Genelkurmay Başkanlığı’nın yıllık değerlendirme toplantısına ilk defa basın mensuplarını da alan Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, konuşmasında sivil-asker ilişkilerini değerlendirdi. Ayrıca etnisite, dine bakış, laiklik ve cemaatler ile terörle mücadele konularındaki görüşlerini anlattı. Yaklaşık 2 saat konuşan Başbuğ'un değindiği konuların başlıkları şöyle...Tempo24
Orgeneral Başbuğ'un konuşmasının tam metni Hilmi Özkök toplantıya neden katılmadı?Gazeteciler nasıl değerlendirdi?Taraf, Zaman ve Vakit davet edilmedi... Toplantıdan nolarHuntington, Janowitz ve Cohen etkili Sivil-asker ilişkileri üzerinde oluşan akademik literatürde Samuel HUNTINGTON, Morris JANOWITZ ve Eliot COHEN gibi klasik realist düşünürlerin yanı sıra liberal teori ve yapısalcı akımların da etkisi görülmektedir. Akademik anlamda da, bilim adamları, düşünürler ve bu işin profesyonelleri arasında çeşitli uzlaşmazlık alanları mevcuttur. Modernleşmede asker daima öncüdür Toplumların dönüşümünde, modernleşmede asker daima öncü olmuştur. Silahlı kuvvetler aynı zamanda teknoloji demektir. Teknoloji alanlarında sağlanan ilerlemeler çoğu zaman silahlı kuvvetler bünyesinde kendini gösterir. Bu teknolojik gelişmelerin toplumsallaştırılması, özellikle gelişmekte olan ülkelerde, silahlı kuvvetlerin bu yoldaki öncülüğü ile olur. TSK halkın vergileriyle oluşturuldu Toplumun bu mesleği icra edenlerin bilgisine ve uygulamalarına güven ve itimat duyması hayatidir. Aslında bir kurumun güvenilirliği, güvene layık oluşu; kurumun sorumluluğu ile etkinliğine ilişkin değerlendirmelere dayanır. Silahlı kuvvetlerin halkın vergisiyle oluşturulduğu da unutulmamalıdır. Bilmek değil, kendini bilmemek Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplum nezdindeki itibarını ve güvenilirliğini sarsmayı amaçlayan iki ön yargılı yaklaşıma dikkat çekmek istiyorum. Bu arada, MONTESQUEI'nun "Kanunların Ruhu Üzerine" adlı başyapıtının ön sözünde, ön yargıyı: "Bazı şeyleri bilmemek değil, kendi kendini bilmemek" şeklinde tanımladığını da hatırlatmak isterim. TSK’yı engelleyici kurum olarak göstermek yanlış Bahsettiğim önyargılı yaklaşımlardan birincisi, demokratlık kisvesi altında Türk Silahlı Kuvvetlerini yıpratmak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sistematik muhalefet yapılması demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu çoğulculukla ifade edilebilecek veya açıklanabilecek bir husus değildir. Aynı şekilde Silahlı Kuvvetleri, demokrasinin gelişmesinde, çoğulculuğun toplumsal bir boyut kazanmasında engelleyici bir kurum olarak göstermek de yanlıştır. MGK’da her üye eşittirMGK'nın asker üyeleri kurul üyesi olarak, ki MGK'da her üye eşittir, görev ve sorumluluklarını bu anayasal platformda serbest olarak yerine getirirler. Anayasal bir kurum olan MGK'nın gerekliliğini, yetki ve sorumluluklarını sorgulayanlara ilgili yasaları dikkatle okumalarını öneririm. TSK din karşıtı gösteriliyor İkincisi ise, toplumumuzun özellikle mütedeyyin kesimlerini etkilemek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetlerini din karşıtı olarak gösteren kötü niyetli propaganda kampanyalarıdır. Ancak, toplumumuzun mütedeyyin kesimleri bu propagandaya itibar etmemektedir. (…) Çünkü bu asker, Türk milletinin bizatihi kendisidir. Kim ne derse desin, Türk milletinin ordusu halktır, halktandır, halk içindir. Astlar üstlere dikkat etmeli Günümüzde ast rütbeli personelin güven ve itimadına sahip olma hususu daha fazla önem kazanmıştır. Bunun için üstlerin astları ile çok iyi iletişim içinde olmaları, karar öncesi onların düşünce ve tekliflerini dinlemeleri ve uygun olan hususları dikkate almaları zorunludur. Silahlı Kuvvetlerde üstler, astlarının güven ve itimadına zarar verebilecek davranışlarda bulunmamaya özen göstermelidirler. TSK, görüşünü kamuoyu ile paylaşır Sivil-asker ilişkilerinin yürütülmesinde yetkili ve sorumlu makam Genelkurmay Başkanıdır. Genelkurmay Başkanının, sivil-asker ilişkilerini yürütmesini, politik ve siyasal hareketler olarak değerlendirmek doğru değildir. Bu faaliyetler bütün ülkelerdeki en üst askerî makamlar tarafından da yapıla gelmektedir. Genelkurmay Başkanı bu görev ve sorumluluğunu, ilgili makamlara yapacağı görüşmeler ve toplantılar vasıtasıyla yerine getirir. Gerekli hallerde de Silahlı Kuvvetlerin görüşlerini de kamuoyu ile paylaşır. Asker bilgilendirilmeli! Günümüzün şartları ve ihtiyaçları Silahlı Kuvvetlerin önemini azaltmamaktadır. Aksine, günümüzün şartları Silahlı Kuvvetlerin millî gücün diğer unsurları ile koordineli ve iş birliği içinde ve kapsamlı bir strateji kapsamında kullanılması konseptinin önemini giderek artırmıştır. Bu konsepte bugün; "Gayret Birliği" denilmektedir. Bu husus ise askerî liderlerin bilgi alanının daha da genişlemesini zorunlu kılmaktadır. PKK, etnik çatışmayı başaramadı PKK Bölücü Terör Örgütü, nihai amacını gerçekleştirmek için terörü, etnik bir çatışmaya dönüştürmeye ve etnik çatışmaymış gibi takdim etmeye çabalamaktadır. Ancak, bunu başaramamıştır. Bölücü Terör Örgütü bugün, faaliyetlerini etnik bir temel üzerinde yürütmeye çalışmaktadır. Etnik çatışma ile bir terör örgütünün faaliyetlerini etnik bir temel üzerinde yürütmeye çalışması aynı şey değildir. PKK, Marksist bir örgüttü Bölücü Terör Örgütünün kuruluşunda, Örgüte hâkim olan ideoloji, öncelikli olarak sınıf temelli ve ikincil olarak etnik referanslı, Marksist-Leninst bir ideolojiydi. Örgüt, 1994'ten sonra, Marksist-Leninst ideolojiyi gittikçe geri plana iterken, etnik kimliği ön plana çıkarmıştır. Örgütü bu değişime zorlayan, Soğuk Savaş sonrası döneminin konjonktürel gelişmeleri olmuştur. Soğuk Savaş sonrasında Bölücü Terör Örgütünün benimsediği ideoloji/birincil kimlik geçerliliğini yitirince Örgüt, bütün vurgusunu etnik kimlik üzerine yapmaya başladı. Böylece, terör ve şiddeti kullanarak bir yandan Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde sosyal kontrol sağlamayı, bir yandan da yeknesak bir etnik kimlik inşası gerçekleştirmeyi amaçladı. Kürt ve Zaza şehitlerimiz var Türk Silahlı Kuvvetleri emsalsiz bir örnektir. Her Türk vatandaşı, hiçbir fark gözetilmeksizin Türk Silahlı Kuvvetlerinde Anayasal görev ve hak olan askerlik hizmetini eşit şekilde yerine getirmektedir. Bölücü Terör Örgütüne karşı sürdürdüğümüz mücadelede, şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşmış kahramanlarımız arasında çok sayıda Kürt ve Zaza kökenli vatan evladı vardır. Etnik köken ayrımı yapılmadı Siyasal eşitlik konusuna gelince, hiçbir siyasal hak ve görev etnik temelde tanzim edilmemiştir. Birinci Meclis'ten beri, Türk siyasal hayatında tüm vatandaşlarımız, etnik köken ve dinî inanç ayrımı yapılmaksızın eşit siyasal, sosyal hak ve yükümlülüklere sahip olmuştur. Kürtler Batı’ya göç edemezdi! Ülkemizde farklı etnik kökenli vatandaşlarımız arasında ayrık ve homojen yaşam alanları oluşmamıştır. Kürt kökenli vatandaşlarımızın bir kısmı ülkemizin batı illerine göç etmiştir. Bu durum, ülkede sorunun nasıl algılandığını göstermektedir. Eğer etnik bir çatışma olsaydı, ne Kürt kökenli vatandaşlarımız batı illerine göç edebilirdi ne de göç alan bölgelerdeki halk bu göçü kolayca kabullenirdi. Sistematik asimilasyon uygulanmadı Devlet, Cumhuriyetin ilk yıllarında meydana gelen isyanlar nedeniyle alt/ikincil kültürel kimliklerin üst/ortak birincil kimliğin önüne geçmesi ihtimaline karşı elbette bazı tedbirler almıştır. Alınan bu tedbirleri asimilasyon politikası olarak değerlendirmek doğru değildir. Bu tedbirler, ulus-devlet inşası sürecinde gerekli görülen bir takım uygulamalardır. Fakat bu uygulamalarla homojen etnik bir yapı inşa etmek amaçlanmamıştır. (…) Gerek Osmanlı İmparatorluğu gerekse Cumhuriyet döneminde, Kürt kökenli vatandaşlarımıza devletçe sistematik asimilasyon politikası uygulanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti devrimdir Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bir devrimdir. Devrimin amacı ise bir ulus- devletin yaratılmasıdır. Bu düşünceden hareket ederek ATATÜRK, Türk milletini şu şekilde tanımlamıştır: "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran, Türkiye halkına, Türk milleti denir." Türkiye’yi kuran Türkiye halkıdır "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran kimdir?" Cevap, Türkiye halkıdır. Görüldüğü gibi buradaki halk ifadesi, sınırları çizilen bir coğrafyada - ki burası Türkiye'dir - yaşayan halkın bütününü, yani hiçbir dinî ve etnik ayrım yapılmaksızın, Türkiye halkını işaret etmektedir. Aynı ülkü etrafında toplanmış ve Türkiye sınırları içinde yaşayan Türkiye halkının, siyasal ve sosyolojik bir olgu etrafında kendi rızası ile birleşmesiyle bir milletin oluşacağı ve bu millete ise Türk milleti denileceği, ATATÜRK'ün "Türk milleti" tanımında açıkça yer almaktadır. Türk, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Bu tanımda da görüleceği gibi, "Türk milleti" tanımlamasındaki "Türk" sözcüğü bir sıfat olarak değil, değişik unsurların hepsine verilen ortak bir isim olarak kullanılmıştır. Vatandaşlık esasına dayalı milliyetçilik ırk ve din farkı gözetmeksizin, ortak kimlik/üst kimlik etrafında her vatandaşı "Türk" saymaktır, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı saymaktır. Kültürel kimlik ikincil olmalı Kültürel kimlik ise bir bireyin toplumsal ilişkiler ağı içinde kendisini tanımlayabileceğine inandığı özgül kimlik özellikleridir. Kişi toplumsal kimliğini üst/ortak bir kimlik olarak benimseyecek ve kabul edecek, bireysel kültürel kimliğini ise ikincil kimlik olarak ifade edebilecektir. Entegrasyon uyum içinde yaşamaktır Entegrasyon, kişilerin, aidiyet duygusu hissettikleri ikincil kültürel kimliklerini engellemeden, üst/ortak Türk kimliklerini muhafaza etmelerini sağlamaktır. Entegrasyon, farklılıkları kabullenmek, ancak farklı olanların uyum içinde yaşamalarını sağlamaktır. Kültürel özgürlükler genişletilmeli İkincil kültürel kimlikler doğrudan doğruya mı tanınacak yoksa sadece bireysel seviyede ikincil kültürel özgürlüklerin önünün açılması yeterli midir? Modern ulus-devlet anlayışı ve liberal demokrasi, bireysel özgürlüklerin önünü kapatmaz. Aksine modern ulus-devlet, bireysel kültürel özgürlükleri genişletir, kalitesini artırır. Kültürel alanda bireysel özgürlüklerin önünün açılması, etnik kimliği güçlendirecek bir unsur olarak değil, aksine vatandaşların bireysel özgürlük alanını, yaşam kalitesini ve ülkelerine olan sadakatlerini güçlendirici bir unsur olarak görülmelidir. Siyasi etnitizmin sonucu Balkanlar Etnik kimliğin siyasallaştırılması, başka bir ifadeyle siyasal temsil aracı olması, toplumsal siyasal kimlik unsuru haline getirilmesi ise, devletle olan siyaset ilişkisinin etnik kimlik üzerinden yapılması demektir. Bu durum ise üst/ortak kimliğin tartışmaya açılması anlamına gelmektedir. Lübnan, Irak ve Balkanlar’da hüküm süren istikrarsızlık ve şiddet sarmalı, etnik kimliğin siyasallaştırılmasının ve bir ortak kimlik yaratılamamasının sonucunda yaşanabilecekler için bir örnek teşkil etmektedir. İkincil kimlik bireysel yaşanabilir İkincil kimlikler ancak ikincil kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. Bunu kültürel bir zenginlik olarak görüyoruz. Bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık ve grup hakları ile kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst-kimlikler yaratılmasına izin veremeyiz. Tarihsel hafızamız, ulusumuzun mutlu ve müreffeh geleceği ve anayasal düzenimizin korunması bunu gerektirmektedir. İkincil kültürel kimlik anayasada tanınamaz İkincil kültürel kimliklerin anayasal ve yasal çerçevede tanınması - ki bu grup hakkı olarak tanınması - anlamına gelir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, ulus-devlet ve üniter-devlet yapısı içinde bu mümkün değildir. Kürt ve Zazaların mağduriyeti giderilmeli Devletimiz, tüm yurttaşlarına olduğu gibi özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yaşamakta olan Kürt ve Zaza kökenli vatandaşlarımıza "daha müreffeh bir yaşam", "fırsat eşitliğinden daha fazla yararlanabilme" ve "kendilerini her alanda geliştirebilme" imkanlarını sağlamak zorundadır. Ayrıca, bu yurttaşlarımızın "mağduriyete uğradıkları şeklindeki algılarının" düzeltilmesi ve değiştirilmesi gerekmektedir. Bu, devletin asli görevidir. Çatışmaya sokacak konular tartışılamaz Unutulmamalıdır ki; her konuyu tartışabilme özgürlüğü devletlerin varlığını riske sokacak, ülkeyi kutuplaşmaya, ayrışmaya ve çatışma ortamına sokacak konuları içeremez. Kimse Türkiye'den, ne Türkiye'nin ulus-devlet ve üniter-devlet yapısını zayıflatabilecek ne de Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddelerinin değiştirilmesi yönünde isteklerde bulunabilir. TSK taraftır Türk Silahlı Kuvvetleri; ATATÜRK'ün bize emanet ettiği ulus-devlet ve üniter-devlet yapısının korunmasında taraftır ve taraf olmaya da devam edecektir. Bundan kimsenin şüphesi olmasın. Terörle mücadele insan odaklıdır Terörle mücadelenin ana stratejik prensibi, bu mücadelenin insan odaklı olmasıdır. Mücadele, insanların kalbine ve beynine hitap etmelidir. Bu kapsamda, teröristlerin ve destekleyicilerinin terörle bir yere ulaşabilecekleri yönündeki umutlarının kırılması önemlidir. Ümit duygusunun, gurur ve başarılı olma ile ilişkili olduğu da unutulmamalıdır. Terörist de neticede insan Terörist de neticede insandır. Bölücü Terör Örgütüne katılanların, Örgüte neden katıldıklarının tespiti ve bu katılımları engellemek için gerekli tedbirlerin devlet tarafından alınması terörle mücadelede önemli hususlardandır. Örgüte katılmanın nedeni sevgisizlik Çocukluğun sevgisiz bir ortamda geçmesi, şiddet kültürünün yaygın olduğu ortamlarda büyüme, yoksulluk, dışlanma duygusu, haksızlıklardan kaçış, şiddetin tek çare olduğuna inanma, eğitimde istenilen imkanların bulunamaması, toplumda bir yer edinme duygusu ve tabi ki en önemlisi de, yapılan etnik temelli propagandalara inanma. 40 bin terörist öldürüldü 1984 yılından bugüne kadar, etkisiz hale getirilen terörist sayısı 40.000'i geçmiştir. Bu rakam, bu yolun çıkmaz yol olduğunu göstermektedir. Çeşitli nedenleri istismar ederek gençlerin Örgüte katılmalarını sağlayanların ve destekleyenlerin, aslında onları ölüme gönderdiklerini anlamalarını gerekir. Anneleri anlamak zorundayız Çeşitli nedenlerle evlatlarını Örgüte kaptıran ana ve babaların duydukları acıları ve onların içinde bulundukları durumları da düşünmek ve onları anlamak zorundayız. Terörist kriminal suçludur Bölücü terör örgütü/terörist ile mücadeleye gelince; bu görev, güvenlik kuvvetlerine aittir. Görev, teröristlerin nerede ise aranıp, bulunup, etkisiz hale getirilmesi şeklinde ifade edilebilir. Aslında terörist, kriminal bir suçludur. Teröristlerin, yakalanarak yargı önüne çıkarılmaları istenir. Ancak, teröristlerle sağlanan temasların çoğu zaman çatışmaya dönüştüğü de unutulmamalıdır. 4970 şehit verdik Türk Silahlı Kuvvetleri bu vazife ve sorumluluğunu 1984 yılından beri, azimle, kararlılıkla ve başarı ile sürdürmektedir. Bu uğurda bugüne kadar Türk Silahlı Kuvvetlerinin vermiş olduğu şehit sayısı; 4970'tir. Kararlılıkla ve başarı ile sürdürülen bu mücadele neticesinde, Örgüt stratejik savunma aşamasında kalmış, bugüne kadar hiçbir zaman yurt içindeki bir bölgede sürekli denetimi sağlayamamış, dağ kadrosunu denge aşamasına geçirebilecek nitelik ve sayıya ulaştıramamış ve bugüne kadar da 40.000'e yakın personelini kaybetmiştir. PKK strateji değiştirdi Özellikle; 1994 yılında stratejik savunma safhasından daha ileriye geçemeyeceğini anlayan Örgüt; terör eylemlerine devam ederken, asıl mücadeleyi siyasal alanda yürütme kararını almıştır. Terör Örgütünü strateji değişikliğine zorlayan temel neden güvenlik güçlerinin amansız mücadelesi sonucunda teröristlerin azim ve iradesinin törpülenmesidir. Böylece Örgüt, başlangıçta öngördüğü üç aşamalı stratejisini terk etmek zorunda kalmıştır. Köy koruculuğu çok önemli Geçici ve Gönüllü Köy Korucuları bugüne kadar bu mücadelede 1335 şehit vermişlerdir. Geçici ve Gönüllü Köy Korucularının devlet yanında bu mücadelede yer alması, sorunun etnik bir çatışma olmadığının ve Bölücü Terör Örgütünün bölge halkının desteğini sağlayamadığının da çok önemli bir göstergesidir. Koruculuk, Irak ve Afganistan’da da hayata geçirildi Türkiye'de uzun süredir başarıyla uygulanan korucu sisteminin bir benzeri de, 2007 yılından itibaren ABD tarafından Irak'ta (Sons of Iraq) kullanılmaya başlamıştır. Bu sistemin kullanıldığı bölgelerde direniş ve askerî güçlere saldırı büyük ölçüde azalmıştır. ABD, Afganistan'da da Irak'ta uygulanan koruculuk sistemine benzer mahalli güvenlik birimi, ya da milis gücü (Afghan Public Protection Force) kurmak istemiş ve buna ilişkin pilot programa Şubat 2009'da başlamıştır. Bu milis güçleri kendi sorumluluk alanlarında, yollarda güvenliği sağlayacak, hükûmet tesislerini ve personeli koruyacak ve saldırıları engelleyecektir. Irak’ın kuzeyi emniyetli değil Irak'ın kuzeyi artık Terör Örgütü için emniyetli bir bölge olmaktan çıkmıştır. Örgüt, gerek Irak'ın kuzeyinde gerek yurt içinde büyük gruplar şeklinde hareket edememektedir. Bu ise Örgüt içinde kontrol sorunları yaşatmaktadır. Obama’nın sözleri önemli ABD Başkanı OBAMA'nın geçen hafta Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı konuşmanın başında söylediği şu sözlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum: "Bu sabah ATATÜRK'ün, sizin ülkenizin kurucusunun, anıt mezarını ziyaret ettim. Bu güzel anıttan çok etkilendim. ATATÜRK, tarihin şeklini değiştiren bir liderdir. Ama ATATÜRK'ün yaşamına ait en büyük anıt, hiçbir şekilde taştan ya da mermerden inşa edilemez. Kendisinin bıraktığı en büyük miras Türkiye'nin gücü ve laik demokrasisidir." ABD Başkanının bu sözlerini, dost bir ülke halkına sempatik görünme arzusundan ziyade, ABD'nin karşı karşıya bulunduğu sorunlara bir çözüm arayışında bulunduğunu göstermesi açısından önemsiyorum. Türkiye lider bir ülkedir Türkiye'yi bulunduğu bölgede farklı ve güçlü bir konuma getiren, laik ve demokratik bir ülke olmasıdır. Türkiye, laik yapısı ve çağdaşlaşma hedefiyle, yüzyılı aşan demokrasi kültürüyle, ekonomik gücü ve dinamizmiyle bölgesinde benzeri olmayan lider bir ülkedir. Devrimlerin en büyüğü Bu tespitler ışığında şunu ifade etmek isterim: Bundan yaklaşık bir asır önce koca imparatorluğun çöküşüne şahit olmuş kadroların, çağdaş medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmayı hedefledikleri Türkiye Cumhuriyeti'ni, demokrasi ve laiklik fikirleri üzerine kurma ufkuna bir daha saygı ve hayranlık duyuyorum ve Türkiye Cumhuriyeti'nin doğuşu ve gelişimini 20'nci yüzyılda yaşanmış devrimlerin en büyüklerinden biri olarak görüyorum. Demokrasi ve laiklik çatışmaz Demokrasi ve laiklik arasında çok sıkı bir ilişki olduğu görülebilir. Laiklik ilkesinin demokrasi ile çatıştığını iddia etmek de sağlam bir temele dayanmamaktadır. Aksine, laik düzen Türk demokrasisinin gelişmesinde ana itici gücü oluşturmuştur. Çünkü laiklik aynı zamanda demokrasinin en önemli koşullarından biridir. Etrafımızdaki bazı ülkelere bakılırsa bu gerçek görülebilir. Bu gerçek, bugün pek çok kişi tarafından açıkça görülmektedir. Dinin önemi inkâr edilemez Dinin toplumsal bir bağ oluşturma, ortak bir duyarlılık yaratma bakımından önemi inkâr edilemez. Türkiye için böyle şeyleri tartışmak dahi abestir. Yanlış olan ise - Anayasa'nın 24'üncü Maddesinde de ifade edildiği gibi - dinin toplumsal davranışı, sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesi ve kabul edilmesidir. (…) Gerçek mütedeyyin kişilerle kimsenin hiçbir sorunu olmamalıdır. Ordunun adı ‘Peygamber ocağı’ Halkımızın arasında ordunun en yaygın adlarından birinin de "Peygamber Ocağı" olduğunu bilmekteyiz. Açıkça söyleyebiliriz ki, Silahlı Kuvvetler hiçbir dönemde dine karşı olmamıştır. Bizim karşı olduğumuz husus siyasi ve kişisel amaç ve çıkarlar için; dinin ve dinî duyguların alet edilmesidir, araç olarak kullanılmasıdır. TSK’yı din karşıtı göstermek haksızlıktır Bütün bu düşüncelere rağmen, laikliğin din karşıtı olma ve dinin bireylerin hayatlarından soyutlaması anlamına geldiğinin söylenmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin din karşıtı bir kurum olarak gösterilmesi; Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'e ve O'nun ordusuna karşı yapılabilecek en büyük sorumsuzluk ve haksızlıktır. TSK, cemaatlere tepkisiz kalmayacak Bugün de bazı din eksenli cemaatler, kendilerini demokratik alanın bir oyuncusu olarak takdim etmekte ve çeşitli nedenlerle de görünürde kendilerinin güçlü bir konuma geldiğine inanmaktadırlar. Ancak bu güç imajı ve algısı yanıltıcıdır. İşte bu tip bazı cemaatler hedeflerine ulaşmada kendileri için en büyük engel olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini görmektedir. Bunun için de, her fırsattan istifade ederek, destekleyicilerinin de yardımıyla Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhine faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bu yapılanlara karşı, hukuk devleti kapsamında Türk Silahlı Kuvvetlerinin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük yanılgıdır. İslam’a karşı suç işliyorlar Toplumu inanan/inanmayan, dindar/dindar olmayan ayrımı yapanlar, diğerlerinin iman ve dinî inançlarını değerlendirmeye kalkarak aslında İslam dinine karşı büyük bir suç işlemiyorlar mı? Bu çeşit sosyal gruplaşmalar, cemaatleşmeler toplumu ciddi boyutta kutuplaşmalara ve bölünmelere götürmüyor mu? Bu bölünmeler ve kutuplaşmalar ciddi güvenlik sorunlarına ileride dönüşemez mi?