İlber Ortaylı anlattı: 500 yıl önce Osmanlı Ordusu Suriye'de nasıl ilerledi?

İlber Ortaylı anlattı: 500 yıl önce Osmanlı Ordusu Suriye'de nasıl ilerledi?

Tarih profesörü İlber Ortaylı, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) IŞİD'in kontrolündeki Cerablus'a yönelik karadan ve havadan düzenlediği 'Fırat Kalkanı' harekâtıyla ilgili olarak "Şimdi Cerablus'u kontrol eden Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO'dur. Gelecekte ne olacağını göreceğiz ama tam 500 sene önce bölgede ateşli silahları son derece etkili kullanan Osmanlı ordusu vardı" dedi.

"İbrahim Kalın’ın İslamiyet’in hızlı yayılışından beri Avrupa ve İslam ilişkisi, özellikle de Avrupa’nın karşısında Müslüman Türklerin konumuyla ilgili yazdıkları bana ilginç geliyor" diyen Ortaylı, "Geniş bir kaynak bilgisi var. Bu kitap, Batı dillerinde Osmanlı dönemi ve Modern Türkiye’yle ilgili kaynaklar yanında Anglosakson ve Fransızca literatürün başka dillerinden yapılan tercümelerin geniş ölçüde kullanıldığı bir çalışma" ifadesini kullandı.

İlber Ortaylı'nın "500 yıl önce Osmanlı Ordusu Suriye'de nasıl ilerledi?" başlığıyla yayımlanan (28 Ağustos 2016) yazısı şöyle:

Türkiye'nin güneyinde yeni bir oluşum başlamıştı; bu oluşumun bölgeye barış ve huzur getirmeyeceği açıktı. Şimdi Cerablus'u kontrol eden Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO'dur. Gelecekte ne olacağını göreceğiz ama tam 500 sene önce bölgede ateşli silahları son derece etkili kullanan Osmanlı ordusu vardı.

24-25 Ağustos 1516 tarihlerinde Yavuz Sultan Selim, bazı tarihçilerin iddiasına göre 80 bin kişilik orduyla, Memluk Sultanı Kansu Gavri’nin kendisine yakın sayıdaki kuvvetlerini yenerek Halep’e girdi. Memluk ordusu ve Sultan’ın yanında bulunan Abbasi Halifesi’ne ise saygı gösterdi. Osmanlı padişahının o yıllardaki stratejik hedefi İran ve Safevi hükümdarı Şah İsmail’di. Ne var ki, Yavuz Sultan Selim’in Çukurova ve bugünkü Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye üzerindeki emelleri Memlukleri Safevilerle bir ittifak arayışına itmişti.

Sultan Selim’in kendi dönemi içinde idealleri büyüktü. Bir kere Suriye, Filistin, bugünkü Lübnan ve hatta Mısır’a inmeyi hedeflediği açıktı. Bu bölge o dönemin ticaret yollarının kontrolü demektir. Henüz Ümit Burnu’nu dolaşmak ve Hint Yolu’yla buradan bağlantı kurmak anlaşılan bir durum değildi. Akdeniz’in doğusundaki Müslüman dünya için tek sorun, Portekizlilerin Arap Yarımadası, Kızıldeniz ve Basra Körfezi’ni kontrol edebilme emeline karşı durmaktı. Yavuz Sultan Selim bu konuda kararlıydı ama sahanın hâkimi olan Memluklerin Portekiz’in yayılmasını önlemek konusunda aciz oldukları görüldü.

Portekizlilerin delice hedefleri

Portekizli Amiral Alfonso d’Albuquerque’in idealleriyse daha da ‘iddialıydı’. Arap Yarımadası’na çıkacak, Hicaz topraklarını ele geçirecek ve Resûlü Ekrem’in naaşını Medine’de kabrinden alıp kaçıracaktı! Bu gibi hayallerin karşısında, Yavuz Selim’in, zamanı için çok realist olduğunu kabul etmek gerekir.

Osmanlı ordusunun avantajı ateşli silahlar

Şah İsmail’in de, Memluklerin de ordusundakiler ırk, köken ve asıl önemlisi savaş usulleri yönünden Osmanlı ordusundan daha uzak değildi ama Osmanlı ordusu Memluk askerinin sevip benimseyemediği, Safevilerin ise henüz ulaşamadığı ateşli silahlar ordusu olma konumundaydı. Ağustos 1516’da Halep’in 40 kilometre kadar kuzeyindeki Mercidabık çayırlığında kazanılan savaş doğrudan Osmanlı tüfenkçilerinin ve ön saflarda zincirle birbirine bağlanan topların zaferiyle meydana geldi. Bu görünüm 1517’de Mısır’da Ridaniye’de ve daha önce 1514’te Çaldıran’daki Şah İsmail’e karşı yürütülen savaşta da görülür. Adeta İsfahan’da Âli Kapu ve Çehl Sütun kasırlarındaki duvar resimlerinde canlandırılan manzara üç sene içindeki bütün Doğu devletleriyle yapılan savaşları en iyi şekilde ifade etmektedir. Yavuz Selim Han, Rönesans döneminin ateşli silahlar ordusunun mareşalidir. Bu dönem için Gábor Ágoston’un ‘Osmanlı’da Strateji ve Askeri Güç’ adlı kitabına bakmak yararlı olabilir.

Bir kılıç kalkan ekibi değil

Medeniyet ve zihniyet fevkalade önemlidir. Fatih Sultan Mehmed ve Yavuz Sultan Selim’in dönemlerinde Osmanlı ordusunun diğer ordulara göre farklı bir zihniyete ve dünyaya intibak ettikleri anlaşılıyor. İsrail’in ünlü tarihçisi David Ayalon, Memluk silahları ve teknikleri üzerindeki çalışmasında Mısır askerinin ateşli silahları kullanma konusunda ne kadar isteksiz ve başarısız olduğu konusunda bilgi verir. Sina Çölü’nü mevsimini ve iklimini hesaplayarak geçmek ve Mısır’a girmek 16. asırdaki Türk ordusunun bizde çok tekrarlandığı üzere ‘kılıç kalkan ekibi’ olmadığını gösterir.

Mercidabık ve Ridaniye ile Osmanlı tam dört asır hadisesizce yaşayacağı ve Arap esami halkların her dilinden tebaasını uyum ile yaşatacağı bir döneme girdi. Yakın zamanların bu uzun hâkimiyeti Birinci Cihan Savaşı’ndaki çekilmeyle sona erdi.

"Fırat Kalkanı"

Tarihin bir cilvesi, Yavuz Sultan Selim’in adına yapılan köprü önceki gün ulaşıma açıldı. Çarşamba gününden itibarense Türk Silahlı Kuvvetleri Suriye’ye müdahale ediyor. Cumhurbaşkanlığı’nın da açıkladığı gibi IŞİD’in ana üslerinden Cerablus’a yönelen ‘Fırat Kalkanı’ harekâtı, saldıran ve fetihçi değil savunmacı bir harekât olarak ilan ediliyor. Gaziantep’teki facianın zahiri sebebin ötesinde bir zorlama olduğu çok açık. Türkiye’nin güneyinde yeni bir oluşum başlamıştı; bu oluşumun bölgeye barış ve huzur getirmeyeceği açıktı. Şimdi Cerablus’u kontrol eden Türk Silahlı Kuvvetleri ve ÖSO’dur. Bu değişime nasıl müdahale edilecek ve ne kadar sürecek, bunu göreceğiz.

"Bizden olmayan'ın tartışması"

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın bizden sonraki kuşağa mensup tarihçilerden. ‘Molla Sadra’ üzerine yazdığı bir kitap Oxford Yayınları arasında çıktı. Galiba ikinci baskıyı tamamladı. İslam ve Doğu felsefesiyle uğraşıyor. Elimizdeki kitabı ‘Ben, Öteki ve Ötesi’ (İnsan Yayınları), zamanımızın çok işlenen kavramlarından ‘alienus’ (bizden olmayan, kentimizin yurttaşı olmayan) anlamında kullanılan Roma hukuk teriminin günümüz sosyal düşüncesinde yaygın bir biçimde yorumlanmasıdır. Ne yazık ki bunu tartışanların çok az tarih ve beşeri coğrafya bilgisi var. Yazar girişte (13-57. sayfa) Batı dünyasının ortaçağlardan beri Batılıyı nasıl tanımladığını felsefi çerçeve ve tartışmalarıyla ele alıyor.

İbrahim Kalın’ın İslamiyet’in hızlı yayılışından beri Avrupa ve İslam ilişkisi, özellikle de Avrupa’nın karşısında Müslüman Türklerin konumuyla ilgili yazdıkları bana ilginç geliyor. Geniş bir kaynak bilgisi var. Bu kitap, Batı dillerinde Osmanlı dönemi ve Modern Türkiye’yle ilgili kaynaklar yanında Anglosakson ve Fransızca literatürün başka dillerinden yapılan tercümelerin geniş ölçüde kullanıldığı bir çalışma. Kalın, her tezin etrafında en ince teferruata kadar gidiyor ve onları sıralamada şaşırmadan sunmayı biliyor. 500 sayfalık kitap çok ilgiyle ve yormadan okunabilecek durumda. Burada Hıristiyan Batı tarihinin içinde, İslam varlığı nasıl yer alıyor? Bunu izlemek mümkün. Geniş bir coğrafyada konu tartışılıyor. Galiba biz Türklerin bilmesi gereken bir fasıl daha var; bu Hıristiyan Batı coğrafyasında Yahudilerin durumu ne oldu? Bazı şeyleri mukayeseli olarak incelemek çok faydalı. Okunacak bir kitap olduğunu düşünüyorum.