Los Angeles'ta dört ay yaşayan Tuba Ünsal burada yaşadıklarını ve gördüklerini anlattı.Hello dergisini konuk eden Tuba Ünsal İngilizce İspanyolca ve oyunculuk kurslarına katıldığını belirtip "Dinlenmek için geldim ama duramadım" diyor. Onun sayesinde Ailevi Akdeniz Ateşi diye bir hastalığın varlığını öğrendik. Daha düne kadar kimsenin duymadığı ve bilmediği bu hastalık, Tuba Ünsal ile birlikte su yüzüne çıktı. Oysa bu genetik bir hastalık ve kromozomlarla ilgili. Bu süreç Tuba Ünsal’ı bir hayli yıpratmış. Ama sonrası daha da etkilemiş. İnsanların gerçek yüzünü gördüğünü söylüyor Ünsal. Ama daha da önemlisi onu değiştiren, radikal kararlar almasına neden olan Los Angeles… -Nereden çıktı bu Amerika’ya yerleşme kararı? Hem de birçok insan kendi ülkesine yeniden dönmeyi düşünürken… Yani ‘Eller gider Mersin’e biz gideriz tersine’ durumları söz konusu gibi… Aslında bir sene önce karar vermiştim. Çok yoruldum geçen yıl. Sağlık sorunlarım çıktı, bu biraz geciktirdi. Yaz başında Amerika’ya gittim, dört ay kaldım. -Neler yaptınız orada? T. Ünsal: Aslında giderken, biraz durmaya ihtiyacım vardı kafamda. Sadece kendime bakmak, hiçbir şey yapmak istemiyorum diyordum. Ama boş duramadım tabii. Önce ‹ngilizce kursuna gittim. Üç ay boyunca özel bir hocayla da çalıştım. Ardından İspanyolca’ya başladım. -Los Angeles sizi nasıl etkiledi? Bu benim ilk gidişim değil, zaten her boş vaktimi orada geçiriyorum. İstanbul insanı çok yoran bir şehir. Arkadaşlarıma yemek yapıyordum, sokaklarda dolaşıyordum, enteresan arkadaşlar edindim. -Mesleki açıdan neler yaptınız? Çok janjanlı bir portre çizemeyeceğim, çünkü çok basit yaşadım. Buradaki yaşantım yeterince janjanlı zaten. Otobüse biniyordum mesela. Sonradan mecburen arabam oldu. Kampa gittim Sequoia’ya; dünyanın en büyük ağaçlarının olduğu, hayatta ilk kez ayıların arasında kamp yaptım. San Fransisco’da hippi akımının doğduğu sokakta yürüdüm, oranın kokusunu aldım, ruhunu gördüm. Ben artık bir bavula, bir sırt çantasına sığıp dünyanın neresine olursa olsun gitmek istiyorum. Orada senin kendin, içsel değerin önemli. Burada çok güzel kıyafet giyip de ağzını açtığında iki kelime ettikten sonra biten insanlar var. Gerçi bu dünyanın her yerinde var ama orada daha az. -Nasıl bir Tuba ile karşı karşıya kaldınız? Çok sakindim mesela. Hiçbir şeyin canımı sıkmasına izin vermedim. -Burada ilişkiler de sizi yıprattı galiba? Yooo. Yani buradaki hayat yorucu. İnsana burada değer verilmiyor. Ama ülkelerden çok bizi yoran kendimiziz. Ben burada kendimi çok yordum, çok hırpaladım. Orada tamamıyle kendimle baş başaydım. Çünkü bulunduğum iş hayatı çok kolay bir camia değil ve sürekli bir rekabet var. -Ne tür farkındalıklar gelişti? Hayatımızda ‘an’önemli. Bir de herkes hayatta mutluluğa ulaşmak için uğraşıyor. Bunun yolu bazen gişesi iyi bir filminiz oluyor, bazen basit mutlulukları keşfettiğiniz an. Çamaşır makinesinin nasıl çalıştığını anlayıp bütün çamaşırlarımı bir saat içinde yıkadı ğım gün benim en mutlu günlerimden biriydi. Ya da kumsalda yürüdüğüm zaman oturup uzun uzun denize bakıyordum, saatlerce. Yine buradaki hayata dönecek olursak; giderken o hayatın karmaşası nda yapmadığın şeyleri görüyorsun. Kendinle ilgili, hayatla ilgili… Dedim ki, iş para kazanmak için çalışmak zorundayız, ben kendi hayatımı kendim kazanan kişiyim. Ama bunu düzenli ve daha doygun, hayatındaki diğer şeylere de zaman ayırarak yapabilirim. O yüzden şimdi bakıyorum projelere, gerçekten mutlu eden ne? O projeyi gözümde canlandı rırken bunu düşünüyorum. Çünkü eskiden mesela, çok sevmesem de itiraf edeyim, sadece maddi nedenlerden kabul ettiğim projeler oluyordu. şimdi daha ayakları yere sağlam basan işlerin içinde olmak istiyorum. Kendime zaman ayırmak, hobilerimi yapmak istiyorum. Mesela orada resim kursuna gittim, baskı kursuna gittim. O kadar güzeldi ki! Bir sürü enteresan baskılar yaptım, arkadaşlarıma hediye ettim. Onunla ilgili bir şeyler yapıp kendimi geliştirebilirim.İspanyolca’nın üzerinde durup devam etmek istiyorum. -Korunma ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Hayır. Her şeyimi hayatta kendim yapıyorum. Ama insanları çok çabuk kendi dünyama kabul etmiyorum. Çünkü bunun cezalarını çok gördüm. O yüzden herkese çok açık değilim. Benim çok yakın arkadaş olmam için o kişinin bayağı bir evreden geçmesi gerekiyor. -Peki, bundan sonra... Haziran ayında kısmetse tekrar Los Angeles’a gitmek istiyorum. Profesyonel bir akademide iki senelik oyunculuk kursu var. -Neden, kendinizi tekrar mı ediyorsunuz? Hayır. Daha hiçbir şey yapamadım ki. Yapmak istediğim çok şey var. O anlamda yani ‘Ben oldum tamam gidiyorum’ anlamında gidiş değil bu. -Çılgın, özgür, biraz tepişken bir Tuba var hep. Hüzün yok mu? Olmaz mı? Ama ben bu durumu belli etmiyorum. Bu durumlarını kullanan insanlara da çok sinirleniyorum. Eğlenceli, güleç yüzlü bir kız olarak insanları n hafızalarında kalmayı isterim. -Aşk kavramınızda neler değişti, aşk kutsallığını mı yitiriyor. Amerika sizin aşka bakışınıza bir farklılık getirdi mi? Getirdi tabi. Aşklar yaşadıkça kirleniyoruz bence. Aşkın o naif duygusunu kaybediyoruz. Orada o naif duyguyu tekrar yakaladım. O yüzden benim için bu gidişimde Los Angeles’ın yeri çok önemli. Ben orada mesela çocukluk aşkımı buldum. O zamanki duygularımı, aşka bakışımı hatı rladım, kendimle yüzleştim. -Osho diyor ki, ‘iki şeyden korkuyoruz, cinsellik ve ölüm’... Peki siz? Hiçbir şeyden korkmuyorum. Çünkü ‘beni öldürmeyen şey daha güçlü kılar’ diye bir laf vardır ya… Adımları aştıkça, basamakları çıktıkça, kendine ‘Evet, ben hayatta her şeyi tek başı ma yapabilirim’ diyorsun. Bundan daha özgür bir düşünce yok! -Ruhunuzda neyi yırtmaya çalışıyorsunuz? Her geçen gün daha başka yanlarımı, hayatın daha başka yönlerini keşfediyorum. Aslında çok sıkıntıya gelebilen, özellikle de ilişkilerimde, biri değildim. Sebat etmeyi öğrendim. Arkadaşlığı, özveride bulunmayı, emek vermeyi öğrendim. Oradaki her bir arkadaşımı mutlu etmek için tek tek uğraşıyordum. Çünkü onlara değer verdiğimi gösterebilen biri değilim. Artık güzel cümleleri tutmadan söyleyebilmeyi öğrendim. -İstanbul’a dönmek nasıl bir duygu? Depresyona girdim.Çünkü bir gün önce havuzda güneşlenmiştim. Burada yağmur çamur vardı. Ama ben ‹stanbul’u, yaşadığım ülkeyi ve insanlarını seviyorum. Keşke buranın mantalitesini, oraya götürebilsek. Orada Amerikalı kadın, ‘buzdolabının üst tarafı senin alt tarafı benim’ diyor. Burada bir kadınla aynı evi paylaşsan, sana böreğini yapar, canım kızım, der.