İstanbul Kültür Sanat Vakfı Genel Müdür Görgün Taner, 1983’te çalışmaya başladığı vakfın kültür sanat alanındaki etkisini anlattı. Taner, 45. yılını dolduran vakıftaki anılarıyla ilgili olarak "1986 mıydı 87 miydi, ilk sene 26687 No’lu teleksin başında Joan Baez’dan haber beklerken, 'Sorry, where is Turkey?' (Türkiye nerede?) sorularının cevabını verirken, şimdi nereden nereye geldik. Yani o zaman buraya gelen dünya starı tabir ettiğimiz insanların her biri birer elçi olarak geri gittiler" diye konuştu.
Bu 45'likten dünya geçti; 45 fotoğrafla İKSV'nin 45 yılı...
Görgün Taner'in Cumhuriyet gazetesinden Emrah Kolukısa'ya verdiği söyleşi şöyle:
İlk geldiğin zamanı hatırlıyor musun vakfa? Hangi yıldı?
-1983.
Yıldız’daki binada mıydı o zamanlar vakıf?
- Hayır. Gümüşsuyu’nda Mithat Paşa Han, 42-44. Ben Hülya Uçansu’yla başladım. Film Festivali’nde, o zamanlar Sinema Günleri tabii adı, Kent Sineması koordinatörüydüm. Bir rehber ekibi vardı, başında da Serdar Atav vardı, o beni aradı bir gün “Ya rehber olur musun?” dedi. Peki dedim, rehberliğe gittim. Orada Hülya Hanım dedi ki, “Sen film festivalinde çalışmak ister misin?” Beni o işe aldı. Ben Hülya Uçansu’nun çömezi olarak başladım.
Vakıf 45 yılda kurumsallaşma adına çok yol kat etti değil mi?
- İlk yıllara dönecek olursak, 70’lere, tabii Betül Mardin’ler, Sibel Asna’lar çok daha iyi hatırlar o yılları, zaten kıt kanaat yapıldığı zamanlar festivalin, onlar yoldan gelip geçenlere broşürler dağıtırlarmış; bakın festival var, gelin diye. Benim ikinci senemde, 1984’te Yıldız’daki binaya taşınıldı. 1993’te İstiklal’deki Luvr Apartımanına, 2010 senesinde de buraya geldik. Bugün artık burası 365 gün 24 saat çalışan bir yer haline geldi.
Tabii, 1973’te düzenlenen ilk İstanbul Festivali’nden bugün 6 büyük festivale imza atan bir kurum haline geldi İKSV. 45 yıl önce ilk kez İKSV kurulduğunda Nejat Bey bunu hayal etmiş miydi dersin?
- Yapı itibariyla hayal etmiş. Temel amaçlara falan baktığın zaman, baştan öyle bir vizyonla konmuş ki, bugün bir iki rötuşla sürdürülebiliyor hâlâ. “Dünyadaki en iyi örnekleri Türkiye’de, Türkiye’deki sanatsal üretimi de yurtdışındaki kültür kurumları ve dünya sanat ortamıyla paylaşmak” diyor mesela. Bunun nesini değiştireceksin? Zaten yaptığımız o. Biz ona "Türkiye'deki sanat üretimine destek, daha fazla erişilebilirlik” gibi maddeler ekliyoruz. ,
Şu üzücü değil mi? Benim zamanımda mesela AKM vardı, Açıkhava Tiyatrosu vardı. Bugün, evet yeni mekânlar var belki ama ana mekânlarımızı yitirdik. Festivaller bu kadar büyümüşken üstelik.
- Ben şöyle bakıyorum o meseleye: Benim zamanımdaki kültürel mekanlarla şimdinin kültürel mekânları arasında ve büyüyen İstanbul arasında bir denge oturtmaya çalışıyorum. İstanbul bundan 40 sene önce tek merkezi Taksim olan bir şehirdi. Şimdi bakarsan tek bir tane merkezi yok. O yüzden böyle büyük ölçekli yerlerde bir değil birçok merkezde benzeri kültürel altyapıların olması lazım. Bu da tabii kamuyla birlikte çalışan diğer aktörlerin görevleri. Yerel yönetimler, merkezi idare... Mesela bundan bir 10 yıl önce diyelim, bu konuştuğumuz meseleler çerçevesinde, Zorlu gibi teknik altyapıya sahip bir yer pek hayal edemezdik.
Çok iyi bir altyapı var orada. Kamunun değil belki ama eninde sonunda kullanıyor musun, kullanıyorsun. Volkswagen Arena da öyle. Eskiden eksikliğini çektiğimiz konser mekânlarından biri orası da. Bunlar oluyor ama bir plan koordinasyon dahilinde değil. yani kamunun kültürel mekânları azalırken, özel sektörünkiler artıyor. Bunun mutlaka dengelenmesi lazım.
1. Bob Dylan konserini unutmama imkân yok. 89’daki ilk konser. Yazışmışız, adamı çok ucuz bir fiyata yakalamışız.
Ucuz fiyat ne bu arada?
- O zaman, ayıptır söylemesi, 30 bin dolara gelmişti. Çok ucuz, yol falan her şey dahil. Bir konseri iptal olmuştu, o yüzden kabul etti o fiyatı. Konserde geldi, şöyle bir baktı, “Sen bana burada 3500 bilet satılacak demiştin” dedi. Evet, dedim. “Burada 6000 kişi var” dedi. Herif kurt tabii. Bir hesap etti, “Bu kadar para aldınız siz, niye bana yalan söyledin?” dedi. Bana bir fırça, bir fırça... “Gelecek sefer bu olmaz” dedi Ama hakikaten dağ taş insandı o konserde.
2. Eric Clapton konseri. O da yani Eric Clapton bizim anamızı ağlatmıştı da ondan. Proje Eric Clapton konseri değil, “Stars of bilmem ne” diye bir şeydi. “Eric Clapton’dan bahsetmeyeceksiniz” diyorlar. Tamam bahsetmedik. “Layla çalacak demeyeceksiniz”, iyi demeyeceğiz, tanıtımlarda hiç bir şeye izin vermediler. Sonra çıktılar konsere, yer gök inliyor tabii. Çaldılar ettiler, Marcus Miller falan da var ekipte, bis’e çıktılar “Layla” başlamasın mı? Ulan hani çalmayacaktı? Dedim ki herife “Yahu sen geberttin bizi, çalmayacaktı hani?” Adam da “Yaa Eric bu, yapar o öyle” dedi gitti.
45 yıldan bir anı: 90’ların ortasında Marla Glen konseri öncesi çekilmiş bu karenin bir yerlerinde Görgün de var, ben de...
3. Buena Vista konserleri, hiç unutmam. İlk Buena Vista Social Club konseri hele. Dünyanın en tatlı insanları. Kaç yaşında adamlar ama nasıl yemek yiyorlardı konserden sonra. Kalpten gideceksiniz diyorum, “Et yok mu, et?” diyorlar. O da çok güzel bir konserdi.
4. Laurie Anderson konserini de hatırlarım. Kişisel olarak benim için çok önemliydi o da.
Lou Reed’den önce gelmişti değil mi?
-Tabii. Lou Reed geldiği zaman şey demişti, “Laurie Anderson’ı bir yerlere götürmüşsünüz, aynı yerlere gitmek istiyorum.” Aynı yere götüreceğiz de herif nereden bilecek? Götürdük bir yere “İşte buraya geitrmiştik” diye de söyledik adama. Çubuklu 29’a götürmüşüz Laurie Anderson’ı, daha doğrusu Paul McMillan götürmüştü biz de onunla gitmiştik. Ama Lou Reed’i başka yere, yakın bir yere götürdük tabii.
5. Leonard Cohen konseri tabii ki. Hayalimiz... Ama başka çok güzel konserler de oldu elbette. Mesela Jan Garbarek konserini de unutamam. İlk geldiği 1994’te “Hasta Siempre” çaldığı konser. Steve Winwood konseri de çok enteresan, güzel bir konserdi. Keith Jarrett’ın konserlerini hep korku içinde izlediğimiz için onları sayamıyorum. Bir de unutmadığım Jethro Tull konseri var ama çok oldu 5’i geçtik.
En büyük heyecan dünyaca ünlü isimleri İstanbul’a getirmekti herhalde değil mi? Miles Davis, Santana, Bob Dylan...
- Tabii, 1986 mıydı 87 miydi, ilk sene 26687 No’lu teleksin başında Joan Baez’dan haber beklerken, “Sorry, where is Turkey?” sorularının cevabını verirken, şimdi nereden nereye geldik. Yani o zaman buraya gelen dünya starı tabir ettiğimiz insanların her biri birer elçi olarak geri gittiler. Ama mesela Spor Sergi gibi bir yerde Keith Jarrett dinlerken, bir kola kutusu düştü diye herkes birbirini boğazlayacaktı. Tann-tann-tak-taratara-tak-tak... Allah, herif bıraktı konseri diye panik olursun. Nasıl utanç içindeyiz; kim yaptı bunu!! O haldeyiz. Ama işte ne oldu? Miles Davis’in buraya gelişi mesela o anlamda bir dönüşümdür. Chick Corea - Steve Kujala’nın AKM’de çalışı, hatırlıyor musun ne demişti? Çıktı sahneye “Vay be, bu kadar kalabalık olacağını tahmin etmiyordum” dedi. Biz de ona “Yes, doldurduk salonu, 1300 kişi” demiştik. Çok önemliydi bunlar.
O zamanki İKSV Genel Müdürü Aydın Gün senin o caz ve rock konserlerine alan tanıdı mı, yoksa zorlandın mı?
- Açtı tabii. “Böyle de bir bölüm yapalım, dünyada çok önemli insanlar var” demişti. “Yazalım Stevie Wonder’a” diyordu mesela. Biz de nereden buldu şimdi Stevie Wonder’ı, kendisi operacı diye şaşırıyorduk. Sonra anladık ki oğlu Mehmet Gün dinliyor, o söylüyor babasına. Biz de “Herhalde geceleri rock dinliyor” falan sanıyorduk. Bir sonraki Genel Müdür Melih Fereli de beni Caz Festivali’nin Direktörü yaptı.
Hâlâ festival programına karışıyor musun?
- Hayır. Her festivalin direktörü yapıyor o işi. Pelinse Pelin, Keremse Kerem, Yeşimse Yeşim, Lemansa Leman. Ben artık strateji, para bulma ve temsiliyet ile ilgileniyorum. İşte böyle 45 yıl geçti.
Geleceğe bakacak olursak, bunca festival, yurt içinde ve dışında birçok etkinlik, ortaklıklar vs.. Buradan sonra…
- Nereye gidiyor İKSV diyorsun değil mi, nereye?
Evet, daha ne kadar genişleyecek?
- Şöyle söyleyeyim: Bu sene 45. yıl ve bu sene için bizim iki kararımız var. Bir tanesi, bu seneyi dijital arşivimizi elden geçirmek, güçlendirmek için bir yatırım yılı olarak planladık. Diğeri de erişilebilirliği artırmak, genç izleyiciye daha rahat ulaşabilmek amacıyla İKSV Kültür Kart projesini başlatmak. Önümüzdeki senelerde bu kültür kart projesini daha da genişleterek bunu bütün kültür ürünlerini ve diğer kültür kurumlarını da kapsayacak şekilde formüle ederek 18-24 yaş arası kitleye ve onun da haricinde başka kitlelere nasıl ulaşabiliriz meselesini çözmeye çalışacağız. Ondan sonraki dönem, yani 50. yıla giderken ise önce bu attığımız adımların sonuçlarını göreceğiz ve o hedefi de o zaman belirleyeceğiz. Gördüğün gibi artık şu müzisyeni getireceğiz, bu sanatçıyı getireceğiz gibi işler geçti.