Tarif Profesörü İlber Ortaylı, Fatih Belediyesi sınırları içinde yer alan Topkapı Sarayı'nı çevreleyen surların 1'inci derece arkelojik sit alanın'dan 3'e düşürülmesine tepki gösterdi. Ortaylı, Belediye başkanının koruma amaçlı olarak “Üçüncü derecede sit alanına çevirdik” sözününün bazı reklam seven mimarların da desteklendiğine dikkat çekerek "Bu arkadaşların her konuda konuşmak gibi zorunlulukları yok. Saray arazisini korumak için sit alanı derecesini 3. dereceye indirmenin abes bir söz ve işlem olduğu da açıktır. Saray arazisi koruma kuvvetleriyle korunur" dedi.
Ortaylı, "Bâbıhümâyûn ve Babüsselam arasında Aya İrini’nin yer aldığı avlu dahil geniş alanı 3. derece sit alanına çevirmek ne tür bir kurnazlıktır, anlamadım. Şu andaki idare iyi niyetli olabilir ama herkesin iyi niyetli olmasını bekleyemeyiz. Bu girişimi unutmak gerekiyor" dedi.
Hürriyet'te İlber Ortaylı'nın, "Topkapı Sarayı nasıl kurtulur" başlığıyla yayımlanan (22 Ekim 2017) yazısı şöyle:
Topkapı Sarayı’nın etrafındaki surlar külliyen 15’inci asırdaki Osmanlı’ya yani Fatih Sultan Mehmet devrine aittir.
O kadar ki arasında altgeçit ve üstgeçit yollarının bulunduğu Aya İrini ile Ayasofya bile bu surla ayrılmıştır. Bölgenin 1. derecede sit alanı olarak ilanı bizim devletimiz tarafından talep edildi. UNESCO gibi kuruluşlar tarafından da derhal kabul edildi. Her şeye rağmen Topkapı Sarayı’nın kendisi ile deniz surları arasındaki alanın tamamıyla boş bırakılması, ancak bir park ve yeşil alan olarak düzenlenmesi gerekir. İstanbul halkının tıpkı Gülhane Parkı gibi böyle bir sahaya ihtiyacı vardır.
Belediye başkanının koruma amaçlı olarak “Üçüncü derecede sit alanına çevirdik” sözünü bazı reklam seven mimarlar da destekliyor. Bu arkadaşların her konuda konuşmak gibi zorunlulukları yok. Saray arazisini korumak için sit alanı derecesini 3. dereceye indirmenin abes bir söz ve işlem olduğu da açıktır. Saray arazisi koruma kuvvetleriyle korunur. Müze müdüriyetim zamanında o sahada mevzilenen ve sayısı 30’u geçmeyen jandarma birliğinin dahi oradan uzaklaştırılması için ne kadar uğraşıldığını hatırlıyorum. Manasız bir işlemdi. Manasızlığı, Libyalı meczup bir eski polisin saraya silahla saldırma girişimi sayesinde anlaşıldı. Sarayı işte o birlik ve başındaki astsubay korudu; bir faciayı önlediler. Bizim saray işi başından aşkın, kalabalık bir heyula ile başa çıkmak zorunda olan İstanbul polisine terk edilemez. Bunu onlardan beklemek insafsızlıktır. Özel kuvvetler gerekir. Sizin sit derecelendirmeniz bu konuda hiç yarar sağlamaz.
Kaldı ki bina yok diye Bâbıhümâyûn ve Babüsselam arasında Aya İrini’nin yer aldığı avlu dahil geniş alanı 3. derece sit alanına çevirmek ne tür bir kurnazlıktır, anlamadım. Şu andaki idare iyi niyetli olabilir ama herkesin iyi niyetli olmasını bekleyemeyiz. Bu girişimi unutmak gerekiyor.
Son günlerde duyduğumuza göre bu manasız proje, Cumhurbaşkanımızın müdahalesiyle Kültür Bakanımız tarafından bir kenara itilmiştir. Doğrusu da budur. Kültür Bakanımızın açıklaması böyle olduğunu gösteriyor. Buraya bina yapılmaması da aslında yeterli değildir. Birtakım sonradan yapılma hat boyu binaların, demiryolunun kullanılmayan tesislerinin ve en başta demiryolu hatlarının buradan sökülmesi ve hattın altında kalan eserlerin arkeolojik tespit ve kazısının yapılması, deniz surlarının restore edilmesi ve berkitilmesi gerekir.
Kültür Bakanlığı’nın açıklamasında gazete haberlerinin hakikat dışı ve yanıltıcı olduğu söyleniyor. Saray ve etrafının mevcut hukuki statüsünü değiştirerek ortalığı alevlendiren Fatih Belediyesi’dir. Bu girişim bence saray alanı için yetkisi olmayan bir kuruluştan çıkıyor. Basının haberlerini tenkit etmek meseleyi çözümlemiyor.
Bu ülkenin mirasının korunması belediye veya bakanlığın kaldıramayacağı kadar büyük bir yüktür. Her şeyden önce vatandaşın ve kitlelerinin desteğine muhtaçtır. Lütfen aydınlara, akademik çevrelere ve tarihine düşkün topluma yabancılaşıp garip sözler etmeyelim.
- YAKIN zamanda YÖK Başkanımızın açıklamasıyla tarih sorularının üniversite sınavlarında ilk sınav kademesinde kaldırıldığı açıklandı ama imtihan stratejisine göz attığımız zaman bu soruların bu kademeden kaldırılması bilhassa sosyal bilim eğitimi için büyük mahzur teşkil ediyor.
Bu kararın ilk etkisi şu oldu: Özel dershanelerdeki tarih öğretmenleri hemen kapı önüne kondu. Bu dala yakınlık duyan öğretmen ve öğrenciler üzüntülü bir şekilde bana da müracaat ettiler. Onlara “Bana göre tarih derslerini mekteplerde okutmasalar daha iyi olur, ta ki doğru dürüst kitabını yazanlar ortaya çıkana kadar” dedim. Fakat latifenin ötesinde ciddi bir durumla karşı karşıyayız. Ortama “Çözemediğin veya düzeltemediğin şeyi kaldırırsın olur biter” tavrı hâkim.
Doğrusu eğitim alanında, bilhassa sosyal bilimlerde eğitimin iyi verildiğini söyleyemiyoruz. Matematik ve doğa bilimlerinde yetersizlik uzun zamandır var ve biliniyor. Bu müfredatla devlet liselerinin, geleceğin bilim adamlarını hazırlaması mümkün değil. Özel liseler ise zaten başka bir dünyaya göre hazırlanıyor. Öyle özel liseler var ki mezunların yüzde 90 küsuru, diplomayı alınca aileleriyle birlikte ABD’ye göçüyor.
Vaziyet vahim; iki-üç yıl önce “Bütün liselere Osmanlıca koyacağız, konulması şarttır” diye bağıranlar, vazgeçtik Osmanlıcadan, neredeyse tarih dersini bile kaldıracak. Kıymet ve niyet fayda etmiyor. “Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz” misali, öğreteceğim şeyi öğret de görelim. Ta ortaçağlardan beri hem Şark’ta hem Garp’ta matematik, mantık, kelam ve tarih retoriği insanoğlunun temel öğrenimini teşkil eder. Bu hiçbir zaman değişmedi. Tarih öğrenimiyle tebaanın ve vatandaşların siyaset şuuru şekillendi; dünyaya bakışları şekillendi. 20’nci yüzyılda bu alanda çalkantılar olduğu açık. Bu çalkantılardan Batılılar vazgeçerek veya laf üreterek çıkmaya çalışmıyor. Hatalar değerlendiriliyor, müfredat tespit ediliyor, müfredatın düzelmesi için milli düzeyde hatta milletlerarası planda toplantılar yapılıyor.
Bizim memlekette ise Eğitim Bakanlığı’nda tespit edemediğimiz, sorumluluğu ilan edilmeyen memurların kararı ve belki bazılarının tavsiyesiyle müfredat tespit ediliyor ve kalabalık bir millete de sözde tarih şuuru verilmeye çalışılıyor. Duruma yön verecek ikincil gruplar ise son derece zayıf. Bir kısmının eski kuru milliyetçi söylemi var. Bir kısmı ise etnik milliyetçilik veya temelleri Avrupa Birliği organlarından dayatılan sözde kozmopolit görüşlerle ortaya çıkıyor. Acı olan bir gerçek de şu: Tarih ders kitapları fevkalade yetersiz bilgi, dil olarak da gramer yanlışları ve sıkıcı bir üslupla kaleme alınıyor. Sözde alternatif görüşteki kuruluşların ise daha tatlı üsluplu, zengin muhtevalı metinler çıkardıklarını görmedik, çıkaracağa da benzemiyorlar. Wikipedia gibi kaynaklardaki Türkçe metinler de öbür dillere göre yetersiz; üstelik bazen de yanlışlıklarla dolu. Maalesef Türkiye’nin gençliği başvuracak kaynak bulamıyor.