Tarihçi yazar Prof. İlber Ortaylı, İstanbul’un fethinin doğru bilinen yanlışlarından Rönesans’a, Fatih Sultan Mehmet’in yaşamı ve ölümünde dönemin Papa’sının Fatih’e yazdığı mektuba kadar bir çok konuda soruları yanıtladı. Hürriyet’ten Yenal Bilgici’ye konuşan Ortaylı, Fatih Sultan Mehmet’in tüm zamanların en entelektüel mareşali olduğunu belirtirken, Fatih’in ölümünün de ‘mareşal hastalığından’ olduğunu söyledi. Rönesans’ın İstanbul’un fethiyle başlamadığını da ifade eden Ortaylı, İstanbul’un fethini gemilerin karadan yürütülmesi olayının değil, kara savaşının sağladığını sözlerine ekledi.
İstanbul'un estetiğini bozan çetelere ve hırsızlara karşı direnmek gerektiğini de vurgulayan Ortaylı’nın Bilgici’nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
İstanbul’un fethine dair anlatılan çok şey var; biraz da bilgi kirliliği mevcut...
- Gerçeği kendine göre yazan çok. İtibar edilmesi gereken kaynaklar ortada.
Örneğin şehri kuşatan ordu hakkında bir ittifak yok gibi. 200-300 bin diyen de var, 30 bin diyen de. Kaç kişiyle fethedildi İstanbul?
- 300 bin asker mümkün değil. Bu kadar askeri ne beslemek mümkün ne de barındırmak... Hastalık yayılırdı; orduda önemli olan hijyen kuralları tatbik edilemezdi... Öyle 20-30 binle de İstanbul alınmaz. Biraz daha fazla olması lazım askerlerin. 50 bini geçmez. Fatih’in merkez kapıkulu askeri devrinde 12 bin civarıdır ama çok düzenlilerdir. Burada esas önemli olan bu düzen ve stratejidir. Fatih tüm zamanların en entelektüel mareşali ve döneminin de en bilgin hükümdarıdır çünkü.
Nasıl bir düzenden bahsediyorsunuz?
- Asya tipi süvarilerin dayanıklılığı var ama önce II. Murat sonra da Fatih gerçek anlamda düzen getirdi. Fatih ayrıca ateşli silahları kullanmayı biliyordu ve iyi bir stratejistti. Boğazlar kesilince düştü İstanbul. Karadeniz’deki Ceneviz kolonilerinden yardım, tahıl, bal gelmesi önlendi.
Çok anlatılır, gemileri karadan yürüterek mi alındı İstanbul?
- Hayır, İstanbul esasen kara savaşıyla alındı. Gemi manevrası daha çok bir şaşırtmacadır, şok etkisidir. Hafif gemiler Haliç surlarına pek bir şey yapamaz. 6 Nisan’da kuşatma başladı; 53 gün boyunca bu gördüğünüz surlar top ateşiyle dövüldükten sonra açılan gediklerden içeri 29 Mayıs’ta girildi. Üstelik öyle kötü bir savunma da yoktu Bizans tarafında. Şehri 13’üncü yüzyılda (1261) Haçlı istilasından kurtaran Paleolog soyunun son hükümdarı olan XI. Konstantin Paleologos fedakârca savaşmıştır. Biraz önce söylediğim gibi esas savunma karadaydı; Osmanlı ordusu yine de Haliç’e gerilen zinciri de aşmıştır. Bunu görmek isteyen, Askeri Müze’ye gitsin. Zincirin bir parçası halen orada.
“Bu gemiler hiç karadan yürümedi” diyen de var. Nasıl değerlendirirsiniz?
- Gemilerin yürütülmediği iddiaları boş. Tüm tanıklıklar, Bizans, Latin kaynakları gemilerinin yürütüldüğünü anlatıyor.
Ayasofya’nın Atatürk’ün emriyle müze yapılması için ne diyorsunuz? Camiye çevrilmesi için yıllardır bir tartışma var.
- Şimdi kıyamet kopuyor; Türklerin Ayasofya ile ilgili utanacak hiçbir şeyleri olduğunu düşünmüyorum. Ama Kurtuba’daki mescit yüzünden İspanyolların biraz utanması gerekir çünkü İspanya Kralı V. Karlos’un içeriye inşa ettirdiği katedral çirkindir, o sütun ormanını, o Bizans tipi mozaikleri mahvetmiştir. Ayasofya’nın 1934’te müze olması müthiş bir fikirdir. Medeniyete bir hediyemizdir. Böyle bir bina bir daha yapılamadı çünkü.
Fatih’e Fetih’ten sonra Hıristiyanlığı kabul etmesinin önerildiği doğru mu?
- II. Pius’un Fatih’e bir mektup yazdığı ve bunu ulaştırdığı iddia edildi. Bu tarihçi Babinger’in bir spekülasyonudur. Böyle bir mektup gerçekten var ama Fatih’e gönderilmiş değil,.
Nerede peki?
- Vatikan arşivlerinde. Yazılmış evet ama ulaştırılmamış. Vatikan’da oryantalist Peder Vincenzo Poggi bunu tespit etti. II. Pius önce böylesinin kendileri açısından hayırlı olacağını düşünmüş belki ama sonra bu taktiğin işe yaramayacağını, Fatih’e kabul ettiremeyeceğini de anlamış. “Azıcık suya ihtiyacın var” demiş orada, yani vaftiz edilmeye. “Dünyaya hâkim olursun böylece” demiş. Öyle şey olur mu? Alacaktı Fatih Batı’yı ama ayrı bir şekilde teşkilatlandıracaktı. Eh öyle de oldu zaten. Otranto Seferi’ni biliyorsun Gedik Ahmet Paşa’nın... İyonya Adası’nı alarak yola çıktı; İtalya’da Otranto’yu kuşattı ve aldı. Fatih de bir sene sonra karadan geliyordu. Gebze’deydi. Bu ordunun İtalya’ya açılacağı belliydi. Maalesef zehirlendi ve öldü.
Kim zehirledi?
- Rivayet çok. Ağır gut hastalığı vardı Fatih’in. ‘Nekris’ de denir. Tedavisi yoktu; ‘kocakarı tıbbı’ ile palyatif ilaçlarla tedavi olmaya çalışıyordu. Mareşal hastalığıdır zaten bu.
Ne demek mareşal hastalığı?
- Eti yersin, attan inmezsin, çizme çıkmaz ayağından, şişer bacaklar... Fatih’in ilacı hazırlanıyor ve bu şekilde de “Zehirlendi” deniyor Venedikli bir doktor tarafından... Fatih ölünce bu Batı seferi de akîm kaldı.
Rönesans’ın başlamasını İstanbul’un fethine yorarlar. Şehirden kaçan âlimlerin Batı’da bilimi geliştirdiği söylenir.
- Çoktan gitmişti o âlimler zaten. Hem 1452 Konstantinapol ne derece klasik Yunan düşüncesini yaşatıyordu, belli değil. Kütüphaneler ne durumdaydı, belli değil. Kaldı ki Yunan düşüncesi özellikle Doğu’da zaten hep hâkimdi. Enerji nasıl kaybolmuyorsa, medeniyet ve ilim de kaybolmuyor. Doğu Roma’nın kitap zenginliği, uzman nakli 14’ncü asırdan beri yapılıyordu.
Peki neye yol açtı İstanbul’un fethi?
- Roma İmparatorluğu yeniden kuruldu. Biz Balkanlar ve Anadolu’daydık; rahatça gelişmemizi sağladı. İstanbul’un ekonomik gelişmesi çok arttı. Balkanlar da bu şekilde gelişti. Çok geri bir dünyaydı orası; köprü gördüler, han gördüler... Dünyaya yeniden entegre oldu.
Son dönemde Fetih şenlikleri daha bir coşkuyla kutlanıyor, nasıl değerlendiriyorsunuz?
- 1950’lerde başlandı şenliklere. Milliyetçiler başladı; Nihat Sami Banarlı ya da dinle pek ilgisi olmayan Atsız gibi adamlar başlattı. Ondan sonra durduruldu. Bir başka muhafazakâr, tarihçi ve dışişleri bakanı Fuad Köprülü tarafından.
Neden?
- “Yunanistan bize gücenir” dediler.
Niye gücensin?
- İkinci harpten sonra Yunanistan ile Türkiye’nin arası muazzam ölçüde iyiydi. Başbakan Çaldaris o zaman Türkiye ile konfederasyondan bahsediyordu. Çünkü komünistleşen Balkanlı devletler çemberinden ürküyordu. Asker bu havaya uydu ve adeta resmen sabotaja uğradı. Bu şekilde bitti şenlikler. Şimdikiler de kendilerine göre değerlendiriyor. O zaman Türkçülük hâkimdi şimdi daha dindar motifler kullanılıyor; fark bu.
“İstanbul bir umuttur, dirençtir” diyorsunuz son kitabınızda. Neden?
- İstanbul her zaman yeni bir atılım, bir umuttur. Birinci harpten sonra da dirençle neredeyse eşanlamlıdır. Gene de onun kültürünü, yapısını korumak için direnmemiz lazım.
Neye karşı direnmek lazım?
- İstanbul’u estetik açıdan mahvedenlere, menfaat çetelerine, hırsızlara karşı. O çirkin binalarda oturmayacaksın. O binaları yapanlara selam vermeyeceksin, onay veren siyasetçiye oy vermeyeceksin, iltifat etmeyeceksin. Çünkü marifet iltifata tabidir evet ama edepsizlik de iltifattan cesaret alır.
Gemilerin yürütülmesi çok önceden planlandı. Bu planda Çifte Sütunlar mevkii çok önemli, o bölgeyi tarif ediyorlar. Orası da Beşiktaş civarına denk düşüyor. Feridun Emecen’in son monografisinde (Fetih ve Kıyamet: 1453) bu böyle... Buradan gemilerin çekilmiş olması da akla daha uygun geliyor. Yolların onarılması, gemilerin hazırlanması, bir ay önceden başlanılan bir işlemdir. Gemileri birden karşısında bulan Bizans tarafı bunun bir gecede olduğunu düşündü. Tabii bu söz konusu değil. Üstelik bu hareketi Galata Kulesi’nden görme şansları da olabilirdi. Fakat Zağanos Paşa’nın kuvvetleri perdelediği için bu mümkün olamadı. İddia edildiği gibi gemileri Tophane kısmından indirmeye başlasalardı, hemen Galata’nın dibi olan bu mevkiden görülmemesi imkânsızdı.