İlhan Erdost ve Kemal Türkler'in kızı yazdı...

İlhan Erdost ve Kemal Türkler'in kızı yazdı...

T24 - Siyasi cinayetlerde ölen gazetecilerin ve aydınların kızları babaları için neler yaşadıklarını anlattı. İlhan Erdost'un kızı Alaz, Mehmet Zeki Tekiner'in kızı Ayşe Tekiner Çelen ve Kemal Türkler'in kızı Nilgün Soydan Cumhuriyet'te yayımlanan yazı dizisinin dördüncü bölümü için yazdı.

Selda Güneysu'nun hazırladığı "Kızımdan bana bir demet çiçek" yazı dizisinin dördüncü bölümü şöyle:

İlhan Erdost'un kızı Alaz: Bize hem ölümü hem babamızın gidişini birlikte anlatmaya çalıştılar

Benim babam hep 36 yaşında

Hani insanlar büyüdükçe öğrenirler ya “ölüm” diye bir şeyin varlığını… Hani yaşları ilerleyince kaybederler ya sevdiklerini, onlardan sonradan ayrı düşerler ya… Biz kendimizi bildiğimizden bu yana bu “yokluk” ve “yitirme” duygusunu yaşıyoruz. Çocukların “ölüm” kavramını anlamlandırmaları ne kadar zor bir şeyken, biz bunu deneyimleyerek yaşadık. Bize hem ölümü, hem babamızın gidişini birlikte anlatmaya çalıştılar. Önce “uzaklara gitti” dediler. Uzaklara düşman olduk. Son kez babamızı uyurken gördüğümüz için uykulardan korkar olduk. Küçücük bilincimize kocaman acılar, özlemler sığdırdık. Yıllarca “küçük bahçelere gidiyoruz” diye babamızın mezarına gittik. “İlhan Erdost’un kızları” olmanın gururunu ve bir o kadar da sorumluluğunu hep taşımaya çalıştık.

Biz babamızı kitaplardan, anlatılanlardan ve saklanmış eşyalarından tanıdık. Babamızla anlatacak anılarımız olamadı. Babamızın sesini annemle ve sevdikleriyle türkü söylerken kaydettiği kasetlerden dinledik. 2011’de, Devrimci 78’liler Federasyonu’nun emekleri ile açılan “12 Eylül Utanç Müzesi” bizde yeni bir deprem etkisi yarattı. Algılayışımız biraz sarsıldı, bazı duygularımız daha fazla göçük altında kaldı, bazıları iyice yerine oturdu. Babamızın son kıyafetlerini ilk kez müzede gördük. Ablamın müzeyle ilgili sözlerini unutamıyorum:

“Ben hiç bilemedim insanların bu kadar vahşileşebileceğini. Öğretmediler bize. Biz koşulsuz sevginin sarıp sarmaladığı bir aileyle büyüdük. Yıllardır zihnimde bu olayı canlandırırken hep hafifletmişim meğer. Babamın kanlı paltosunu ve yırtılmış, kan içinde kalmış pantolonunu müzede gördüğümde dönüp yeniden aileme sarılmak istedim. Ve yalnızca onlarla, sevgi ve güvenle kalmak.”

Küçük bahçemiz 32 yıldır güller içinde

Bizim en büyük şansımız, bizleri hep kucaklayan ailemiz oldu. Babamın öldürülmesinden sonra yalnızca annemin, amcamın ve bizim değil, bütün ailemizin yaşamı etkilendi. Kuzenlerim bizim yanımızda babalarına “baba” diyemediler, teyzem ve dayım bizim eve taşındı, tüm ailemizin gülüşü hep biraz eksik kaldı. Gülüşlerimizi, yaşamımızda babamın boş kalan yerini, hep sevdiklerimiz tamamlamaya çalıştı. Toplumsal Bellek Platformu’nda ilk kez bizim gibi babaları öldürülmüş çocuklarla bir araya geldik. Babaları zalimce yaşamdan koparılmış çocuklar olarak birbirimizi daha iyi anladık. Ailemizin aslında daha da büyük olduğunu gördük. Biz, kocaman ailemizle, birbirimize güç verdik, zaten güç olan yaşamı biraz olsun kolaylaştırmaya çalıştık. Biz gücümüzü kimseyi incitmek için kullanmadık, sevdiklerimizle birlikte yaşamla güçlü bağlar kurduk, birbirimize tutunarak ayakta durduk. İntikam duygusundan uzak olduk. Ben bu yazıyı yine ablamın babamla ilgili bir cümlesiyle bitirmek istiyorum: “Bizim babamız, diğer çocukların babalarından farklı olarak, hep kalın kara bıyıklı ve hep 36 yaşında.”

Bunun gururu ve üzüntüsü yaşamımız boyu bizimle ve babamın küçük bahçesi 32 yıldır güller içinde…

Ayşe Tekiner Çelen: Babam Atatürkçü bir aydındı

Halk adamını öldürdüler

Babam, Kurucu Meclis üyesi, eski Nevşehir CHP Milletvekili, avukat Mehmet Zeki Tekiner, 1980’de, silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Kendisi Nevşehir’deki sol siyasi davaların tek adresiydi. Sadece sol görüşlülerin değil, ihtiyacı olan her görüşten insanın, yoksul köylülerin davasını karşılık beklemeksizin üstlenen bir halk adamıydı. Cumhuriyet değerlerine inanmış, demokrat, Atatürkçü bir aydındı. Nevşehir’de ve Orta Anadolu’da sol düşüncenin var olmasının garantisiydi. Entelektüel birikimi son derece yüksek bir kanaat önderiydi. Neşeli yapısı ve mizahi kişiliğiyle çok sevilirdi. Kısaca o, yaşadığı topraklarda topluma örnek olan önemli bir siyasi kimlikti.

Babam öldürüldüğünde 9 yaşındaydım. Ölüm haberi benden gizlenmiş, evden uzak tutulmam için bir komşuya gönderilmiştim. Ölümünü televizyonda ana haber bülteninden öğrendim. Benden gizlendiğini sezdiğim bu haberi öğrenmenin karmaşık duygularını yaşıyordum. Bugünkü bilincimle yaşayacağım bir ölüm acısı değildi bu. Belki de o gün layıkıyla yaşayamadığım bu acı, yaşamımın izleyen günlerinde daha büyük bir acıya, bir boşluğa dönüştü.

Onu anlatılanlardan tanıyorum

Nevşehir’de yapılan cenaze töreni en ilkel toplumlarda bile görülmeyecek bir vahşete sahne oldu. Ölümünün yıkıcı etkisini daha da arttırmak isteyen bu faşist zihniyet, cenazeye katılanların üzerine ateş açabilecek kadar insanlıktan çıktı. O gün tekrar tekrar öldürülmek istenen babamın tabutundan 13 kurşun çıkarıldı. Onun yaşam hakkını elinden alanlar, bizlerin acımızı yaşama hakkımızı da yok saydılar. Yaşanan bu insanlık dışı olayın ardından Nevşehir’i terk ettik, ettirildik ve o gün ben sadece Nevşehir’i değil, çocukluğumu da geride bıraktım. Bir yandan ailece yeni yaşamımıza tutunmaya çalışırken, bir yandan da çok az tanıdığım babamla ilgili her şeyi öğrenmek istiyordum. Bir çocuk olarak belki de en büyük şansım, herkesten gurur duyarak dinlediğim bir babamın olmasıydı. Büyüdükçe, yüreğimdeki babam da büyüyordu benimle. Onu tanıyanlar, onun insanseverliğini, hoşgörüsünü, başarılarını, nükteli kişiliğini, fıkralarını kısacası pek çok yönünü anlatıyorlardı. Onu anlatılanlardan tanımaya çalışıyor, tanıdıkça hayranlığım artıyor, benim için gittikçe bir idol haline geliyordu. Tabii ki her çocuk gibi ben de babamı dinleyerek, okuyarak değil; görerek, hissederek tanımak isterdim. Bugün Zeki Tekiner sadece benim için değil, pek çok kişi için örnek alınan bir insan. Onun çocuğu olmak tarifi imkânsız bir mutluluk. Ona layık bir çocuk olarak yaşamak ise ağır, ancak bir o kadar da gurur verici bir sorumluluk.

Kemal Türkler'in kızı Nilgün Soydan: Geçirdiğimiz az ama kaliteli yaşam dirençli olmayı, sevmeyi, güzel insan olmayı öğretmeye yönelikmiş hep

Ne güzel insansın sen

Katillerin onu bizden aldığına tanıklık ettiğimde henüz 18’imdeydim. Şimdi 50’sinde bir kadın… Hiç bitmeyen özlem ve acı dolu yıllar… Ne var ki hayat akıp gidiyor. Ama o hep benimle. Geçirdiğimiz az ama kaliteli yaşam dirençli olmayı, sevmeyi, güzel insan olmayı öğretmeye yönelikmiş hep.

O, bana 6 aylıkken bile yurtdışından kart atan adamdı. Nasıl bir sevgi ve saygı örneğidir? Evimin mutfağında, çerçevesinden bana her sabah günaydın diyen babamın satırları var o kartta… “Ne güzel adamsın sen baba.” Hâlâ yaşamın her alanında bana bazen sadece adıyla bile yardım eden adam… Yüreğimin, bedenimin her hücresine işlemiş, asla kurtulmak istemediğim ama acıtan sevgi ve özlem yumağım benim.

Yenilmeyi hiç sevmezdi

Sendikada çalışanlar “Evde nasıl” diye sorduklarında, “Kucağına oturup saçını tarıyorum, birlikte şarkı söylüyoruz, çok esprili bir adam” dediğimde inanmayan gözlerle bana bakarlardı. Evet, o evde bize baba köftesi yapan, derslerimize yardım eden adamdı. Onunla deney yapmayı, problem çözmeyi çok severdim. Okul yaşamımda katıldığım bütün münazaralarda ekibim hep birinciydi. O beni yönlendiren adamdı, benim babamdı. Harçlık artışlarımızda ablam ve benle toplusözleşmeye oturan adam… Ne neşeli aile toplantılarıydı… Babam iyi bir satranççıydı. Dama, briç ve tavla oynamayı da çok severdi. Yenilmeyi hiç sevmezdi. Arkadaşlarıyla ilişkileri de bize hep örnek oldu. 15-16 Haziran 1970’te sekiz yaşında bir kızdım. Onu tel örgüler arkasında görene kadarki yürek çarpıntım hâlâ çok taze. Ama görene kadar. O dirençli, yeşil gözlü güzel adam her zamankinden neşeli, gene karşımızdaydı. Hüznümün onu görünce nasıl dağıldığı da gün gibi aklımda, eline dokunabilmek ise ne büyük bir lüks.

Hep kıskandım, hayıflandım…

Öldürülmeden 7 ay önce Enternasyonal’in Maden-İş Kongresi’nde söylenmesiyle Selimiye Kışlası’nda konaklaması son tutsaklığıymış. Ona; şimdi dedesinin davasına müdahil avukat olarak katılan, o zaman bir yaşında olan Burç’u götürdüğümüzde, onun adım attığını görünce yaşadığı sevinç hâlâ belleğimde. Burç’u ablam ve benden çok sevdiğini itiraf ettirmiştik. Torun sevgisinin olağanüstü bir sevgi olduğunu ilk babam ve Burç’ta yaşadık. Hep kıskandım, benim kızımı göremedi, sevemedi diye. Hep üzüldüm, hayıflandım eşimi tanımadı diye. Davasının 1 Aralık 2011’de zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasının ardından hissettiğim, doğduğum ülkeye nefret hissim ise ne yazık ki artarak devam ediyor. Düşüncelerimi, sanatçı sevgili dostum Soner Olgun’un babası için yazdığı dizeleriyle sonlamak istedim.

“O yıllar dolusu ter / Günler dolusu emek / Ve dolu dolu sevmek / Yılları veren adam / Didinen sevgi dolu / İnanan umut dolu / O gülen gözleriyle / O benim, benim babam / O hiç almadan veren / O karşılıksız seven / Ağlarken bile gülen / Hep umut veren adam.”

O, işçi sınıfının lideriydi ama benim babamdı…

Özge Mumcu ve Filiz Ali babaları için yazdı...(1)

Dolunay Kışlalı Uluç ve Zeynep Altıok Akatlı babaları için yazdı...(2)

Deniz Özdemir ve Eren Aysan babaları için yazdı...(3)