İki şehir iki dünya: Ataşehir-Başakşehir

İki şehir iki dünya: Ataşehir-Başakşehir

T24 - Radikal gazetesi Türkiye'deki 'ayrışmayı' şehirleşme bazında araştırdı. Radikal gazetesinden Berrin Karakaş'ın araştırmasına göre; Radikal 'türdeş getto'ları yerinde araştırdı. Artık kimse kendinden farklı olanla beraber yaşamak istemiyor.

“Sağlıklı nesiller sağlıklı besinlerle yetişir” selamlı Selam Hipermarket, Nur Mefruşat, Mevlana Giyim, Kuveyt Türk Bankası, Özel Şifa Hatun Sağlık Kabini, Tekbir Mağazası, Aygünler Restoran ve Yapı Kredi, Milano Kuaför, Aquapower Solarium, Mozaik Çarşı Fitness, Restorante il Padrino, Çeşme Dalyan Balık, Northshields... Ardı ardına saydığımız isimleri karşılaştırmak bile fazla söze hacet bırakmıyor sanki. Hangisi nerede bulmak çok zor olmasa gerek.

Başakşehir ve Ataşehir’de etrafa şöyle bir hızlıca bakınmak bile gettolaşmanın izleriyle dolu. Başakşehir gençleri biricik eğlence merkezleri ‘Sular Vadisi’ne inen duvara ‘Coca Cola İçme!’, ‘Bebek katilleri’ gibi sloganlar yazarken, Ataşehir gençleri elektrik trafolarına grafitiler yapmışlar. Ataşehir’de Atatürkçü Düşünce Derneği yeni başlayacağı kurslarını duyururken, Başakşehir Dr. Senai Demirci şöyleşilerini duyuruyor. Senai Demirci yazılarını Haber7’den tanıdığımız, Radyo 7’den sesini işittiğimiz, kendisini “Bugün doğdu, ömrünü bugün biliyor. İlk taze nefesini bugün aldı. Sonunu sonsuzluğa göre hazırlamaya çalışıyor.

Fazla söze ne hacet” şeklinde tarif eden bir “mistik”. Başakşehir’’in camisi, bildiğimiz klasik camii mimarisinde, Ataşehir’deki kübik. Bahçeşehir’de Burç Koleji, Fem ve Fatih dersaneleri, Ataşehir’de Bilfen Okulları var. Ataşehir’in her köşesi çiçekçi, Başakşehir’de yok öyle bir şey. Ataşehir’de parkın girişinde “En hakiki mürşit ilimdir” diye hatırlatıyor Atatürk parkın girişinde heykeli ve heykelin iki yanına yazılı sözleriyle. Ataşehir gençleri Northshields’in üzerindeki kulüpte takılırken, Başakşehir gençleri Sheesha Cafe’de nargile içiyorlar. Selam Hipermarket’te elbette ki içki satılmıyor lakin kıyıda köşede minik bir tekel bayi bulmak mümkün. Ataşehir sıra sıra Tekel bayii.

‘Ben de modern bir şıkım yani’ Kiptaş’ın yaptığı Başakşehir’in 4.5 etapı ve Toki’ye ait etaplara kıyasla zenginlerin oturduğu yerler. Boğaz, bu etaplara taşınmış. Tarabya karşısı Kanlıca evleri… Akşamüzeri türbanlı anneler, Audi’leri, Mercedes’leriyle çocuklarını okuldan almış evlerine dönüyorlar. Çarşaflı kadınlar, türbanlı kadınlar çocuklarını ellerinden tutmuş alışverişe çıkmışlar. Konuştuğumuz insanlar buraya taşınmalarının sebebini kendileri gibi insanlar olmasından öte sessiz , sakin ve güvenli olduğu için tercih ettiğini söylüyorlar.

Başak Center isimli küçük dükkanların olduğu AVM’de çoğunluk kadınlar çalışıyor. “Piko çekilir” duyurularının yanında “Filistin çığlıklarına ses ver” afişleri… Başak Center’daki en ilginç muhabbeti bir iç çamaşırı dükkanında gerçekleştiriyoruz. Tezgahın üzerinde “Sadaka sahibinden kabir azabını uzaklaştırır” yazılı küçük bağış kutusu… Dükkanın sahibi iki sene önce kapatmış başını. Zaten içinde varmış, burada keşfetmiş derin duygularını. Kocası ve ailesi açık. Ayrımcılığa, başını kapattıktan sonra uğradığını söylüyor. Yazları gittikleri Silivri Çay Bahçesi’nde rahat edemez olmuş…

Yanındaki arkadaşı, elinde örgüsüyle şen şakrak genç kadının söyleyecek çok sözü var. “Burası da Bebek gibidir” deyip örgüsünü bırakıp fırlıyor sandalyesinden, paltosunu yukarı çekip kıyafetini gösteriyor; “Bakın ben de modern bir şıkım yani!” diyor. Sonra sözü dönüp dolaşıp CHP’ye getiriyor; “Yüzde 99’u müslüman olan bir ülkede Antipati kurdurtmayacaksın, sempati kurdurtacaksın. CHP muhafazakar zihniyete gelse oyları da alır, bu iş tamamdır” diyor.

Türkiye’nin en güzel şehri Başakşehir Kapısına sıkı sıkı perdeler çekilmiş kuaför dükkanlarıyla dolu Başak Center. Bir tanesine giriyor ve sahibiyle konuşuyoruz. “Ben de eşarp takarım ama bunlar gibi değil, bunlar İslam’ı gösteriş için yaşıyorlar. Sonradan görme sosyetikler çok...” diye dert yanıyor. Genelde günlere gitmeden önce yaptırıyormuş kadınlar saçlarını. Yanında çalışan kız “Genelde sohbete giderler. Aygünler Restoran var bir de. Kadın erkek ayrı da oturabiliyor. Kiptaş’ın yaptığı spor salonunda da öyle, ayrı kadın erkek” diyor.

Tesettür kıyafetleri de satan mağaza Mevlana’da toplanan kadınlar “Sular Vadisi’nde düzenlenen Ramazen eğlencelerinin, iftar yemeklerinin sıkı takipçileri. Türkiye’nin en güzel şehri “Başakşehir” diyorlar. AVM’den çıkışta konuştuğumuz kuruyemişçi “Bunların hepsine Zaman gazetesi gelir. Ataşehir’e de Cumhuriyet gider. Getto budur” diyor.

AKP arabasını şikâyet Ataşehir 41 Ada sakinleri konuşmaya pek hevesli değiller. Hepsinin acelesi var. İş dönüşü vakti. Üçgen vücutlu adamlar, ince uzun sarışın kadınlar koşudalar. Bir genç kız hızla cevap veriyor sorumuza; “Kesinlikle burada aydın ve kendim gibi insanlarla yaşamaktan mutluyum. 10 senedir de buradayım” deyip dans dersine koşuyor. Ataşehir’de çalışan iki bankacı Northshields’te oturmuşlar.

Bir tanesi; “Getto meselesi uzun süreçte önyargıları körükleyebilir” diyor. Uzun zamandır 41 Ada’da çalışan korumanın yanına gidiyoruz sonra. “Burada bikiniyle bile gezen var. Türkten çok Rus var artık. Bir de tüp projesinde çalışanlar. Kurtlar Vadisi dizi oyuncuları da burada. Yüzde yüz “hayırcı” Batı Ataşehir. Referandumda park etmiş AKP arabasını telefon edip çektirdiler” diyor. Tam Kurtlar Vadisi dizi insanlarını konuşurken, yolda durmuş iki arabadan patırtı kopuyor. Bıçkın bir genç elindeki beyzbol sopasıyla yetinmemiş, silahına sarılmış bağırıyor: “Sıkıyım mı lan alnına kurşunu, sıkıyım mı!”.

TARHAN ERDEM:Siyasi genellemeden yana değilim, araştırmalıyız Bu önemli bir konu. Brezilya’da, Arjantin’de, İsrail’de örnekleri var. İlk yıllarda Türkiye’de de büyük projelerden sonra birtakım gelişmeler oldu, fakat artık rakamlar çok büyük. Şimdiye kadar teslim edilen daire sayısı 450 bin. Çok büyük üniteler ve insanların hepsi aynı tip değiller. Bazı problemler çıkması doğal. Biz bir buçuk yıl kadar önce bunları incelemek fikrimizile Toplu Konut’a bir proje verdik. Cevap gelmedi, olabilir, ama başkasına yaptırdılar mı bilmiyorum. Birlikte yaşamaktan doğan problemler araştırmalı ki, yeni projelerde bunlar dikkate alınsın. Siyasi genelemellerden yana değilim. Araştırılmadan konuşması zor ve bence yanlış.

ALİ AĞAOĞLU:Size bağlı, ayrıştırmak için bakarsan ayrıştırırsın Ben ‘Eve alma komşu al’ döneminde büyüdüm. Babamızı nasıl sayar çekinirsek, komşumuzu da öyle sayar çekinirdik. Gettolaşmanın tersine bizim sitelerde komşuluk ilişkileri canlanıyor. Bir sürü sosyal, sportif alanla, birlikte yaşayabilecekleri alanlar yaratıyoruz çünkü. Birbirine benzer insanlar olduğu için sosyalleştikleri fikrine katılmıyorum. Her kesimden müşterimiz var. Siyasi gruplaşma da yoktur bizde. Bir sitenin daha Atatürkçü olması gibi bir gözlem içinde olmadık. Böyle şeyler nasıl baktığına da bağlı. Ayrıştırmak için bakarsan, ayrıştırırsın. Referandumdan gidersek tamam, bizde ‘Hayır’cılar biraz daha fazladır. Ama yine de kafa kafayadır. Türkiye’nin tipik mozağidir yani… Kendiliğinden bir gruplaşma olursa bir müdahalemiz olamaz. Hepsi bizim insanımız.

BILL BISHOP Türkiye’de farklılaşma daha çok din üzerinden İlk kez 2004’te adını koydu, 2008’de ‘The Big Sort’ (Büyük Tasnif) adlı kitabı yazdı. Gazeteci, araştırmacı Bill Bishop 1976 ve 2004 başkanlık seçim sonuçlarını karşılaştırılıdğında ABD’de bir şeyin değiştiğini fark etti. Cumhuriyetçilerle Demokratlara verilen oyların arasında yüzde 20’den fazla fark olduğu yerler ülkenin genelinde hâkimdi. Yani bir şehir ya yüzde 70’i aşan oylarla Cumhuriyetçi ya da Demokrattı. Arası kalmamıştı. Bishop’a göre Amerikan halkı artık kendisine benzeyenlerle birlikte yaşamaya karar vermişti. Bill Bishop’la Türkiye’deki ‘büyük tasnif’i konuştuk. 

Amerika’da insanların gittikçe siyaseten yakın durduklarıyla birlikte yaşama arzusunu ve bunun yarattığı radikalleşmeyi konu alan bir kitap yazmıştınız. Daha sonra bunun küresel bir eğilim olduğunu kanıtlayan diğer ülkelerden örneklerle karşılaştınız mı? ‘Yığılma’ bu zamanların meselesi mi? Açıkçası bunun burn küresel eğilim olup olmadığı yıllardır en sık duyduğum soru. Kanada ve Avustralya’den benzer hikâyeler biliyorum. İkisi de çeşitli hayat tarzlarının bir arada yaşadığı büyük ülkeler. Bizim başkanlık seçimlerinde iki oturmuş partinin oylarını takip edebilmek gibi bir lüksümüz vardı. Çok az ülkede bu çeşit bir siyasi sistem var. O yüzden de ölçmesi daha zor.

Kitap iki yıl önce çıktı. Obama’nın başkanlığı süreci etkiledi mi? Tezinizi güncellemeniz icap ediyor mu? Hayır, yığılma devam ediyor. Bu ekonomik olduğu kadar kültürel bir fenomen ve aslında doğrudan politik tercihle şekillenmiyor. Böyle kasıtlı bir plan olmasa bile son 40 yıldır, birlikte oturduğu, çalıştığı ya da evlendiği kişinin kendisine benzediği vatandaşlar olduk.

“Genelde insanlar, özellikle de Amlerikalılar anlaşmazlıktan hoşlanmaz. Bu yüzden de fikren tam uyuşacakları mahallelerde yaşıyorlar, öyle kiliselere, barlara gidiyorlar” diyorsunuz. ‘Anlaşmazlıktan nefret etmek’ mi sizce temel motivasyon, yoksa düpedüz ötekine duyulan bir nefret mi var? Burada asıl itici gücün modernizasyon olduğu sonucuna vardık. İnsanlar zenginleştikçe, hayatlarını şekillendirmeye daha hevesli oluyor. Kendilerine dair vizyonun sürekli korunması ve gelişmesi ihtiyacı duyuyorlar. O yüzden de yaşadıkları yer iş yerlerinden ya da ailelerinden daha önemli hale geliyor. Yaşanan yerin kendini en iyi ifade eden unsur olduğunu düşünüyorlar. Asıl motivasyon kendini var etmek aslında. Türkiye’deki yığılmaya, gettolaşmaya dair hiç fikriniz var mı? Türkiye’den tanıştığım kişiler vasıtasıyla ‘mahalle baskısı’ kavramını biliyorum. Amerika’dakiyle benzeyen durumlarmış. Sanayileşmiş ülkeler arasında Ameirka da gayet dindar bir toplumdur, bu açıdan Türkiye’yle benzerlikleri var. Fakat sanırım Türkiye’de ayrışma hayat tarzlarından çok, katı bir biçimde din üzerinden yaşanıyor. Amerika’da öyle değil. PINAR ÖĞÜNÇ

YAŞAR ADANALI Kanada’da kilitli kapılı site yasak, Batı ortak hayat arıyor Siyaset bilimi eğitiminden sonra, kalkınma planlaması yüksek lisansı ve şehricilik üzerine doktora yapan Yaşar Adanalı http://mutlukent.wordpress.com adlı site hazırlıyor. Adanalı’ya üzerinde araştırma yaptığı gettolaşma oknusunu sorduk.

Toplu konut projelerinin gettolar yarattığı fikrine katılıyor musunuz? Kesinlikle… Getto, kentin yoksullarının, belli bir etnik gruba mensupların aşırı yoğun bir şekilde yaşadıkları kentsel mekânı tanımlayan bir kelime. TOKİ`nin alt gelir grubuna yönelik, kentin bütününden kopuk, izole, tek tip formu ve fonksiyonları olan toplu konut projeleri bu tanıma uyuyor. Diğer taraftan varsıllar için geliştirilen, belli hayat tarzları konseptleriyle pazarlanan güvenlikli site projeleri de büyük şehirlerde hızla çoğalıyor. Bunlar da kentin varsıl gettoları. Çok keskin bir sınıfsal ayrım söz konusu.

Medyaya yansıyan en uç örnek Antalya´nın Lara semtindeki Feyziefe Sitesi`di. Girişinde Türk bayrağı ve Atatürk resmi bulunan tabelada, “Atatürkçü, laik, demokratik insanların yaşadığı sitedir’’ yazıyordu. Sonuçta bu dinamik bir süreç. Mekansâl ayrışma ve sınıfsal ayrımlar arasındaki ilişkiyi laiklik-muhafazakârlık eksenine indirgemenin, süreci hafife almak olduğunu düşünüyorum.

Avrupa’da, ABD’de, devlet yahut özel sermaye dilediklerinin bir arada yaşamasını sağlayacak siteler kurmakta özgür mü? Bu gettolaşma tehlikesini önden görüp de önlemini alan var galiba... Aslında alınan önlemler çoktan tecrübe etmiş olmakla alakalı. Paris`in banliyölerinde, Londra`nın belediye evlerinde, New York`un gettolarında yaşayan yoksulların zamanla daha derin bir yoksulluk sarmalına girdikleri, hem toplumsal hem de mekansâl olarak dışlandıkları, buraların birer çöküntü alanına dönüştüğü bir gerçek. Bugün ayrışarak yaşama modelinin, TOKİ tipi toplu konut anlayışının çözüm yerine sorun ürettiğini, Avrupa ve Amerika yaşayarak öğrenmiş durumda. Şimdi de işin içinden çıkmaya çalışıyorlar. Tabii bu öğrenme sürecinde modelin işlememesini görünür kılan kentsel muhalefetin ve mücadelenin büyük rolü var.

Örneğin Kanada`da bazı eyaletler toplu konutların site girişlerini güvenlikler ve kilitli kapılarla kentin yol bağlantılarına kapatmasını yasaklamış durumda. Amerika`daki bazı eyaletlerde, Avrupa’da Amsterdam gibi şehirlerde yeni geliştirilen toplu konut projelerinde alt ve orta gelir grubuna yönelik belli bir konut stoğununda üretim, emlak geliştiricilere şart koşuluyor. Farklı gelir gruplarının bir arada yaşaması hedeflenerek gettolaşmanın önüne geçilmeye çalışılıyor.

Bunun göstermelik bir tedbir olarak kalma ihtimali yok mu? Ayrımcılık yaratmıyor mu? Bu tür çözümler, var olan toplumsal gerilimlerin üstünü kapatma, ama potansiyeli besleme riskini tabii ki taşıyor. Ama örneğin Amsterdam’da yeni projelerde dışardan bakıldığında farklı gelir gruplarına yönelik dairelerin mimari olarak birbirlerinden ayırt edilememesi ve böylece bir ayrımcılığın zemininin oluşturulmaması, tasarım aşamasında önemseniyor. Oralarda da dünya kadar problem var, ancak buradaki yaklaşımdan da bir o kadar farklı.

Peki orta ya da uzun vadede Türkiye’de ne tür sonuçlar doğrucak bu gettolaşma?

Bize ne yazık ki ayrışarak yaşamanın modeli sunuluyor. Kent, lüks güvenlikli siteler, yoksullar için TOKİ`ler, plazalar, özelleştirilen kent merkezindeki okulların yerini alacak kent dışındaki kampüs okullar, üretim için organize sanayiler, alışveriş için AVM`ler, orta-alt gelir grubu için outlet`ler derken birbirinden kopuk bölgelere, adacıklara bölünüyor.

Bu tipte kent yaşamı ekonomik olarak kırılgan, toplumsal olarak dışlayıcı, kültürel olarak zayıf, mekânsal olarak kopuk, ekolojik olarak da sürdürülebilir olmaktan uzak.

Mahalle baskısı yok çünkü hepsi aynı

‘Site’ denilen yerleşim birimleri, kent sosyologlarının uzun süredir araştırdıkları konular arasında. Siteler, etrafı duvarlarla örülü, kapısında güvenlik elemanları olan, ortak kullanım alanlarına sahip, yabancıların giremediği yapılanmalar. Siteleri, surlarla çevrili ortaçağ kentlerine benzetenler bile var. Bu konudaki bilimsel çalışmalara baktığınızda site yaşamına geçişteki en önemli neden, kent merkezlerinin giderek yaşanması zor, tehlikeli alanlara dönüşmesi. Düzen, çevre temizliği, estetik, emniyet, vb faktörler kent merkezinin dışında inşa edilen villalı/ bahçeli sitelerin ideal yaşam merkezleri olarak görülmesine yol açmış.

Doğaldır ki önceleri sitelere taşınanlar üst gelir grupları olmuş. Onlar için sitede oturmak kaliteli yaşam ve prestij sembolü. Bu yaşam biçimine orta üst ve orta sınıf aileler de rağbet etmeye başlayınca, daha kısıtlı imkânlarla satın alınabilecek, apartman bloklarından oluşan siteler ortaya çıkmış. Site yaşamına geçiş 1970’li yıllarda ilk önce ABD’de başlıyor, 1980’lerden itibaren tüm dünya kentlerine yayılıyor.

Kültürel bölünme

İstanbul da aynı çizgiyi takip eden kentlerden. Önce üst gelir gruplarına hitap eden siteler inşa ediliyor. Siteye geçişteki amaç da aynı. Benzer yaşam tarzları ve geliri olan ailelerin daha prestijli kabul ettikleri villalı, bahçeli, yüzme havuzlu sitelere taşınması kendilerini alt sınıflardan ayrıştırma amacını taşıyor. Daha sonra orta üst gelir gruplarına hitap eden apartmanlı siteler var. Bu site furyasına en son eklenenler orta sınıfların oturduğu, blok apartmanlardan oluşan, kendi alışveriş merkezleri ile donatılmış ‘site kentler.’

Başakşehir ve Ataşehir bu sonunculara iki örnek. Her ikisinde de orta sınıf aileler oturuyor. Emlak fiyatları aşağı yukarı aynı. Dolayısıyla sosyolojik olarak bu iki ‘site kent’i aynı sınıfsal kategoriye oturtup pek farklı olmadıklarını söylememiz gerekir. Oysa çok farklılar. Bu farklılık Türkiye’deki kültürel bölünmüşlükten kaynaklanıyor. Başakşehir İslami kesimin, Ataşehir ise laik kesimin ‘site kent’leri. Bu iki ‘kent’teki insanların giyim kuşamları, yaşam biçimleri, zevkleri, eğlence anlayışları farklı. Başakşehir ve Ataşehir iki farklı ‘cemaat’ yapılanması. Yapılanmalarında önemli olan sınıf değil, ‘kültürel bloklar.’

Bu ‘cemaatleşme’ bizi tedirgin mi etmeli? Şili’nin Santiago kentindeki siteler üzerine okuduğum bir makale, kentteki fakir ve orta sınıf ailelerin siteler kanalıyla kendi kimliklerini inşa ettiklerinden bahsediyordu. Ancak, bu inşa sürecinin daha önce kente hâkim olan yapıyı tümüyle değiştirdiği, sosyal farklılıkların kabulünü ve günlük yaşamdaki iç içeliği ortadan kaldırdığı uyarısı da yapılıyordu. Başakşehir ve Ataşehir’i gezdiğinizde, gerçekten de İstanbul’un pek çok semtinde hâlâ var olan farklı sınıf ve kimliklerin bir aradalığı bu sitelerde ortadan kalkmış gibi gözüküyor. Karşı kültürel bloktan olan aileler her ikisinde de var, ancak azınlıktalar.

Her ikisine de hâkim olan hava gettolaşmış ‘site kent’ler. Belki de Başakşehir ve Ataşehir, İstanbul’un gelecekteki yaşantısının habercileri. İnsanların bu gettolarda, kendileri gibi yaşayanlarla daha rahat, daha huzurlu oldukları kesin. Siteler özgür alanlar. Buralarda mahalle baskısı yok çünkü herkesin kimliği ve yaşam tarzı birbirinin benzeri. Ancak, bu rahatlık ve huzur aynı zamanda siyasete de tercüme edilmiş olan kültürel kimlik ve yaşam tarzı farklılıklarının daha da artması ve artık birlikte yaşayamama pahasına olabilir.