(15 Mart 2012, Zaman)
AK Parti'nin "kesintili eğitim" teşebbüsü, Başbakan'ın yeni profilini somutlaştırdı. Erdoğan'ın siyaset yapma tarzını hamur yapmaya benzetiyorum. Hamurkâr, hamur tahtasının başında hamuru avucuyla ve yumruklarıyla biçimlendiriyor.
Yaptığı işte güç, enerji ve emek var. Hamuru kullanarak kenardakileri de ana kütleye dahil ediyor. Sonra parmaklarıyla biçim veriyor. "Kesintili eğitim" gündemi, 28 Şubat'tan önce CHP'nin "dinle barışma" projesinin karşılığı. Kesintisiz eğitimde, 28 Şubat generallerinden daha fazla ısrarcı olan CHP'nin bu cılız projesi çökmüş olmadı mı? CHP ile birlikte MHP de hamur gibi yoğrulup bir kalıba sokulmadı mı? İnancını baskı altında gören dindar kitlelerle CHP ve MHP arasında kurulacak bağlar koparılmadı mı? Başbakan, başkalarının kendi mahallesine girmesine engel oldu.
Başbakan, bir başka yerde farklı bir hamuru yoğuruyor. Kürt sorununu çözmek için "bedel ödemeye hazır olduğunu" söylediğine göre, hamur epeyce kıvama gelmiş durumda. Aysel Tuğluk, dün Taraf'ta kaleme aldığı uzun yazıda sadece bir tek kişiyi, Başbakan'ı muhatap alıyor. "Siyasî iktidarın ve özellikle Başbakan Erdoğan'ın çözüme yönelik hamlesinin elzem hale geldi"ğini söylüyor. Adres doğru. Zamanın hızlandığı bir andayız. Bir tarafta şiddetin tırmanması ihtimali giderek artıyor. Öbür tarafta çözüm umutları çoğalıyor. Aslında her ikisi aynı madalyonun iki yüzü. PKK kendi çözümünü zorlamak için şiddet tehdidinde bulunuyor. Devlet, PKK'yı çözüme ikna etmek için güvenlik politikalarını derinleştiriyor.
Taner Akçam'ın Neşe Düzel'e verdiği ve üç gündür yayımlanan röportaj, Kürt sorununun çözümüne farklı bir perspektif getiriyor. Taner Akçam, PKK'nın dilini, stratejisini ve Kürt sorununun serencamını çok iyi bilen eski tüfek Marksist bir aydın. Önce bir tespitte bulunuyor: "PKK Kürdistan'a demokrasi getiremez." Sonra şu soruyu soruyor: "Demokratikleşme neden PKK ile görüşmeye kilitleniyor?" Akçam bize, özerklik gibi çözümlerin etnik temeldeki çatışmaları artıracağını anlatıyor. Sorunun yeni sınırlar çizmek yerine sınırları anlamsızlaştıracak adımlar atılmasıyla çözüleceğini söylüyor. Önerdiği etnik temeli esas alan siyasallaşmadan uzak durmak. Yani, milliyetçiliğin ateşini her tarafta söndürmek.
Öteden beri bir farkı vurguluyorum. Türkiye'nin iki farklı Kürt sorunu var. Birincisi, evrensel ölçekte bireysel haklar temelinde çözülecek Kürt sorunu. Bu sorunun somut hali ise Kürtçe, en nihaî haliyle anadilde eğitim sorunu. İkinci sorun ise demokratikleşme sorunu. Demokratikleşme sorununu Diyarbakır'da, Türkiye'nin herhangi bir ilinden farklı hale getiren ise Kürt ulusalcılığı sorunu. Adem-i merkeziyetçilik prensibinin, merkezin yetkilerinin yerel yönetimlere devredilmesinin uygulanmasında Güneydoğu illeri ile dışardakiler arasındaki fark, etnik kimlik eksenli arayışları, kısaca Kürt ulusalcılığını karşımıza dikiyor. Türkiye'nin bir Kürt sorunu var; bir de Kürt sorunu ile özellikle Kürt siyasetçilerinin harmanladığı Kürtlük sorunu var.
Özerklik, federasyon gibi etnik kimliğe dayalı coğrafî çözümlerin hiçbiri Kürtlerin sorununu çözmüyor. Taner Akçam'ın vurguladığı, bu çözümlerin demokratikleşmeyi getirmemesinin ötesinde daha ciddi bir sorun var. Coğrafi çözümler Türkiye Kürtlerinin sadece % 40'ını içine alabiliyor. Hatta, BDP'nin oy coğrafyası ile sınırlanınca daha da azını. Zira Kürtlerin % 60'ı Kürdistan sınırları dışında yaşıyor.
Coğrafî eksenli taleplerin müzakeresi, Kürt ulusalcılığının beşiğinin sallanması anlamına geliyor. Devlet uyutmak, PKK büyütmek kastıyla bu beşiği birlikte sallıyor.
Kürt sorununun çözümü için her açıdan olumlu bir atmosfer var. Başbakan'ın geçen hafta yaptığı "her türlü bedeli ödemeye hazırım" çıkışı adrese yollanmış bir mektuptu. Aysel Tuğluk'un Başbakan'ı muhatap alan yazısı, mesajın alındığını gösteriyor.
Peki neler oluyor? Ben Başbakan'ın farklı teknelerde farklı hamurlara biçim verdiğini düşünüyorum. Kürt sorunu ile Kürt ulusalcılığı sorununu birbirinden ayırıyor.