Hürriyet yazarı tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı, 100. yıl dönümünde I. Dünya Savaşı'nın seyrinde önemli bir rol oynayan ve Kurtuluş Savaşı'nı etkileyen Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) önderliğinde gerçekleştirilen Ekim Devrimi'ni yazdı. "Devrimin ardından Rusya yeni bir döneme girdi ve peşinden de dünyayı yeni bir döneme götürmeye niyetlendi" diyen Ortaylı, İstiklal Savaşı'nın yeni Rusya'da kendine bir müttefik bulduğunu belirterek "Türkiye tarihi için bu çok önemli bir safhadır. Halen bu ittifak nasıl devam ediyor, ne olacak, onun endişe ve merakı içindeyiz" dedi.
İlber Ortaylı'nın "100 yaşında" başlığıyla yayımlanan (12 Kasım 2017) yazısı şöyle:
Bugünün tarihiyle 7 Kasım, Rusya İhtilali’nin başlayışıdır. 7 Kasım’da Petrograd Sovyeti bazı bakanlıklara el koymaya başlamıştır. (Bu tarih, eski takvimde ekim ayının sonlarına rastgeldiği için ‘Ekim İhtilali’ olarak anılır.)
Rusya ihtilali bir bakıma o senenin şubat ayında başlamıştır. Baskılar üzerine Çar 2. Nikola, tahttan kardeşi Grandük Mihail lehine çekilmiş, Mihail tahtı kabul etmeyince, hem Çarlık dönemi hem de Romanovlar hanedanı son bulmuştur. Bu da tarihe ‘Şubat Devrimi’ olarak geçer.
Sorumlu görünen Çar tahtan indiği zaman, kurulan geçici hükümette Prens Lvov gibi eski Rurikler hanedanına mensup saygın bir politikacı başbakan oldu. Ne var ki Lvov’la, yine geçici hükümetin en önemli siyasetçilerinden, Lenin gibi Simbirsk’ten çıkan bir başka devrimci olan Kerensky anlaşamadı. En güçlü parti görünen SR (Sosyal Devrimciler) konumlarını ve görüşlerini etkili biçimde geniş kitlelere anlatamadılar. Daha sonra geçici hükümetin başbakanlığına yükselen Kerensky, Bolşeviklere karşı bir başka önemli figür General Kornilov’un yardımından da ürktü. Ekim Devrimi’ne giden yol böyle örüldü. Kerensky zayıf ve kararsız bir politikacılık gösterdi. Hiçbir taviz vermiyordu ve Rus halkının istekleri hilafına, savaştan çekilme cesaretini de gösteremedi. Kendisiyle 1960’ta mülteci olarak bulunduğu Münih civarında görüşen Rusya halklarının temsilcilerine karşı irad ettiği nutuk bu manasız inatçılığı gösterir. “Bolşevizm yıkılınca bize ne gibi imkânlar ve haklar vereceksin” diye soran gayri-Rus milletlerin temsilcilerine “Mukaddes Rusya bölünmez” diye cevap veriyordu. Hiddetlenen takımın sözcüleri ona “İhtilali zaten Komünistler değil Çar ve senin budalaca politikanız gerçekleştirdi. Kızılordu’nun, Troçki’nin ateşli nutuklarından başka silahı ve yiyecek olarak da ceplerindeki ayçekirdeğinden başka yiyecekleri yoktu” diyeceklerdi. Sonuçta Petrograd’da (yani bugünkü St. Petersburg) başlayan devrim, Bolşeviklerin SR’ler ve diğer demokrat güçlere karşı çoğunluğu sağlayamadıkları büyük meclisi, bakanlıkları, karakolları ve nihayet kışlık sarayı işgalleriyle başladı.
Çar, Çariçe, çocukları, doktorları, yakın hizmetkârları Ekim Devrimi’nin ardından Yekaterinburg’da kurşuna dizildi. Devrilen tahtlar ve taçlar içerisinde en hazin son Rusya hükümdarlık ailesini buldu. Şurası da bir gerçek ki Romanovlar ve kabiliyetsiz bir yönetici olan 2. Nikola, harp eden milletler içinde en otokrat yönetimin başındaydılar. Ne Avusturya-Macaristan’da ne her şeye karışan bir hükümdarın bulunduğu Alman İmparatorluğu’nda hele hele ne de Osmanlı’da millet harbin sıkıntılarından dolayı hükümdarlara karşı düşman olmuştu. Çünkü bunların tümünde hükümdarlar arka plana çekilmişlerdi. Rusya’da ise ordunun komutasına bile bu işlerden anlamayan Çar karışıyordu.
Rusya iddialı ama hazırlıksız olduğu bir harbe girmişti. İngiltere, harbin en kalabalık ordusu olan Alman İmparatorluğu’na karşı (Almanya’nın 10 milyona aşkın askeri donatacak kadar imkânı vardı) Rusya’yı yanına almıştı. Rusya da Britanya sayesinde Boğazlar’ı ve İstanbul’u daha kolay ele geçireceği ümidine kapılmıştı. Bu ümitler boşa gitti. Birkaç ayda bitireceklerini zannettikleri savaş çok uzadı. Rusya halkının, ağır şartlarda yaşamaya çalışan milyonlarca köylüsü ve çok ağır bir sömürüyle çalıştırılan işçi sınıfıyla uzun savaş yıllarına tahammül edecek hali kalmamıştı. Savaşın yarattığı yoksulluk ve kırım dayanılmaz safhadaydı.
Devrimin ardından Rusya yeni bir döneme girdi ve peşinden de dünyayı yeni bir döneme götürmeye niyetlendi. Bu gerçekleşmedi. Macaristan ve Almanya’daki Sovyet iktidarı kurma denemeleri mevcut orduların tepkisi ve bu rejimleri yok etmesiyle sonuçlandı. Tek ülkede sosyalizm, her şeye rağmen dış dünyadaki politikaları yönlendirecek etkiler yaptı.
21’inci yüzyılda dünya, Rusya İmparatorluğu gibi yeryüzünün en geniş topraklarının ve en kalabalık kavimler halitasının nasıl bir değişim geçirdiğini halen tartışıyor. Olumlu mu olumsuz mu? Kazançlar ne kadar gerçek, kayıplar ne kadar derin? Rusya medeniyeti nasıl bir değişim geçirdi ve hassaten bu imparatorluğun Slavlar dışındaki en kalabalık unsuru Müslüman Türk gruplar nasıl bir tarih yaşamak zorunda kaldılar? Bunlar hep tartışılır. Ama bir gerçek var: Türk İstiklal Savaşı yeni Rusya’da kendine bir müttefik buldu: Rusya. Türkiye tarihi için bu çok önemli bir safhadır. Halen bu ittifak nasıl devam ediyor, ne olacak, onun endişe ve merakı içindeyiz.
NÂZIM Hikmet’in tasviriyle “Ağır çelik kara toplarıyla Avrora: ‘Bugün!’ diyordu.” Lenin de “Dün ihtilal için erkendi. Yarın çok geç kalacağız. Bugün her şeyi ele geçirmeliyiz” demişti. Hiç şüphesiz ki payitahtı ve önemli şehirleri ele geçiren Bolşeviklerin anında sulh için Almanya ve Osmanlı İmparatorluğu’yla masaya oturması sadece müttefikler Fransa ve İngiltere’yi değil verilen tavizler dolayısıyla Çar ordularının bir kısmı ve onun komutanlarını da karşı savaşa sürükledi.
Rusya daha dört yıl kadar korkunç bir savaşın içine girdi. Kızıllara karşı ‘Beyaz Ordu’ denen savaşçılar da bir komuta birliği altında değillerdi. Denikin, Aleksandr Kolçak ve nihayet yenilince Türkiye’ye sığınan Pyotr Vrangel’in orduları birbiriyle her zaman irtibat halinde olmamış kuvvetlerdi. Uzun iç harp boyunca köyler ve küçük şehirler iki kuvvet arasında kaldı ve bazı halde zavallı köylüler iki kuvvetin zulmüne ve hışmına uğradı.