İlhan Cihaner
(Sol gazetesi - 23 Kasım 2012)
Açlık grevlerinin, ölüm oruçlarının sonlanması üzerine “kim kaybetti?/kim kazandı” üzerinden epey tahlil yapıldı. “Devletin diz çöktüğü”nden tutun “İmralı’nın liderliğinin pekiştiği”ne, “Başbakan’ın geri adım atmadığı”ndan”, “yeni bir “Oslo sürecininbaşladığı”na kadar bir dizi yorum yapıldı.
Ancak bu yorumların çoğunun ortak noktası, açlık grevlerinin gerekçelerinden olan “ana dilde savunma hakkı”nın AKP nin verdiği yasa tasarısı ile “karşılandığı” şeklindeki yaklaşım.
Diğer taleplerin (ana dilde eğitim ve tecritin kaldırılması) Öcalan’ ın açıklaması/mektubu/talimatı ile “ikincileştiği” açık. Ancak ana dilde eğitim için Anayasa değişikliğinin gerekmesi ve Öcalan’ın kardeşinin “ziyaretinin” tecritin kaldırılması olarak “kabulü” de taleplerin “yerine getirilip getirilmediğini” çok tartıştırmadı. Bu tartışmanın büyümemesinin bir başka nedeni de açlık grevlerinin geldiği “kritik” noktaydı. İnsan yaşamının söz konusu olması ve olası ölümlerin yol açaçağı felaketleri öngörenler bu tartışmaya haklı olarak fazla girmediler.
Peki AKP’nin tasarısı “ana dilde savunma”yı getiriyor mu? Ya da en azından önceki duruma göre daha “ileri” mi?
Her şeyden önce mevcut düzenleme KCK davalarına kadar böyle bir “savunma krizi” oluşturmuyordu. (İktidarın açılım politikalarından “görünürde” vazgeçmesi, PKK nın Güneydoğu’da “cemaatin alanını daraltması”, ana dilde savunma hakkının adil yargılamayı aşan “politik” yönü, AKP kongresinde açıklanan “taahhüt” sonrası bazı mahkemelerin “bilinmeyen dil”i bilir hale gelmesi gibi tartışmaları/gerekçeleri -şimdilik- bir yana bırakalım)
O kadar ki şu anda KCK davalarını gören bir mahkemenin başkanı bile 2010 yılının sonlarında bir sanığın (üstelik ‘Kürtçe’ tercüman olan!) savunmasını tercümanla alabiliyordu.
Ancak KCK davaları ile “mevzuat aynı” olmasına rağmen, Kürtçe aniden, üstelik yalnızca özel yetkili/görevli mahkemelerde “bilinmeyen bir dil” oluverdi.
Anadilde savunma hakkını ve bunun için yapılan açlık grevini “siyasi talep diye” eleştiren/hor görenlerin, asıl “özel yetkili/görevli mahkemeler”in Kürtçe savunmayı güncel siyasi tartışmalara konu ettiğini görmeleri gerekir. Ayrıca bu mahkemelerin iktidarın politika değişikliklerine ne kadar “hızlı refleks” verip uyum sağladığının da tespiti gerekir.
Ayrıca bir talebin siyasi/politik olmasının, kategorik olarak yanlış ve reddedilmesi gereken bir şey olduğunu söyleyen yaklaşımın zavallılığını vurgulamaya gerek yok.
Şimdi gelelim asıl soruya: AKP’nin tasarısı ana dilde savunmayı getiriyor mu? Önce mevcut maddeye bakalım:
TERCÜMAN BULUNDURULACAK HÂLLER Madde 202 - (1) Sanık veya mağdur, meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilmiyorsa; mahkeme tarafından atanan tercüman aracılığıyla duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar tercüme edilir.
(2) Engelli olan sanığa veya mağdura, duruşmadaki iddia ve savunmaya ilişkin esaslı noktalar, anlayabilecekleri biçimde anlatılır.
(3) Bu Madde hükümleri, soruşturma evresinde dinlenen şüpheli, mağdur veya tanıklar hakkında da uygulanır. Bu evrede tercüman, hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından atanır.
Bu maddeye 4. bir fıkra ekleniyor teklifle:
(4)Meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilen sanık, a) iddianamenin okunması, b) esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabilir. Bu durumda sanık, savunma yapacağı oturumda tercümanını hazır bulundurmak zorundadır. Bu imkan, yargılamanın sürüncemede bırakılması amacına yönelik olarak kötüye kullanılamaz. (Ayrıca 3. fıkradaki “bu madde hükümleri”, “birinci ve ikinci fıkra hükümleri” olarak değiştiriliyor)
Anlaşılacağı üzere mevcut yasa ve AİHS’ye aykırı olarak uygulanan “fiili tercüman yasağı” soruşturma aşamasında yasal güvenceye bağlanmakta. Yani hukuka aykırı fiili durum yasal hale getirilmekte. Soruşturma aşamasında “meramını anlatacak ölçüde Türkçe bilen” ilk sanığın Kürtçe savunma talebi ile tekrar kriz çıkacaktır.
“Meramını anlatma”, “kötüye kullanılma” gibi kriter getirilerek belirsizlik devam ettirilmekte. Meramını anlatacak ölçüde bilip bilmeme nasıl tespit edilecektir?
Sadece “iddianamenin okunması ve esas hakkındaki mütalaanın verilmesi” üzerine savunma yapmak için tercüman imkanı verilmekte, tanık dinleme, delillerin tartışılması gibi aşamalarda bu hak tanınmamaktadır. Mağdurdan ise hiç bahsedilmemektedir.
Tercümanı sanığın hazır bulundurması zorunlu tutularak “gelen tercümanın” yeterli olup olmadığı, güvenilirliği gibi hususlar tartışmaya açık hale getirilmektedir.
Daha birçok sorun barındıran bu tasarıyı “anadilde savunma hakkını” veren bir düzenleme olarak sunmak “hukuki hokkabazlıktır”.
Aynen özel yetkili mahkemeleri kaldırdık demelerindeki gibi.
Aynen duruşmadan men cezasını kaldırıyoruz deyip sanıklara bu cezanın uygulanmasını sağlamaları gibi.
Aynen avukatların fiili belge inceleme yasağını kaldırıyoruz deyip hukuki güvenceye bağlamaları gibi.
Hokkabazlıklara kanmayalım!