Ilıcak: Evren 'Sizi kapatmamak için gazeteyi kapattık' dedi

Ilıcak: Evren 'Sizi kapatmamak için gazeteyi kapattık' dedi

Oral Çalışlar

(Radikal, 18 Eylül 20129

 

Tercüman gazetesinin yazarıydın. Nasıl karşıladınız 12 Eylül’ü?

Ben çok büyük bir üzüntüyle karşıladım. 27 Mayıs travmasını yaşadığım için darbenin ne demek olduğunu biliyordum. Bitti dedim memleket. Süleyman Demirel iktidardaydı. 1 sene önce çok büyük bir çoğunlukla ve çok büyük bir mücadele sonucu gelmişti. Biz de Süleyman Demirel’i destekliyorduk. Bu kadar yakın zamanda iktidara gelmiş ve desteklediğimiz Süleyman Demirel’in devrilmesi bizi çok üzdü.

Gazetede ne oldu? Eşiniz Tercüman’ın sahibi Kemal Ilıcak’la ne konuştunuz?

Süleyman Demirel’i gözaltına alıp Çanakkale’deki askeri birliğe Hamzakoy’a götürdüler. Kemal, Hamzakoy’a telefon edebiliyordu. Bu çok önemliydi, buna çok sevindik. Ben sürekli 12 Eylül’ü 27 Mayıs’la mukayese ediyordum. 27 Mayıs döneminde hiç kimseden haber alınamamıştı. 12 Eylülcüler bir yandan Süleyman Demirel’in düşüncelerini öğrenip, bir yandan halkın nabzını tutuyorlardı. Süleyman Demirel, Kemal’e dedi ki, Turhan Feyzioğlu hükümetin başına geçmesin, Kaptan-ı Derya Başbakan olsun. Kaptan-ı Derya dediği bir önceki Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülend Ulusu’ydu. Bu mesaj yerini bulmuş olacak ki, başbakanın tayininde Süleyman Demirel’in rolü oldu. Çünkü Turhan Feyzioğlu siyasi bir kişilik, o zaman nerede kaldı tarafsızlık…

Sen yazı yazmaya devam ettin ama…

Tabii. Çok zor şartlarla devam ettik… Gazete yönetiminden dikkat edin demeye başladılar. Bizim yazı işleri var, yazı oradan da geçiyor. Onlarda da gazeteyi kapattırmama duygusu vardı. Benim yazılarıma sansür geliyordu.

O dönemin Danışma Meclisi üyelerinden Profesör Orhan Aldıkaçtı’yla otururken, Ankaragücü’nün Evren’in isteğiyle küme düşmekten kurtulması gündeme geldi. Bunun üzerine Aldıkaçtı bana Kenan Evren’le ilgili “İlk keyfi adımı attı” dedi. Bu benim çok hoşuma gitti. Ben bunu hemen yazayım diye “Evrenspor” diye bir yazı yazdım. Yanlış hatırlıyor onu Burhan Ayeri, o yazı yayımlanmadı. İnan, sadece askerin baskısı altında değildim, kendi çevremin de baskısı altındaydım. Yazılarımı iki kere Kemal Türkiye’de değilken geçirttim. Bir yazı ‘Her Gece İki Gündüz Arasındadır’ yazısıydı. Süleyman Demirel’in mektuplarında bana naklettiği fikirleri ben de yazılarımda geçiriyordum. Bu yazı da böyle bir yazıydı. Kur’an-ı Kerim’den alarak, dünyadaki başka örneklerden yararlanarak anlatıyordum. Tabii kıyamet koptu ve gazete kapatıldı. İlk kapatılışta 1 haftalığına, sonra 2, sonra süresiz kapattılar 3 hafta sürdü.

Daha önceki 27 Mayıs darbesinde siyasi partiler kapatılmıştı, halbuki bunlar (12 Eylülcüler) “faaliyetine son verildi” deyince, ben de bu durumu öven bir yazı yazdım. Bugün okuyanlar diyorlar ki, amma da yağ çekmişsin. Halbuki göz boyuyorum ben. Hem yazıişlerinin hem okuyanların. Diyordum ki, “Bravo kapatmıyorsunuz, siyasetçiler çok önemlidir, muhalefet de çok önemlidir, demokrasiye geçeceksiniz siz zaten.”

12 Eylül destekçisidir deniyor senin yazıların hakkında?

Aynen. Bunun gibi sebeplerden. Araya bazı cümleler sokup aşırı alkışlıyorum ki, arada söylemek istediklerimi söyleyebileyim. “Siz kötü bir darbe değilsiniz, siyasi partilerin faaliyetine ara verdiniz, oysa 27 Mayıs çok kötüydü, o tam bir darbeydi, siyasetçiler olmasa demokrasi de olmaz”deyip gözünü boyuyorum. Bugünün gözüyle okuyunca tuhaf oluyor tabii. O tamamen darbe döneminin şartlarıydı. Benim 12 Eylül’ü desteklemek için hiçbir sebebim yok. Bir Süleyman Demirel’i tutuklamışlar, iki baskı altındayız.

Kemal, Avustralya’dayken ben siyasi partilerin kapatılmasını eleştiren bir yazı yazdım. Yazıişleri bir sürü tarafını kırpmış kırpmış tanıyamadığım bir yazıya dönüştürmüş yayımlarken. Kıyameti koparttım. Eski yazdığım yazıyı yeniden yayımlattım. İkinci yayımlanışında gazete kapatıldı.

Üç kere gazete kapatıldı hatta birisi Özal dönemindeydi. Bunun üzerine ben gittim Evren’den randevu aldım. “Neden kapattınız anlamadım” dedim. “Siz yazınızın başlığında ‘Korkunun Ecele Faydası Yok’ diyorsunuz, bizden hesap soracak, bizi asacaklar, kesecekler, bizi tehdit ediyorlar diyorsunuz. Biz de sizi kapatmamak için gazeteyi kapatıyoruz” dedi. Çünkü o dönemde bir gazete patronunun karısının hapse girmesi tuhaf olacaktı. Ben dedim ki, “Yok paşam siz gazete yerine beni hapse kapatın. Ben gazetede çeşitli olaylara muhatap oluyorum, inanın böylesi bana çok daha zor oluyor.” Ben de hiçbir bedel ödeyemiyorum diye rencide oluyordum. Ben hem yargılanıyordum hem hapse atılmıyordum. Sonra Agâh Oktay Güner’in karısı bana hem Agâh Oktay Güner’in hem Alparslan Türkeş’in teröre karşı yazılarını getirdi, yayımladım. Tak diye yürürlükte olan mahkemeyi etkilemekten dolayı 3 ay mahkûmiyet aldım.

İçeride kuş tüyü yastık beklerken...

Avrupa Konseyi’nden insanlar gelmişti. Evimde resepsiyon vereceğim. İzin istedim, “Bari Avrupalı misafirler gitsin, beni öyle hapse atın” dedim. Daveti verdik. O sıralar başka bir davet var. Komutanlardan biriyle karşılaştım. Yaşım çok genç. “Karşınızda bir hapishane kaçağı var. Şu gün girmem lazımdı, erteledim” dedim. Pat ertesi gün karar geldi. Hemen attılar içeriye. Kemal dedi ki, “Nazlı hiç üzülme, odan beyaza boyanıyor, rahat edeceksin.” Beyaz boyalı güzel bir odaya istirahat etmek üzere, kuş tüyü yastığım, reçellerim, saç kurutma makinem, bigudilerimle valizimi doldurup gittim. Cezaevi müdürünün odasına götürdüler. ‘Bu ne?’ dedi adam valizimi attı. Çarşaftan bir bohça yaptı. Ağlamaya başladım. Karizmam çizilmiş vaziyette torbamla yürüyorum. Sema diye bir kız vardı, cinayetten sanık, beni gardiyan ona teslim etti. Koğuşa girdim. Aman Allahım, yerde bir sarı kedi, gürültü, pislik. Sürekli ağlıyordum. Bana seçenek sundular; “Hafif ceza olduğu için ya iki ay ya üç ay kalacaksın, üç ay kalırsan gece çıkabilirsin.” Gündüzleri eve gittim, geceleri geri döndüm. Sonuna doğru militan solcularla münakaşa ettim. Beni hiç sevmiyorlardı. Eylem yaptılar koğuşu ele geçirdiler, gardiyanları içeri almadılar. “Siz nasıl düzene karşı gelirsiniz, ayıp değil mi” dedim. Onlar bana “Faşist” ben onlara “Komünist” diye bağırdık. Bunlar kaldığım yerin camını kırmasın mı? Sema’ya söyledim. Geldi, onlara saldırdı. Bir karton getirdi, yapıştırdık, soğuktan korunduk. O arada yatağımın altına bir kedi saklanmış. Şimdi Müyesser kedi istiyor ya, bana da en korkunç gelen hadise kedi. Bir de güzellik müsabakası yaptık orada. Sonunda beni çok sevdiler, iki kat koğuş halay çekerek uğurladılar. Sema’yla sonra yine görüştüm. Rahşan Hanım’ın affıyla çıktı, işe yerleşti, evlendi.