Tarihçi, yazar Prof. Dr. İlber Ortaylı, 4 Aralık 1856’da kurulan ve 12 Şubat 1859'da öğretim hayatına başlayan 1.5 asırlık Mülkiye tarihinde en renkli ve başarılı kuşağın 1968 dönemi olduğunu belirterek, "O yılın mezunları arasında bir düzine bakan, seçilmiş belediye başkanı, milletvekilleri yanında kalabalık sayıda vali ve asıl önemlisi Dışişleri Bakanlığı’nın en önemli büyükelçiler kadrosu çıktı" dedi.
"Yakın Türkiye tarihinin zor geçiş zamanlarında Mülkiyeli talebenin arkadaşlık havasında çıkardığı politikacılar aynı hava içerisinde bazı dar geçitleri aşmakta kolay anlaşabildiler" diyen Ortaylı, "Devlet” fikrinin samimiyet ve ciddiyet içinde taşındığı son kuşak memurlar bu dönemdendir. Nabi Şensoy çalışkan, ciddi, İngilizcesi güzel, sporcu bir gençti. Bu bakanlıkta hakkıyla tırmandı. Hatta Mülkiyelilere alerjisi olan ANAP ve Turgut Özal bile Nabi Şensoy gibilerinin şahsında o takımdan vazgeçemeyeceklerini anladılar. Londra Başkonsolosluğu’ndan sonra 1990’da Madrid Büyükelçisi atandı. 1998’de de Moskova’ya büyükelçi olarak gitti. Başarılı Moskova Büyükelçisi’ydi. İlişkilerin geliştiği bir dönemde gerekenleri yaptı. Nihayet 2006 Ocak ayında Washington’a büyükelçi atandı. 2009’da ise bakanlıkla çatışmaya düşerek merkeze döndü. Havana Büyükelçiliği’nde müsteşar, Moskova’da büyükelçilik gibi görevlerle dünyayı kavrayan diplomatlardandı. Geçen hafta İzmir’de bu dünyayı terk etti. Bizim nesil artık yaprak dökümü döneminde" diye yazdı.
İlber Ortaylı'nın "Kıskaç'taki ferman: Islahat" başlığıyla Hürriyet'te yayımlanan ( 18 Şubat 2018) yazısı şöyle:
162 yıl önce bugün Osmanlı İmparatorluğu’nun çehresini değiştiren ve niteliği o günden bugüne halen tartışılan Islahat Fermanı ilan edildi. Osmanlı Devleti bu fermanı ilan edene kadar çetin bir Kırım Savaşı geçirmiştir.
1826’da Yeniçerilik lağvedildikten sonra modern orduyu kurmak hayli zaman aldı. Arada Kütahya’ya kadar ilerleyen Mısır’ın diktatör valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa neredeyse tahtı gasp edecek diye bakılırken Rusya’nın yardımı istendi. İngiltere, Fransa’nın desteklediği Mısır’a karşı gereken tedbiri aldı. 19. asırda büyük devlet istemediğini yaptırmayandır. Hele hele İngiltere istemediği hiçbir şeyi yaptırmamıştır.
1833 Hünkâr İskelesi Antlaşması’yla Boğaz’a yerleşen Rusya geri çekildi. Fransa, Mısır’ı desteklemekten vazgeçirildi. Mısır bir kral naipliği gibi otonom bir hıdivlik halinde düzenlendi ama bazı tarihçilerin kolayca söyledikleri gibi “Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’ndan fiiliyatta tamamen bağımsız olmuştu” ibaresi çok da geçerli değildir. En azından Mısırlıların girdiği Suriye-Filistin toprakları yeniden Babıâli’nin idaresine bırakıldı. Mısır’ın yaptığı tipteki reformalar şiddetle hatta daha da öne geçerek takip edildi ama asıl önemlisi ordunun ıslah edilerek kurulmasıydı. Bu meyanda 1840’larda modern ordunun esası olan kurmaylık, erkân-ı harp sınıfı da kuruldu.
Feroze A. K. Yasamee, okunmasını tavsiye ettiğimiz “Abdülhamid’in Dış Politikası” adlı kitabında “teknolojik yönden Batılı büyük devletlerin gerisinde kalsa ve dış mali itibarı azalsa da Osmanlı ordusunun komutanlık düzeyi ve teknik bilgi bakımından etrafıyla baş edecek durumda olduğunu” haklı olarak belirtiyor. Evvela Kudüs’teki kutsal yerlerin idaresi yüzünden Rusya ile çekişmemiz, ardından Avusturya ve Rusya’ya karşı ayaklanan Polonyalı ve Macar vatanseverler ordusunun Rus General İvan Paskieviç karşısında yenilgiye uğramasıyla Macar Lajos Kossuth ve Polonyalı general Jozef Bem (sonraki Murad Paşa) kuvvetlerinin imparatorluğumuza sığınması ve asla Avusturya ve Rusya’ya iade edilmemesi gibi sebeplerle Rusya ile savaşa sürüklendik. Doğrusu İngiltere ve Fransa bu meydan okumayı hem desteklediler hem de savaş çıktığında müttefik olarak genç İtalya’nın yakın gelecekteki kurucusu Piemonte Krallığı’nın katılımıyla Türkleri desteklemeye koştular.
Kırım Savaşı İngiltere ve Fransa kuvvetlerine çok pahalıya da mal oldu. Orduların can kaybı yüksekti, İstanbul halkı ilk defa pek iyi gözle bakmadıkları İngiliz ve Fransızların kendileriyle birlikte savaştıklarını, öldüklerini veya yaralıların Selimiye Kışlası’na gelişini gördüler. Artık yürekler yumuşamıştı. 1856 Paris Barışı’ndan önce durumdan istifade eden Avusturya, Batılı devletleri Osmanlı İmparatorluğu’nun ıslahatı için Viyana’da topladı. Viyana Antlaşması gayrimüslim tebaa için ıslahat tedbirlerini öneriyor ve 1839 Tanzimat Fermanı’nın vaat ettiklerini yetersiz görüyor ve tebaanın eşitliği konusunda da yeterli tedbirlerin alınmadığını ileri sürüyordu.
Tartışmalar Osmanlı hâkimiyetinin bu gibi taleplerle zedeleneceği noktasında ilerliyordu. Babıâli haklıydı. Hiç kuşkusuz 19. asrın dünyasında layıkıyla diplomasinin ustası sayılan Mehmed Emin Âli Paşa ve Keçecizade Fuad Paşa antlaşma metninde devletlerin bu gibi müdahalelerinin kurumlaşarak ve senede bağlanarak yer almasını engellemeye çalıştılar, bunda büyük ölçüde de başarılı oldular. Ama istenenlerin de bir ölçüde yerine getirilmesi gerekiyordu. Bazı hükümlerde, mesela yabancıların serbestçe arazi alması hatta vakıf sisteminin değiştirilmesi gibi müdahaleler kısmen gerçekleşti. 1860’ların sonunda imparatorluğun her yerinde arazi alan yabancıların yanı başında vakıfların satışı esası da kabul edildi fakat ilginç olan bu son hüküm çok geniş ölçüde tatbik edilmemiştir. Bazen inançlar kanunların önünde yürür.
Batılı devletler asıl Hıristiyanlardan alınan cizyenin kaldırılması ve herkesin eşit şekilde askerlik ve devlet hizmetinde bulunabilmesini istiyordu. Aslında Osmanlı Devleti’nde Fenerli Rumlar her zaman görevdeydiler. Tanzimat’tan itibaren gayrimüslimlerin görevlere tayini daha çok tatbik edildi. Ne Mehmed Emin Âli Paşa ne de Keçecizade Fuad Paşa gayrimüslim nazır tayin etmişlerdir ama buna karşılık Kostaki Musurus Paşa gibi büyükelçiler vardı. Ve Kostaki Musurus Paşa birçok kez Osmanlı vatanseveri olduğunu göstermiştir. 1861’den sonra Cebel-i Lübnan’a Hıristiyan mutasarrıf, daha 1830’da özerklik verilen Sisam Adası’na Fenerli bir Rum prens tayin edilmiştir. Memuriyette gayrimüslim oranı diğer imparatorluklarla mukayese edilmeyecek kadar hem sayıca hem de nitelikçe yüksekti.
Türkiye bugün de bu konuda Batı dünyası ile çekişme içinde. Zaman ve zemin değişik ve de amaç. Avrupa’nın zorlamaları Türkiye’nin Avrupa üyeliği talebine dayanıyor. Geçen asırda bu bir tehdit halindeydi. İşin garibi Islahat Fermanı’ndaki gayrimüslimlerin eşitliği talebine ilk önce Rum Patrikhanesi isyan etti. Rumlar diğer gayrimüslimlerle eşit olmayı hiç istemiyorlardı. O tarihlerde Fransız sefaretinde elçi müsteşarı olan Edouard-Philippe Engelhardt’ın “Tanzimat ve Türkiye” adlı eseri bu tezat duruşu bildiriyor. Osmanlı gayrimüslimleri hiç asker olmak istemediler ve hatta sınır vilayetlerinde isyan çıktı. Devlet askere alım projesini geniş ölçüde uygulayamadı ve ta Birinci Cihan Harbi’ne tehir etmek zorunda kaldı.
Bu Islahat Fermanı’nın neticesi diyeceğimiz Paris Antlaşması için Osmanlı maliyesinin kontrolü de öngörülmüştü. Devlet bunu kendi kurduğu bir komisyonla önlemeye çalıştı ama muvaffak olmadı. Dikkat edelim, sarayların inşasından değil düpedüz bu modern savaşların masraflarından dolayı ilk ciddi borçlanmaları yaptık. Altından kalkılacak gibi değildi. 1877-78 Rus Savaşı maliyeye nihai darbeyi vurdu ve Batılıların istediği Düyûn-ı Umûmiye de 1881’de kuruldu. Islahat Fermanı ilk safhada Mehmed Emin Ali Paşa ve Reşid Paşa grupları arasında bir münakaşa yarattı. Bugüne kadar da tarih yazımında devam eden “kaçınılmazlık” veya “gaflet” eseri diye tartışılan ama mutlaka Türkiye’nin çağdaş tarihi için de etkili bir metin olduğu gerçektir.
Mekteb-i Mülkiye’nin 1.5 asırlık tarihinde belki de en renkli ve başarılı dönem 1968’dir. O yılın mezunları arasında bir düzine bakan, seçilmiş belediye başkanı, milletvekilleri yanında kalabalık sayıda vali ve asıl önemlisi Dışişleri Bakanlığı’nın en önemli büyükelçiler kadrosu çıktı. Yakın Türkiye tarihinin zor geçiş zamanlarında Mülkiyeli talebenin arkadaşlık havasında çıkardığı politikacılar aynı hava içerisinde bazı dar geçitleri aşmakta kolay anlaşabildiler.
“Devlet” fikrinin samimiyet ve ciddiyet içinde taşındığı son kuşak memurlar bu dönemdendir. Nabi Şensoy çalışkan, ciddi, İngilizcesi güzel, sporcu bir gençti. Bu bakanlıkta hakkıyla tırmandı. Hatta Mülkiyelilere alerjisi olan ANAP ve Turgut Özal bile Nabi Şensoy gibilerinin şahsında o takımdan vazgeçemeyeceklerini anladılar. Londra Başkonsolosluğu’ndan sonra 1990’da Madrid Büyükelçisi atandı. 1998’de de Moskova’ya büyükelçi olarak gitti. Başarılı Moskova Büyükelçisi’ydi. İlişkilerin geliştiği bir dönemde gerekenleri yaptı. Nihayet 2006 Ocak ayında Washington’a büyükelçi atandı. 2009’da ise bakanlıkla çatışmaya düşerek merkeze döndü. Havana Büyükelçiliği’nde müsteşar, Moskova’da büyükelçilik gibi görevlerle dünyayı kavrayan diplomatlardandı. Geçen hafta İzmir’de bu dünyayı terk etti. Bizim nesil artık yaprak dökümü döneminde...