Kendi öz evlatlarına kıyan bir baba olmaz olsun! Peki onun anasına ne demeli? O kadın, oğlunun nasıl bir sapık zihniyete sahip olduğunu bildiği halde, benim çocuklarımla baş başa bırakıp gitti. Son iki gündür evde değilmiş. Ev sahibi şüphelenmiş, “Bu çocuklar niye gözükmüyor?” diye polise haber vermiş. Perşembe günü vurulmuşlar ama cansız bedenleri pazar günü bulundu. Benim çocuklarım şu anda toprağın altında. Katil oğluna yardım ve yataklık eden kadın ise hâlâ dışarıda! Kızlarımı, o caniyle baş başa bıraktı.
Şu anda neredeler gibi geliyor?
- Cennetteler. Zaten ellerine morgda gül verdim. Onların hiçbir suçu, günahı yoktu. Niye kıydı ki onlara? Derdi benimleydi. Benden intikam almak istiyordu.
Özlem mi daha fazla, acı mı? Yoksa eski eşine öfke mi?
- Allah korkum var benim. Olmasa, o ölü adamı testereyle parçalamak istiyorum. Öfkem çok. Ölmüş olması da öfkelenmeme engel değil. Bebekti onlar daha. Dünyadan haberleri yoktu... (Ağlıyor)
Senin hayatta olman da mucize!
- Evet. Beni de göğsümden vurdu. Kanlar içinde bıraktı. “Geber!” dedi, çocukları aldı gitti. Benim kan kaybından ölmüş olmam gerekirdi. Hastanede öyle dediler. Mucizeymiş hayatta kalmam. Sürüne sürüne kapıya gittim, komşular yol ortasında buldular, ambulans çağırdılar. Sonra yoğun bakımda kaldım. Ben, kızlarım için hayata tutunmuştum. Keşke o gün göğsüme değil de, kafama sıksaydı da ben de ölseydim.
Bir insan, çocuklarına nasıl kıyar? Uyuşturucu mu sebep oldu?
- Zaten psikolojik sorunları vardı. Uyuşturucu da tetiklemiştir. Ben yıllarca bu adama kölelik yaptım. Dövdü, sövdü, her türlü işkenceyi yaptı. Hep sahipsizdim. Kimse çıkıp “Yeter be! Yettin be!” demedi. Ailem de demedi. Ben ne zaman artık “Bundan böyle köle olmayacağım. Bedeli ne olursa olsun, aç da kalsam, sokakta da kalsam senden ayrılacağım!” dedim, delirdi. Hazmedemedi.
Böyle bir felaket yaşanabileceğini tahmin ediyor muydun?
- Çocuklarım için endişeleniyordum. Defalarca polisten yardım istedim. Beni vurduktan sonra, “Barışmak istiyorum, çok pişmanım!” diye haber yolladı annesiyle. Ben de “Asla!” dedim. Annesi de, “Ya barışırsın ya da sana çocuklarını vermeyeceğiz, ömür boyu hasret kalacaksın!” dedi. Gerçekten de dediklerini yaptılar. Yalvardım ben polise. Ses kayıtlarını da dinlettim. “Çocuklarım bu adamın yanında, kurtarın!” dedim. “Bu adam sapık!” dedim. Nerede olabileceğini de söyledim. Ama ilgilenmediler bizimle. Beni korumadılar, anlattıklarımı ciddiye almadılar ve sonra olan oldu. “Evlat acısıyla ömür boyu yansın, tutuşsun” dedi. İki yavruma da kıydı.
Ama onlar onun da evladıydı...
- Demek ki öyle hissetmiyordu. Demek ki uyuşturucunun etkisiyle bir caniye dönüştü. Bilemem ki ben onun ruh halini. İnsan karısını vurur mu? Vurduğu karısına bir de işkence eder mi? Kan gölünün içinde bırakıp gider mi? İnsan yavrusuna kıyar mı?
Cenazeler getirilsin diye cebinden para ödemişsin, öyle mi?
- Morgda dediler ki, “Ambulansınızı hazırladınız mı?” “Ne ambulansı?” dedik. “Siz kendi imkânlarınızla götüreceksiniz!” dediler. Oradan buradan para buldum buluşturdum, iki bin liraya ambulans tuttum. O caniye belediye araba gönderdi, ben kendim araba tuttum.
Eşin cezaevinde hükümlü değil miydi?
- Artık nasıl olduysa, bunun cezası inmiş, infaz süresi azalınca, açık cezaevine göndermişler. Halbuki daha önce açık cezaevinden firar etmiş bir adam. İkinci defa nasıl açık cezaevi hakkı verilebiliyor, anlamak mümkün değil. Sonra da kaçıyor. Bana tahliye edildiğini söyledi. Ben tabii inandım. “Çocuklarımı görmek istiyorum, getir!” dedi. Babalarıdır diye götürdüm. Antalya’da Hurma Mahallesi’nde bir evde buluştuk. Uyuşturucu, uygunsuz şeyler teklif etti. Hepsini reddettim, sinirlendi. Kavga etmeye başladık. Ve beni göğsümden vurdu. Yere yığıldım, kan kustum ama konuşabiliyordum. Kızlarım gürültüye uyandılar. Küçük kızımın elinden tuttum, çizgi film açtım o halde. “Hadi” dedim, “Siz burada çizgi film izleyin iki kardeş”. Büyük kızım, babasından korktuğundan yanıma yaklaşamadı. Sonra o cani, bıçağı orama burama saplamaya başladı. Ben o sırada yine onu yatıştırmaya çalışıyorum, “Sen böyle biri değilsin. Yine hastalığın geldi üzerine” diyorum.
Hastalığı ne?
- Bipolar hastasıymış. Ben bunları sonradan öğrendim. Uyuşturucu ve alkolle iyice kontrolden çıkıyormuş. Kan kaybettikçe canım su istiyor, üşüyorum. “Kız kardeşimi ara. Gelip seni hastaneye götürsün!” dedi. Aradım, “Biz gelemeyiz kusura bakma” dediler.
Peki sen nasıl hayatta kaldın?
- “Ben ölürsem, kimse sahip çıkmaz evlatlarıma! Ölmek istemiyorum, çocuklarımı anasız bırakmak istemiyorum” dedim. Sabah 7 buçukta vurmuştu, 1 buçuk gibi gözlerim kapanmaya başladı. “Geberdi sonunda!” dedi, çocukları aldı, çıktı gitti. Sonra bana bir kuvvet geldi, sürüne sürüne kapının dışına çıkabildim.
Çocukları nereye kaçırdığını biliyor muydun?
- Hayır. Ama annesini aradım. “Bak” dedim, ”Ben ölmedim, çocuklarımı bana geri getirin.” O da “Çocuklar nerede ben bilmiyorum” dedi. Poliste bu konuyla ilgilenen kişiye, “Antalya Aksu’da bunların akrabası var. Aksu’dan ev tutmuş olabilirler” dedim. Ama kimse beni ciddiye almadı. Çocuklarımın cesedi nereden çıktı biliyor musunuz? Aksu’dan!
Anında müdahale edilseydi, çocukların kurtulur muydu?
- Tabii ki. Ama ben en çok annesine kızıyorum. Bir psikopatla çocukları nasıl yalnız bırakırsın? Çocuklarımın vurulduğu gün, ben bir rüya gördüm. Eşim olacak katilin, saçları bembeyazdı, yüzü de kapkara. Yüzüme ateş etti. O sırada çocuklarım etrafta koşuşuyordu, birden ikisi de yere düştü. Can havliyle nasıl kalktığımı bilmiyorum. Dedim ki, “Bir şey oldu. Ben bu rüyayı boş yere görmedim!” İşte o gün, benim çocuklarım vurulmuş. “Evlat acısıyla baş başa bırakayım da onu, bakalım nasıl yaşayacak!” dedi ve yaptı.
Peki bundan sonrası?
- Benim için bundan sonrası yok. Benim artık hiçbir hayalim yok. Hayata dair planım da yok. Geleceğim da yok. 26 yaşındayım ama kendimi 96 gibi hissediyorum...
"Başkasıyla evlendim, korkumdan geri döndüm"
Nasıl tanıştın bu adamla?
- 17 yaşındaydım tanıştığımızda, o da 36. “Senin yaşın büyük. Önceden bir evlilik de yapmışsın, olmaz!” dedim. Ama işte duygularıma yenik düştüm. Sevgili olduk. Ama baktım, ağır hasta...
Nasıl anladın?
- Her şeyime karışıyordu. “Oraya gidemezsin, buraya gidemezsin! Çarşıya çıkamazsın, arkadaşlarınla kafede oturamazsın!” Ben de bir gün dedim ki, “Ben istemiyorum böyle yaşamak, senden ayrılacağım!” Bunu dediğim gün, benim dışarı çıktığımı öğreniyor. Küçük bıçaklar vardır ya, işte onlarla göğsüme bıçak soktu. “Benden asla ayrılamazsın!” dedi. Ben de anneme anlattım, “Kurtulmak istiyorum bu adamdan” dedim. Beni apar topar görücü usulü evlendirdiler. Uzaktan bir akrabamızla, İstanbul’a gittim.
Resmi nikah mı?
- Evet, nikahımız da kıyıldı, düğünümüz oldu. Düğünümden bir gün sonra, bana fotoğraflar atmaya başladı. Benim onunla çekilmiş uygunsuz fotoğraflarım. “Ya kendi ayağınla gelirsin ya bu fotoğrafları herkese gösteririm. Seni zaten kapının önüne koyarlar!” dedi. Yetmedi! “Kız kardeşini dağa kaldırırım” dedi. “Erkek kardeşini vurdururum” dedi.” E korktum, çünkü hasta, uyuşturucu bağımlısı, yapar mı yapar. Ertesi gün geldi beni aldı.
Diğer adama ne dedin?
- “Olmayacak bu iş, seni istemiyorum!” dedim mecburen. Cahillik de var, rezil olmaktan korktum. Akıl veren yoktu.
Ve caniye geri döndün...
- Evet ama mahkeme, resmi nikâhlı eşimle üç yıl boşamadı bizi. O arada, bu caniden çocuklarım da oldu. Ama resmi nikâhlı eşimin üzerine yazıldılar. O da ses çıkarmadı korktuğu için.
Sen sevdin mi bu adamı hiç? Yoksa mecbur kaldığın için mi birlikte oldun?
- Eğitimin yok, işin yok, mecbur dayanıyorsun. Önüne ne sunulmuşsa, onu yaşıyorsun. Yok ki çaren. Her gün döverdi. Pavyona giderdi, kadınlar, kızlar. “Eğer bekâr hayatı yaşamak istiyorsan yaşa ama beni bırak!” diyordum. Böyle dediğim için de dayak yiyordum. Küçük kızıma altı aylık hamileydim. Rus bir dostu vardı. Onunla mesajlarını yakaladım. Yemek hazırlamıştım, masayı havayı fırlattı. “Sen bu telefonu nasıl kurcalarsın!” diye. Benim karnım burnumda, kafama silahla vurdu. Çocuğun cinsiyeti kız diye, bana bir avuç dolusu ilaç içirdi. Düşürmek için. Karnımda çekmeye başlamıştı zaten benim çocuğum. Sonunda işler o kadar baş edilmez hale geldi ki, ben bunu ihbar ettim.
Nasıl yani?
- Aranıyordu. Çete kurmaktan, silah kaçakçılığından, devleti dolandırmaktan. Aile tabii bana düşman oldu ihbar ettiğim için. Bu da, 11 katlı bir binaya çıktı. Altı saat orada kaldı, güya kendini öldürecek, güya atlayacak. Ama kurtardılar. Sonra cezaevine girdi.
Uyuşturucu satıcılığı da yapıyor muydu?
- Evet. Pek çok şeyi sonradan dosyasından öğrendim. Girdi bu cezaevine. Sürekli haber göndermeye başladı. Gittim. “Ben sana acayip kötülükler yaptım, çok pişmanım. Ben burada tedavi olup iyileşeceğim. Beni affet, bana bir şans daha ver. Çocuklarımı babasız bırakma!” dedi. Yüreğim yumuşadı. “Tamam” dedim. Her ay ziyaretine gittim. Ama çift kişilikliydi. Bir an geliyor melek, bir an geliyor şeytan. İki buçuk yıl cezaevinde kaldı. Manisa’da ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedavi gördü. Oraya da gittim. Ama 16 yıl cezası kesinleşince ruh hali yine bozuldu, “Sen kendine yeni bir hayat kur, benden adam olmaz!” dedi. Ben de, “İyi tamam, beni bir daha arayıp sorma!” diye mektup yazdım.
Otopsi raporu çıktı mı?
- Daha değil, uyuşturucu çıkacak muhtemelen. Annesi bütün bunları bildiği halde sessiz kaldı. Oğluna yardım ve yataklık etti. Devlete teslim edebilirdi çocuklarımı. Karakola bırakabilirdi. Rabbim almış olsaydı evlatlarımı, güle güle gönderirdim. Ama öldürüldüler. Ben de o kadının ceza almasını istiyorum. Bir oğlu daha var cezaevinde. Çıkınca ona vurdurtacaklar beni. Ben öldükten sonra, “Demişti” dersiniz. Nasıl olsa yine korumayacak devlet beni.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, şunları kaydetti:
Hep ağlayan, hep üzülen taraf olmaktan yorulduk! Artık yeter! Kadınlarımızın, çocuklarımızın öldürülmelerini önleyebilecekken; bilinçli olmasa da, olaya seyirci kalan kamu görevlilerine ve yetkililerin acizliğine kızıyoruz.
Çünkü yavaş yavaş kaybediyoruz çocuklarımızı, kadınlarımızı ve geleceğe dair umutlarımızı. Biz, sahada şiddete karşı çalışan tek acil yardım hattı olarak, “Hangi yöntemleri uygularsak şiddeti önleriz?” diye kapı kapı dolaşıyoruz. Yargıda ve karakolda görevli arkadaşlara, tarafımıza bildirilen aksaklıkları anlatıyoruz. Bizden hukuki yardım isteyenlere müdahil olma taleplerimizi bildirdiğimiz yargıdan ret cevabı alıyoruz çoğunlukla. O yüzden hem kırgın hem de kızgınız.
Şura arkadaşımızın çocukları, bu ihmaller zinciri olmasaydı hayatta olacaktı! Eğer Adalet Bakanlığı Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü, hapishaneden kaçışı bildirseydi, kocasından şiddet gördüğünü söyleyen kadının kayıtlarıyla karşılaşacaktı ve önlem alacaktı. Bu vakada, kamu kadar eril zihniyete boyun eğen babaanne de suçlu. Çünkü hiçbir şart altında, o çocukları, uyuşturucu bağımlısı, şiddete meyilli, hasta oğlunun insafına terk etmemeliydi.
İşte bu yüzden toplumsal cinsiyet dersi istiyoruz okullarda. Bu yüzden kadınları sömüren geleneklere karşı çıkıyoruz. Kadını, “Ayıptır, günahtır, böyle yapamazsın!” diye sindiren, korkuta utandıran, sınırlayıcı din talimatlarına karşı çıkıyoruz. Sadece kadınlara değil, artık şiddet onun etrafındakilere de geliyor. Yavrularımıza, aile fertlerimize yansıyor.
Biz, erkeklerin öfkesini kusma duvarı olmaktan, birilerinin uygulamadıkları yasanın mağduru olan kadınlara, çocuklara üzülmekten öte, yaşam hakkı istiyoruz!