T24 - Sivil toplum gönüllüsü ENKA okulları ve Toplum Gönüllüleri Vakfı'nın kurucusu İbrahim Betil, “Başını örtsün. Başı örtülü olarak ilkokula gelsin. Mesele başı örtüp örtmemekse, ilkokulda başörtüsü serbest olsun. Yeter ki kız çocukları okusun! Hiçbir mesele kızların eğitiminden daha önemli değildir” dedi.
Betil Taraf gazetesinden Neşe Düzel'in sorularını yanıtladı. İşte o söyleşi:
Sizin 4+4+4 sistemine itirazlarınız vardı. Son değişiklikler sizi tatmin etti mi?
Son değişiklikler biraz daha makul. En azıdan, eğitimde sekiz yıl devamlılığa geri dönülmesi iyi. Çünkü ilk dört yılı bitirdikten sonra eğitime açık öğretimle devam edebilme imkânının getirilmesi kabul edilemezdi. Şimdi en azından öğrenci, ilk sekiz yılı bitirdikten sonra açık öğretime geçebilecek. Yani lise eğitimi, açık öğretimle yapılabilecek. Bu da iyi değil.
Niye iyi değil?
Çünkü açıktan öğretimle lise eğitimi olmaz. Acaba Milli Eğitim Bakanlığı çalışanları, bu 4+4+4 sisteminin ne şekilde olması gerektiğini biliyorlar mı? Yoksa bu sistem, 14 AK Parti milletvekilinin ve grup başkan yardımcılarının tepeden inme bir planı mı? Bu, içeride birkaç kişinin, bir azınlığın dayatması mı? 4+4+4 modelinin bilimsel temeli nedir, soruyorum. Araştırdım. Dünyada 4+4+4 diye bir model yok.
Türkiye kendi modelini geliştiriyor olamaz mı?
Olabilir. Ama Türkiye kendi eğitim modelini oluşturacaksa, bunu, eğitim dünyası içinde birikimi olan insanlarla birlikte yapacak. Önce sekiz yıllık kesintisiz eğitim sisteminin olumsuzlukları bilimsel olarak ortaya konsun. Bir çalıştay yapılsın ve eğitim işinin içinde olanlar toplansın, tartışsınlar. Türkiye’de eğitim reformunu, ilkokulla ortaokulu birbirinden ayırmak gibi, 4+4 gibi, çok dar bir kulvarın içine oturtup tartışamazsınız. Böyle bir süreçten reform değil, reformun R’si bile çıkmaz. Eğer eğitimde reform yapacaksak, gelin eğitimin içeriğini konuşalım!
Siz bu yasada en çok neye karşıydınız?
Çocukların dördüncü sınıftan sonra açık öğretime geçebilmelerine, yani dördüncü sınıftan sonra çocukların mesleki eğitime yönlendirilecek olmalarına şiddetle karşıydım ben. Düşünün... 11 yaşındaki çocuğu, “açıktan öğretim alacak” diye evin içine çekeceksiniz. Okul, sadece bilgi aktarımdan ibaret değildir ki! Okul, çocuğun gelişimi için ihtiyaç duyduğu sosyalleşmeyi verir ona. Okul, insanlarla iletişim kurmak, ekip çalışması yapmak, birlikte bir şeyler yaratmak için çocuğa bir ortam sağlar. Kendi yeteneklerini keşfedebilmesinin yolunu açar. Sen 10-11 yaşındaki çocuğu, uzaktan eğitim yapsın diye okuldan alıp evin içine koyduğun zaman, onu bütün bu imkânlardan yoksun kılarsın.
Bizdeki okul, çocuğun yaratıcılığını besleyebildiğini, yeteneğini geliştirebildiği, sosyalleşebildiği bir yer mi peki?
Onun için müfredatı konuşalım diyorum ya... Yalnız şu bir gerçek. Bugünkü haliyle bile okulda olmakla, uzaktan eğitim görmek arasında çok büyük bir fark var. Çünkü açık öğretimde 10-11 yaşındaki çocuğu eve hapsediyorsun. Müfredat hiç onaylamadığınız bir formatta olsa bile, “akran eğitimi” diye bilimsel bir olay vardır. On bir yaşındaki çocuk sınıftaki yaşıtlarından da bir şeyler öğreniyor. Çocuğu eve kapattığında artık o her şeyi yetişkinlerden ve devletten öğreniyor. Beyni iyice formatlamak ve torna tezgâhına sokmaktır bu!
Siz, bu eğitim yasasının göründüğünden başka amaçlar taşıdığını mı düşünüyorsunuz?
Bazı insanların böyle bir düşüncesi olabilir. Eğer mesele, inanç meselesiyse, özellikle kızların ergenlik yaşına gelirken başlarını kapatıp, onları, dinî kültürün parçası olmaları için yönlendirmekse... O zaman kız çocukları başlarını kapatsınlar ve okula öyle gelsinler.
Kız çocukları ilkokulda başlarını örtebilsinler mi?
Evet, başını örtsün. Başı örtülü olarak ilkokula gelsin. Yeter ki kız çocukları okula gelsinler, okusunlar. Eğer mesele başı örtüp örtmemekse, ilkokulda başörtüsünün serbest olmasının bence hiç bir sakıncası yok. Hiçbir mesele, kız çocuğunun eğitiminden ve öğretiminden daha önemli değildir! Meseleyi dolaylı yollara çekip de, açık öğretim veya 4+4+4 gibi hiç bilimsel olmayan modellere gitmenin anlamı yok. Dedim ya, dünyada böyle bir model yok.
Peki, bu tasarı, eski haliyle kız çocuğunu eve mi kapatırdı?
Evet kapatırdı. Biz daha üniversitede başörtüsünü halledemedik. İndir serbestliği ilköğretime kadar, bırak aileyi kızını okula göndersin, ailenin istediği iyi eğitimi çocuk okulda alabilsin. Çünkü dindar aileler de kızlarının iyi eğitim almasını istiyorlar. Dünya istatistiklerine bakın... Türkiye kız çocuklarının okullaşmasında dünyanın en geri ülkelerinin içinde yer alıyor. Dünyanın 17. büyük ekonomisi neden dünyada okullaşmada, eğitimde ve okuma-yazma oranında dünyanın 150. sırasında? Ciddi bir sosyal gerilik var bu ülkede. Eğer “sosyal sermaye” dediğimiz insan gücünü iyi geliştiremezsek...
Ne olur?
Bugünkü ekonomik performansı sürdürmek mümkün olmaz. Sosyal olarak bu kadar başarısız olup ekonomik olarak bu kadar başarılı olmak sürdürülebilir bir durum değildir. Bu başarı biter ve bu dönem, Türkiye’nin çok başarılı olduğu bir ekonomik dönem olarak anılır o kadar.
AK Parti’nin önerdiği ve Meclis alt komisyonunda görüşülen yeni eğitim modeline dönersek... Çocukların erken yaşta meslek okullarına gitmelerini sakıncalı mı buluyorsunuz?
Evet, çok sakıncalı buluyorum. Dünyada meslek eğitimine bu yaşta yönlendirme yok! Sen 10 yaşındaki çocuğu, meslek öğretimine neye göre yönlendiriyorsun? Almanya’da savaş sonrasında yapılan bir uygulamaydı bu. Almanya da, Avusturya da bunu terk ettiler. Gelişmiş dünyada, Avrupa’da bugün mesleki eğitime yönelme yaşı 15-16’dır.
Tasarıdaki son değişiklikle bizde de bu yaş 14’e yükseltildi. 14 yaş, meslek okuluna gitmek için erken mi?
14 yaş çok erken! 14 yaş doğru değil! Bir çocuğun hangi mesleğe yöneleceğine annesi babası karar vermemeli. Çocuk okulda yeteneklerini keşfettikten, kişisel gelişimini, insanlarla iletişimini, ekip çalışmasını ve sosyalleşmesini ilerlettikten sonra mesleğe yönelmeli. Yoksa sadece marangozluğu iyi bilen biri olur. Biz robot yetiştirmiyoruz! Robot yetiştireceksek, meslek okuluna 14 yaşında gitsin tabii çocuk.
Orta eğitim sizce kesintisiz mi olmalı?
Kesintisiz olmalı. Dünyada eğitim alanında önemli adımlar atmış ülkelere baktığınızda zorunlu eğitim süreleri Finlandiya ve İsveç’te dokuz, Almanya ve Avusturya’da 11-12 yıl, Çin’de dokuz yıldır. Çünkü insan beyni, gelişimini sekiz dokuz yaşına kadar tamamlıyor. Eğer biz de yaratıcı bir nesil yetiştirmek istiyorsak, çocuğa bu döneminde, kişisel özelliklerini ve yeteneklerini keşfedebileceği bir ortam sağlamak zorundayız. Ama bu getirilen 4+4’le, ilk dört yıldan sonra ikinci dörde sınavla girilmesine kapı açılırsa...
Ne yaşanır?
O zaman bu sistem çok sakıncalı hale gelir. Çünkü bu durumda, dershanecilik ilkokul ikinci sınıfa kadar iner ve çocuklar geçmişte olduğu gibi gene ikinci sınıftan itibaren dershanelere, test ve ezbercilik sistemine yönlendirilirler.
İmam-hatiplerin orta kısımlarının açılmasına karşı mısınız?
10-11 yaşında bir çocuğun imam-hatipe yönlendirilmesine karşıyım. Çocuk imam-hatip dâhil meslek okulu seçimini 15-16 yaşında yapmalı. Çocuklara o özgürlük verilmeli. Çocuk açısından imam-hatiplerin orta kısımlarının açılmasına bu manada karşıyım. Din eğitimi için camilerde kurslar açılsın ve isteyen aileler din eğitimi için çocuklarını okuldan sonra bu kurslara göndersin. Askerlik dersini okulun içine sokmak ne kadar gereksizse, zorunlu din eğitimini de okulun içine sokmak o kadar gereksiz. Okulda ancak din bilgisi verilebilir. Din nedir, hangi inanç sistemleri var gibi... İbadet eğitimi okulda olmaz. Okul ibadet yeri değildir. Çocuğuna bu anlamda bir din eğitimi vermek isteyen aile bunu okulun dışında versin.
Sizce bir çocuğun nasıl eğitim görmesi gerektiğine ailesi mi yoksa devlet mi karar vermeli?
Ne Aile ne de devlet karar vermeli. Aile de, devlet de çocuğun sahibi değildir. Çocuğu anne babanın mülkü olarak görmek, eğitime çok ideolojik, çok formalist bir bakış açısını getirir. “Ben çocuğumu kendi doğrularıma ve ideolojime göre yetiştiririm” anlayışını, 21. yüzyılda herkes sorgulamalıdır. Aynı şekilde devlet de çocuğun sahibi olamaz. Devlet, çocuğa ve vatandaşına hizmet etmekle yükümlüdür. Ve tabii bu devlet ideolojisiz olmalıdır. Türkiye’de ise eğitim sistemi ideolojiktir. Eğer eğitimde reformu konuşacaksak, bu ideolojik eğitimden nasıl kurtulacağız onu konuşmalıyız. Biz, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, sadece devletin doğrularını öğreten, sorgulamayan, ezberci bir eğitim sistemiyle çocukların beyinlerini formatlıyoruz. Oysa eğitim, çocukların beynini ailenin ya da devletin doğrularına göre formatlamak değildir.
Okul nedir?
Çocuğa beyninin yaratıcı gücünü harekete geçirebilecek olanakları ve ortamları sağlamaktır. Bu yüzden okulun ve eğitimin içeriği laboratuarlarla, kütüphanelerle, müzik, tiyatro, spor salonlarıyla zenginleştirilmelidir. Bugün pek çok okulda laboratuar yok, sadece fizik, kimya, biyoloji dersleri var. Mesela çocuklara tablet dağıtılıyor.
Yanlış bir şey mi bu?
Değil tabii ki. Ama o tablet bilgisayarların içinde ne var? Hiçbir şey yok. 4+4+4 yerine, bizim o tabletlerin içine yerleştirilen derslerin muhteviyatını konuşmamız lazım. On yıl önce biz Eğitim Gönüllüleri Vakfı olarak okullarda okutulan kitapların içeriğini geliştirmek üzere bilim adamlarından oluşan bir grup kurduk. Bilim adamları bir yıldan fazla çalıştılar ve bir sürü değişiklik yaparak tarih, coğrafya gibi ders kitapları geliştirdiler. Bunları Milli Eğitim Bakanlığı’na götürdük. Dört beş ay ses çıkmadı. Müsteşar yardımcısını aradım. “Biz kitaplarınıza baktık, kabul etmedik. Fotoğrafta direğe çekilen Türk bayrağının ipi standartlardan iki milim daha kısa olmuş” dedi.
Şaka yapmış olmalı!
Hayır. Şaka gibi geliyor ama Türkiye, eğitimin ve ders kitaplarının içeriğiyle değil, işte bunlarla uğraşıyor. Ancak uzun uğraştan sonra ek ders kitabı olarak kabul ettirebildik biz kitaplarımızı. Eğer biz eğitimin içeriğini konuşmazsak, çocukların beyinlerini özgür bırakacak, onların yaratıcılıklarını geliştirecek bir sistem uygulamazsak, çocuklarımız gelişmiş dünyanın çocuklarıyla nasıl rekabet edecekler? Bugünkü ekonomik başarıda rekabet edebiliyorlar gibi geliyor bize ama edemeyecekler. Bu eğitim sistemiyle bu ekonomik başarı sürdürülebilir bir başarı değil. Eğitim sistemi sadece siyasi tercihle oluşturulamaz. Bu son yapılan tercihin de bu yüzden 28 Şubat kararlarından hiçbir farkı yok. Nasıl o zaman tercihi bir dikta yaptıysa, şimdi de tercihi, hiç tartışmadan bir grup yapıyor.
Peki, ne yapılmalı?
Eğer çocuğun özgürlüğünü, sorgulamayı, meraklanmayı, araştırmayı ön planda tutuyorsak, ders kitaplarını ve eğitim sistemini ona göre yenilemeliyiz. Herkes açıkça düşüncesini söylesin. Anayasa hazırlar gibi konuşarak, tartışarak bir eğitim sistemi hazırlayalım. Kurduğum okullardan edindiğim kişisel deneyimlerime, velilerle yaptığım bire bir görüşmelere göre, aileler, çocuklarının 21. yüzyılın taleplerine uygun bireyler olabilmesi için bazı yetenekler kazanmalarını istiyorlar. Ama bizde devlet, meslek okulları konusunda son derece başarısız oldu. Millet bu yüzden üniversite kapılarında yığılıyor. Meslek okullarının tercih edilmemesinin, sekiz yıllık kesintisiz eğitimle hiç alakası yok.
Meslek liseleri neden tercih edilmiyor?
Kimse aptal değil. Çocuk, bugünkü motor meslek lisesine gitse, orada kendisine 20 yıl öncesinin motorlarının, teknolojisinin öğretileceğini çok iyi biliyor. Marangoz atölyelerinde de, inşaat meslek liselerinde durum hep aynı. Aileler ve çocuklar, okullardaki teknolojinin çok eskimiş olduğunu ve okulların bir işe yaramadığını biliyorlar. Oysa devlet, meslek liselerine yatırım yapacağına, fabrikalara teşvik verseydi, fabrika kendi içinde okul kursaydı, o fabrikanın mühendisi ve ustası milli eğitimin denetiminde çocuklara ders verseydi, sonuç çok farklı olurdu. Devlet bina yapıp meslek lisesi açacağına, içeriği gözden geçirsin.
Peki, çok tartışılan internet, eğitim hayatında nasıl kullanılmalı?
İnternet, bilgi toplama, bilgiyi zenginleştirme açısından faydalı olabilir ama özellikle küçük yaş grubunda internetin hiçbir yararı yok. Çünkü küçük yaş grubundaki çocuklar, sosyalleşme ve katılım ortamında çok daha fazla öğreniyorlar. Çocukların kişisel gelişimleri ve eğitimleri, internetten bilgi alarak, vererek olmaz. Çocuk okula gidecek, orada kavga etmemeyi öğrenecek, iletişim becerilerini geliştirecek, pek çok deney kazanacak, akranlarından pek çok şey öğrenecek. Gayrı resmî yoldan öğrenilecek öyle çok şey var ki! Bu yüzden, evden eğitim ya da açık öğretim gibi yaklaşımlar, bilgi aktarma temelli yaklaşımlardır. Oysa öğrenmek, bilgi yüklenmek değildir. “Ne lüzum var? Teknoloji çağı bu. Çocuklar evlerinde iPad’lerden öğrenirler” diyerek okul ortamından vazgeçmek çok yanlıştır. Tekrar ediyorum. Okul da sadece bilgi aktarma yeri değildir. Okul bir sosyalleşme yeridir.
Okul kavramının değişmesi gerektiğini düşünmüyor musunuz?
Bizde yıllardır uygulanan okul kavramı kesinlikle değişmeli. Özellikle devlet okullarında baskı, devlet tarafından tayin edilen bir müdürün egemenliğinde başlıyor ve o baskı sınıflarda öğretmenlerin egemenliğinde devam ediyor. Çocuklara, “sus, benim söylediğimi ezberle, ne sorarsam ona cevap ver” yaklaşımı devam edemez. Böyle hiyerarşik ve baskıcı bir okul anlayışı olamaz. Çocukların ve öğretmenlerin okul yönetiminde söz sahibi olabileceği, biraz daha toplumun meselelerine açık bir okul anlayışına yönelmeli. Bilginin nasıl işleneceği ve öğretileceği önemlidir. Biz, çocukların yaratıcı olmasını istiyor muyuz? Yoksa biz dogmaya, bir formata hizmet edecek nesiller mi yetiştirmek istiyoruz? Önce bu sorunun cevabını vermeliyiz. Mesela Arapça seçmeli ders olarak konuldu okullara. Neden konuldu?
Neden konuldu?
Türkiye’de Arapça konuşan insan sayısı Kürtçe konuşanlardan daha mı fazla? Hayır. Ama devlet böyle bir tercih yapıyor. Okulda Kürtçe konuşan çocuk ise okuldan atılıyor! Okullarda Kürtçe konuşulması ve öğretilmesi yasak! Sen Kürtçeyi okula ders olarak koymazsan, Türkiye’nin Kürt yurttaşı da senin okuluna saygı duymaz, çocuğunu okula göndermek is-te-mez! Dolayısıyla eğitimde, yerel ihtiyaçlara ve yerel kültüre saygı göstererek tasarlanacak bir içerik anlayışı çok önemli. Oysa bugün 5 mart pazartesi. Bu hafta Kars’ta Arpaçay’da ilköğretim okulunda dördüncü sınıflara hangi dersler işlenecekse, Edirne’deki okulda da aynı dersler aynı formatta işlenecek. Eğitim böyle olmamalı işte! Eğitim yerel, kültürel ihtiyaçlara saygı göstermeli.
Öğretmenlerimizin kalitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Son sekiz yıldır, özellikle Hüseyin Çelik döneminde çok iyi adımlar atıldı ama, biz hâlâ öğretmenlere yeteri kadar imkân tanımıyoruz. Onları iyi yetiştirmiyoruz. Oysa öğretmenler kendilerini geliştirmeye çok istekliler. Biz, Öğretmen Akademisi Vakfı olarak Türkiye genelinde hizmet içi eğitim yapıyoruz. Bizim öğretmenlerimiz üç yıldır köylere, ilçelere gidip, başvuran öğretmenlere eğitim veriyorlar. Orada öğretmenlerin kendilerini geliştirme konusunda ne kadar istekli olduklarını görüyorum.
Türkiye’de eğitimin aileler tarafından en önemi sınıf atlama aracı olarak görüldüğü iddiasına katılmıyor musunuz peki?
Katılıyorum. Genelde bir eğitim talebi var ama bu talep daha çok erkekler için. Ama devlet bu talebi yeterince karşılamıyor. Çünkü devletin de başka korkuları var. Devlet, çok iyi eğitimli bir nesil yetişmesini istemiyor. Bilgili insanı yönetmekle bilgisiz insanı yönetmek arasında bir fark vardır. Bilgili insana istediği ideolojiyi veremez ve hâkimiyeti kaybeder. Onun için, Türkiye’de eğitim sistemine bu kadar düşük yatırım yapılması bir ihmal değildir. Bu, bilinçli, stratejik bir tercihtir. Ankara’dakiler kendi çocuklarının yurtiçinde veya yurtdışında eğitimine her türlü kaynağı ayırıyor ama devlet yönetimine geçip milli eğitimde söz sahibi olduklarında eski eğitim düzenini sürdürüyorlar. Başa kim gelirse gelsin, devletin stratejisi sonuçta bu oluyor. Türkiye, çocuklarını gelişmiş ülkelerdeki çocuklar düzeyinde eğitmiyor.
Neden bizde eğitim tartışmaları hep küçük kızların eğitimi konusuna takılı kalıyor?
Çünkü Türkiye’de kızların okullaşması çok düşük. Okullaşma oranı yüzde 98’e ulaştı deniyor ama öyle değil. Okula kayıt başka, okula devam başka. Kızların okula devam ettiğini kanıtlasınlar! Gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim. Ailelerin kafalarının arkasında şöyle bir şey var. Kız çocuk 11-12 yaşında ergenliğe geldiğinde okula giderse, yanlış bir şeyler mi olur diye düşünüyorlar ve daha muhafazakâr bir ortamda okusun istiyorlar. Bu yüzden devlet kız çocukların başlarını örterek okumalarına izin vermeli.
28 Şubat’tan önce kız ortaokulları ve liseleri vardı. Bunların açılması bir çözüm olamaz mı?
Böyle bir kız-erkek ayırımı, yaşamın gerçekleriyle örtüşmüyor ama bu da tercihe bırakılabilir. Yeter ki kızlar okula gitsin! Bütün bunlar araştırılsın! Kızını ortaokula, liseye göndermeyen aile, onun başını örtemediği için mi yoksa okul kız-erkek karışık olduğu için mi okula göndermiyor, araştırılsın. Tepede dört kişi, elinde hiç bir bilimsel veri olmadan karar vermesin buna. Neden korkuyoruz ki? Bu araştırmayı yapalım. Böyle bir araştırma hiç yapılmadı. Devletin, eğitimle ilgili yaptığı bir araştırma yok! Kızların niçin okullaşmadığı konusunda bir araştırma yok!
Türkiye’de muhafazakâr ailelerin kızlarını okutmak istemediğini düşünüyor musunuz?
Kişisel gözlemlerime göre, kendi muhafazakâr kültürleri içinde okutmak istiyorlar. Bakın.. bir toplumda kızların okuması, erkeklerin okumasından çok daha önemlidir. Dünyada yapılan araştırmalar şunu gösteriyor. Kızların okuma oranı arttıkça hem çocuk ölümleri azalıyor, hem de sonraki kuşakların eğitimi yükseliyor. Daha da önemlisi, kadın üretime katılıyor ve yoksulluk azalıyor. Bunlar bilimsel araştırmalar. O zaman çıksın bu 4+4+4 taslağını hazırlayanlar, önümüze eğitimle ilgili bir araştırma koysunlar. Bireysel tercihlerimizi, ideolojilerimizi toplumun geleceğine dayatmayalım. Eğitimde ideoloji dayatmanın hasarı çok büyüktür. Gelecek kuşaklara gider bu hasar.
NEDEN İBRAHİM BETİL
Zorunlu eğitim sistemini değiştiren tasarı, neredeyse Milli Eğitim Bakanı’ndan bile kaçırılırcasına bir grup AK Partili tarafından Meclis’e getirildi. Şimdi tasarı gene aynı hızla alt komisyonda konuşuldu. Çocukların geleceği, toplumla hiç konuşulmadan Meclis’in bir odasında planlandı. Bu hız, bu acele, bu dayatma niye, bunun cevabı yok. Milli Eğitim Bakanı, AK Partili grubun önerdiği taslaktaki bazı maddeleri Başbakan’ı ikna edip değiştirtmese, 28 Şubat’ın eğitimde yaptığını, adeta bugün iktidar partisindeki bir avuç insan yapıyordu. 28 Şubat’ın dayattığı sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin yerine 4+4+4 kesintili eğitim modelini önerenler, acaba eğitimde neyi değiştirmek istiyorlar? Çağın gerisinde kalan eğitimin içeriğini, öğretmenlerin kalitesini, okul ortamını, ders kitaplarını da düşünüyorlar mı? Peki, yeni modele itiraz edenler en çok neye karşı çıkıyorlar? Bu eğitim yasasının göründüğünden başka amaçlar taşıdığını mı düşünüyorlar İmam-hatiplerin orta kısımlarının açılmasına karşılar mı? Küçük çocukların din eğitimi görmesi eğitim açısından sakıncalı mı? Neden bizde eğitim tartışmaları hep küçük kızların eğitimi konusuna takılı kalıyor? Türkiye, çocuklarını yeni çağa uygun yetiştiremezse bunun sonuçları ne olur? Bu konuyu, ilkokuldan üniversiteye, zorunlu eğitimden gönüllü eğitime, on yedi yıldır eğitimin her dalında çalışan ve hep ilkleri gerçekleştiren İbrahim Betil’le konuştuk. ENKA okulları, İstanbul Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Öğretmen Akademisi Vakfı, İbrahim Betil’in kurucusu olarak yer aldığı girişimlerden bazıları.