Murat Kapkıner: İki Mevlâna var Ekrem; bildiğini konuş tamam da…

Murat Kapkıner: İki Mevlâna var Ekrem; bildiğini konuş tamam da…

Murat Kapkıner

Ekrem Dumanlı’nın yazısını gene Zaman’dan değil T24’ten okudum. Ekrem’e baştan şunu söyleyeyim: Bildiğini konuş Ekrem; tamam! Ama bilmediğin konularda istesen susabilirsin.

Abdest- namaza başladığım ilk birkaç yıl hariç Hz. Mevlâna’dan hep Hz. Mevlâna diye bahsettim. Şunun için; ne denirse densin Mesnevi şairi, Mesnevi’deki şair çok değerliydi.

Yaklaşık otuz yıl önce Mesnevi’yi ‘’ilk’’ okuduğumda: “Benim Dostoyevskilere gereksinimim yokmuş meğer” demiş ve bitmesin diye ‘’iktisatla’’ okumuştum. (Çünkü daha sonraları birkaç farklı çeviriden birkaç kez daha okudum). İlaç gibi bir şey olmuştu benim için. Böyle bir Hz. Mevlâna var ve ben bu şairden hep saygıyla söz ederim. Kimden: Mesnevi’deki Mevlâna’dan.

Demem o ki iki Mevlâna var: Biri andığım Mesnevi şairi Mevlâna. Öteki Celaleddin-i Rûmî; tarihi kişilik. Az sonra Mesnevi’yle ilgili sorunlardan da bahsedecek olmam O’nun benim indimdeki ‘’ekmek yediğim el’’ olmaklığına engel değil. Mesnevi’nin Dibace’sini okuyup onaylarsanız örneğin ‘mümin’ kalmanız olanaksızdır.

Bu dibace,  Hazret’in ölümünden uzun yıllar sonra (bilimsel hata yapmayalım) belki yüz yıl sonra eklenmiş Mesnevi’ye. Ama Ekrem kesinlikle onu da Hazret’in yazdığını sanarak okuyor.   Çünkü Ekrem’in de ima ettiği, Mevlâna düşmanı (!)Muhterem Mikâil Bayram Hoca’dan başka bunu söyleyeni duymadım. Dibace’yi geçelim; mesnevi metninin kendisi de bu gibi şeyler içeriyor.

Bunu lütfen bir parantez kabul edin bir anımı aktaracağım: Otuz yıl kadar önce, Büyükkörükçü, Arap üniversitelerinin birinden mezun olup gelmiş. (Allah hayırlı ömürler versin) Hasan Hoca da Vakıf’ta bir masa vermişti. Ben Vakfın dergisini çıkarıyorum. Üniversitede hoca arkadaşlarımın da bulunduğu bir ortamda tartıştık. Mesnevi vahiydir diyordu. Tartışmayı ben başlatmıştım ve evet o yıl Türk basınında da ilk kez ben gündeme getirmiştim (az sonra Okuyacaksınız).

Muhatabım, Kur’an’dan, kelamdan anlamayınca aramızda şu konuşmalar geçti:

-Mesnevi vahiy midir.

-Evet.

-Yani İnandığımız Tanrı tarafından mı indirilmiştir.

-Evet.

-Bak kardeşim o zaman: Sen hangi Tanrı’ya inanıyorsun bilemiyorum ama Mevlâna Mesnevi’de oğlan üzdürüyor. Bana göre şairdir; yazar. Ama benim inandığım Tanrı, indirdiği vahiyde oğlan düzdürmez; senin Tanrı’n böyle şeyler indiriyor olabilir.

Elbet masaları sandalyeleri devirerek çıkıp gitti. Ve evet Mevnevi’nin birinci cildinde yeterince ayrıntılı böyle bir hamam sahnesi var: “Adamın kıçı hamam peştemalı gibi parçalandı”(Mesnevi).

Şu an kütüphanem yok (bi şekilde yok). Dibace’deki aklımda kalan kesin birkaç şey aktaracağım.

Deniyor ki: “Bu mesnevi, alemlerin rabbi tarafından indirilmiştir”. “Ona batıl yaklaşamaz”, “Ona temiz olanlardan başkası dokunamaz”, “Onu melekler korumaktadır”.

Bütün bu yazdıklarım Kur’an ayetleridir ve Kur’an-ı Kerim hakkında indirilmiştir. İkisinin orijinallerini yazayım (Dibace’de de orijinal yazılmış): “tenzilümmirrabbilalemin”, “lâ yemessehu illel mutahharun”.

Bunları ezberci Ekrem’in şu sözleri üzerine yazdım: “Ne var ki Din’i ana kaynaklarından bütün erkânıyla bilemeyenler Mevlâna hakkında en ağır ithamlarda bulundu. Halen de bulunuyor”. Bu ‘’halen’’, Mikâil Hoca’yla benim ve evet bunları (benim değil, senin) Mevlâna’n dediyse kâfirdir Ekrem; casusu masusu geç. Sen bunları “din’in” hangi “ana kaynağı” ve “bütün erkânı”yla izah edebiliyorsun. Söyle de tevbe edelim.

İki Mevlâna var. Biri benim yüksek duyarlı, ender rastlanan şair Mevlâna’m, öteki tarihi kişilik olarak hiç de hayırla yad edemeyeceğimiz, bu şiirlerle o mizacı tevhit edemeyeceğimiz son derece politize olmuş siyaset ve entrikaların ateşli odağındaki Celaleddin-i Rumî.

Ekrem diyor ki: “Mevlâna Hazretleri bu güne takılmıyor, çağı aşan bir nazarla yarınların bağrındaki oluşumları hesaplıyordu”.

Mevlâna’nın böyle bir düşüncesini ima eden bir satır gösterirse Ekrem, bir daha klavye, daktilo, kalem, her neyse başına geçmeyeceğim. (Daha büyük yemin edemem; haysiyetli biriyim).

Nerden çıkarıyorsun yahu.

Mevlâna’nın kendi ifadesi: “Ben gece yarısı Konya sokaklarında yalın ayak koştururken..”.

Hiç eli tespihli bir aksakala benziyor mu.

Fetullahçılar, iş bu Mevlâna kıyasını Hocaefendileri için hep yaparlar ve ben gerçekten yıllardır karşıt hiçbir şey söylemem: son derece benziyor; her anlamda. Benim şair Mevlâna’mla kıyas ederlerse papaz olurum; o ayrı.

O da Moğollar’la iyi ilişkiler içindeydi, Hocaefendileri de. O da Devletten ebediyen para sızdırdı Hocaefendileri de devletten her şekilde nemalandı. Onun da özgürlük, bağımsızlık gibi bir derdi yoktu, efendilerinin de. Velhasıl çok ama çok benziyor.

Mevlâna, Rektör tayin ediyor, rektör azlettiriyordu; aynen hocaları gibi perde gerisinden. Türkmenler. O dönem başlarını Ahi Evren çekiyor (Ekrem’in (doğru olarak) Nasreddin Hoca dediği). Çünkü tam adı: Hace Nasuriddin Axi evran.

Bu zümre, Moğol istilasına karşı ne yapabilirizin derdinde olan (anlaşılır mı bilmem) milliyetçi, vatanperverler. Ve Mevlâna bunlarla sokak savaşı yapabildi.

Yıllardır şunu söylüyorum: “Ahi evren ve taraftarları başkaldırdı da n’oldu: belki üzyüz-beşyüz bin kişi kılıçtan geçirildi. Mevlâna iyi yapmış: ‘orada bir derviş kazanı kaynıyor; yalan dolan bu kazan kaynasın’ demiş ve bu güne kalabilmiş”. Ama bir Zaman yazarı çıkıp da : “Mevlâna bunu bilinçle yaptı” derse: “hoop” derim.

Adalet ve etik başka şey; Ahi Evren’le niye savaşıyorsun; bırak Moğol alsın kellesini; sonuçta yaptığı gibi.

Doğrudur, oğlunun, on yedi yaşındaki sevgilisi Kimya Hatun’u, Mevlâna, seksen-doksan yaşındaki Şems’e nikâhlayınca, oğlu (yanlış anımsamıyorsam) Alaaddin Çelebi, Ahi Evren saflarına geçti ve Şems’in öldürülmesinde baş rol oynadı. Kapıyı tıklayıp, tanıdık ses veren oydu.

Şu ‘adalet’, ‘etik’, ‘yalan-dolan’ ifadelerime geleyim. Söz gelişi değil; doğrudur. Mevlâna’nın tüm eserleri tahrif görmüştür, görmüş olabilir ama mesela ‘Mektubat’ı devlet arşivlerinden derlenmiştir; kesin belgedir. (Bulabilenler okusun) orada derviş bilmem kimin babası iki kez ölüyor: “Kardeşimize yardım”. Dedim ya mektupların tamamı devletten para isteyen mektuplar. Mesela maliye bakanı Süleyman Pervane’den.

Süleyman, daralmış olmalı ki (Sayın Erdoğan Gibi): “Efendi! Benim tasarrufumla olacak bir meblağ değil; Divan’ın (kabinenin) onayı gerekiyor” diye yazdığında Mevlâna yakadan düşmüyor: “Dîvân Süleyman’a tabidir”. Kelime oyunu muhteşem: Dîvân: devler, cinler ve Kur’an’dan mülhem. Ya! Ekrem! İşte böyle.