İlahiyat profesörü Hayrettin Karaman "Ben Batı'nın kültür, medeniyet ve hayat tarzına ne hayranım, ne de gıpta ile bakıyorum. Onlar hallerinden memnun iseler devam etsinler, ama ben hidayet dilerim. Servet ve refahlarına gelince bunun büyük kısmının sömürgecilik, gaspedilmiş haklar ve dökülmüş masum kanlarından hasıl olduğunu bildiğim için midem bulanıyor" dedi.
Yeni Şafak yazarı Hayrettin Karaman yazısında, "Batı'da aile dağılıyor, halkın çoğu sözde Hristiyan gerçekte dinsiz, daha ziyade evlilik öncesi zina sıradan bir olay, insan hakları ilan edilmiş ama ulusal egoizm, ayrımcılık ve çifte standart âdetleri olmuş" ifadelerine yer verdi.
Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak'ın bugünkü (24 Eylül 2015) nüshasında, "Bu bayram" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Kurban ve bayramı üzerine çok konuşulmuş, yazılmış, çeşitli hikmetlerden söz edilmiştir. Bunların çoğu değerlidir şüphesiz, ama ben bu yazıda şu hikmetlere dikkat çekeceğim: Kurban kesenin ubudiyet bilincini güçlendirmesi, Allah'a itaat ve teslimiyetin en üst mertebesine tırmanma azminin takviyesi ve paylaşma ahlakının farklı bir uygulaması.
Sonuncu hikmet (paylaşma) bugün belki ümmetin en fazla muhtaç olduğu, ama bu ölçüde de ihmal edilen bir hikmettir. Et çeşitli zaman ve zeminlerde değerli, herkesin kolayca ulaşamadığı bir yiyecek maddesidir. Yılda bir vacib olarak, başka zamanlarda da adak ve nafile ibadet kabilinden kesilen kurban etlerinin paylaşılması, dağıtılması “değerli olanı paylaşma” ahlakına yönelik bir uygulama oluşu yanında bir eğitimdir. Maddi bakımdan değerli olan yalnızca et midir? Kim neye en ziyade muhtaç ise onun için en değerli olan odur. Şu halde mümin, yakından uzağa insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenecek, kendinde fazla olandan vererek değerliyi paylaşacaktır ki, kurban ibadetinin hikmeti daha geniş çerçevede ve sürekli olarak gerçekleşsin. Allah Teâlâ müminleri, iyi ve değerli olanı paylaşmaya teşvik etmiş, atılacak nesnelerin tasaddukunu hoş görmemiştir: “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın ve sizin için yerden çıkardıklarımızın iyilerinden verin. Kendinizin ancak içiniz çekmeye çekmeye alabileceğiniz âdi şeyleri hayır diye vermeye kalkışmayın. Bilin ki Allah zengindir, bütün iyilik ve güzellikler O'na mahsustur./ Şeytan içinize yoksulluk korkusu düşürür ve çirkin şeyler yapmanızı emreder. Allah ise kendinden bir bağışlama ve lutuf sözü vermektedir. Allah her şeyi kuşatmakta ve her şeyi bilmektedir.” Bakara: 2/267-268) Birgün bir türbenin yakınında bir meczubun “Ver ki, versin!” cümlesini tekrarlayıp durduğunu işitmiş ve hayli etkilenmiştim. Yukarıda mealini verdiğim ayetler de hem değerli olanı ihtiyacı olana vermeyi teşvik ediyor, hem de Allah için vermekle malın eksilmeyeceğini, aksine artacağını (verene verileceğini) vaad ediyor. İslam ümmetine Allah Teâlâ en değerli nimetleri bahşetmiştir, ama arada birlik ve paylaşma bulunmadığı için ümmetin perişan hali insanı kahrediyor. Geçen de bir röportaj dinledim. “İslam dünyasının içine bulunduğu hal için ne dersiniz?” sorusuna mealen şu cevap verildi: “Batı'ya bakıyorum içim takdir ve gıpta doluyor, İslam dünyasının ise perişan hali ortada”. Ziya Paşa da buna benzer şeyler söylemişti: “Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşâneler gördüm Dolaştım mülk-i İslam'ı bütün vîrâneler gördüm” Röportaja verilen cevapta takılacağım birçok nokta var: Ben Batı'nın kültür, medeniyet ve hayat tarzına ne hayranım, ne de gıpta ile bakıyorum. Onlar hallerinden memnun iseler devam etsinler, ama ben hidayet dilerim. Servet ve refahlarına gelince bunun büyük kısmının sömürgecilik, gaspedilmiş haklar ve dökülmüş masum kanlarından hasıl olduğunu bildiğim için midem bulanıyor. Batı'da aile dağılıyor, halkın çoğu sözde Hristiyan gerçekte dinsiz, daha ziyade evlilik öncesi zina sıradan bir olay, insan hakları ilan edilmiş ama ulusal egoizm, ayrımcılık ve çifte standart âdetleri olmuş… İslam dünyasının perişan haline gelince, elbette bundan birinci derecede, adı Müslüman, hayatı İslam dışı olan Müslümanlar sorumludur. Ama bu arada öteden beri İslam'ı yok etmek, yozlaştırmak, Müslümanları parçalamak, ellerindeki nimet ve serveti meşru olmayan yollardan ele geçirmek, onları geri ve yoksul bırakmak için gece gündüz çalışan, ellerinden geleni arkada bırakmayan sözde uygar Batılıların da büyük sorumlulukları var. Bugün İslam dünyasında uyanışlar, silkinmeler, kendine dönme ve gelme hareketleri oluşuyor, ama o sömürgeci, ayrımcı, tek medeniyetçi, kendini beğenmiş, çıkarcı Batı bu hareketleri doğmadan boğuyor, yabancılaşmış işbirlikçi doğuluları da kullanarak zulmüne devam ediyor. Bayram nünasebetiyle yazıyı şu cümle ile noktalamak isterim: Müslümanlar değerli olanı aralarında paylaşır, dostu düşmandan ayırmasını bilir, Müslümanca yaşamayı buna aykırı olan her şeye tercih ederlerse bayramların hikmeti ümmetin hayatında tecelli edecek, İslam dünyasında da “kâşâneler değil”, ama İslam şehirleri vücut bulacaktır.