Diyarbakırlı ve Muğlalı gençler anlattı: 'İlkokulda Türklere eziyet ediyorduk', 'Kürtleri sevmiyorum, yolda geçse laf atarım'

Diyarbakırlı ve Muğlalı gençler anlattı: 'İlkokulda Türklere eziyet ediyorduk', 'Kürtleri sevmiyorum, yolda geçse laf atarım'

Hazal Özvarış 

Sabancı Üniversitesi Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi Kültürel Çalışmalar Programı'nda öğretim üyesi olan Prof. Leyla Neyzi ve aynı bölümde Kürt gençleri ve çocuklarının siyaseti üzerine yüksek lisans tezi yazan Haydar Darıcı, Diyarbakırlı ve Muğlalı gençlerle derinlemesine söyleşiler yaptı. Neyzi ve Darıcı'nın söyleşileri derlediği "Özgürüm Ama Mecburiyet Var: Diyarbakırlı ve Muğlalı Gençler Anlatıyor" adlı kitapta Kürt gençlerin "Birkaç tane Türk çocuğu vardı biz her gün dövüyorduk, dayak atmadan eve göndermiyorduk" ifadeleri yer alırken, Türk gençlerin de "Yanlış anlaşılmasın da ben Kürtleri sevmiyorum. Ülkemizde ‘şehit’ dediğimiz bir olay var. Onları ayırdığımdan değil, sevmiyorum sadece" görüşlerine yer verildi. 

İletişim Yayınevi'nden çıkan kitabın tanıtımında kullanılan bazı alıntılar şöyle:

“Mahalledeki Türk çocukları bizim Türkçemizle dalga geçerlerdi. İşte kıro, şu, bu. Bir gün o kadar sinirlenmiştim, Nuri diye bir çocuk vardı, onu dövdüm. Sonra öbür çocuklar bana saldırdılar. Burcu adında bir kız vardı. Bilmiyom artık üzüldü mü ne, geldi yanıma. Pastaneye gittik, muzlu, tek kişilik pastalar oluyor. Ondan ikram etmişti. Tadı çok güzeldi yani, köyde bu tür şeylerin olmayınca.”

“İlkokulda çoğunlukta bizdik. Fakat orada da biz Türklere eziyet ediyorduk ya. Birkaç tane Türk çocuğu vardı biz her gün dövüyorduk, dayak atmadan eve göndermiyorduk. Ben onu anlamıyorum. Yani niye öyle bir şeyler yapmışız? Fırsat gelince demek biz eziyoruz. Yani neydi, psikolojik bir şey miydi? O zaman kafamıza öyle bir şey mi yerleşmişti?”

“Ya yanlış anlaşılmasın da ben Kürtleri sevmiyorum. Marmaris’te her adım attığımda önümden mutlaka üç tane Kürt geçiyor. Neden sevmiyorum? Ülkemizde ‘şehit’ dediğimiz bir olay var. Sevmiyorum. Yolda şuradan geçse laf atarım. O dereceyim. Ama hani yanlış anlaşılmasın. Onları ayırdığımdan değil, sevmiyorum sadece. “

“Kürtlere karşı bir ön yargım vardı. Ya bunların hepsi Türkiye’yi sevmiyor zaten, biz bunları niye sevelim falan gibi bir şeyim vardı. İçten içe geçiriyordum. O da çok değişti. Hani artık herkesle konuşabilirim; nasıl diyeyim, bir şeyler paylaşabilirim. Herkes benim arkadaşım olabilir. Önceden… bunun şivesi de farklı diyordum. Konuşurken böyle bir canım sıkılıyordu falan. Artık hani çok dar baktığımı anladım. Artık hiç öyle bir şeyim yok hani; her kültürden, her şeyden insanlarla konuşabilirim.”
Prof. Leyla Nezi'nin yöneticiliğini yaptığı Türkiye gençlerinin anlatımlarını yansıtan "Tahayyül ve Karşılaşmalar Arasında" projesinin detayları www. gencleranlatıyor.org sitesinde mevcut. Sitede yer alan Diyarbakırlı ve Muğlalı gençlerin videolu söyleşilerinden birkaçı şöyle:  
 

'Deniz olmasını çok istiyorum Diyarbakır’da...' 

 
23 yaşındaki Hüseyin anlatıyor: 
Burada Kürt öğrenciler, -ben başta çok eleştiriyodum- geldim burada baktım, bir kafeye oturuyolar, gittikleri tek yer orası ve çıkmıyolar yani. Herkes de biliyor ki o Kürt öğrencilerin yeri orası. Kırmızı kafe. Herkes de biliyor ki Kürtler orda oturur, başka da bir yere gitmezler. ‘Niye böyle?’ diyordum ‘niye farklı yerlere gitmeyesiniz ki yani, niye belli bir yerde oturup şey yapıyosunuz?’ muhabet etmek isterseniz evler vardır yani. Dışarıya açılmıyorlar; kendi içlerine kapanmışlardı sürekli. O yüzden gitmiyodum ben pek o kafeye falan. 
(...) 
Biz de hani bir yerde Türkler’e çok önyargıyla bakıyoduk. Yani ben, kendi şahsım adına bakıyordum Türkler’e. Çünkü biz o kadar çok şey yaşadık, o kadar şey yaşadık, o kadar ezildik, o kadar zorluklar, ben o kadar şey gördüm, o psikolojiyle büyüdüm. Ama buradaki insan kendi sıcak yatağında, el bebek gül bebek büyüdü. Ve bu haksızlıktı yani. Ve buradaki insanlar ses çıkarmadı o yaşananlara. Ben niye onlara karşı bir şey yapayım ki yani. Hatta bir yerde diyordum, ‘Niye eşit olalım ki biz yani? Ben ezildim yani. Ben çektim. O çektiklerimin hesabını kim verecek? Sonuçta onun hesabı verilmedikten sonra...’ Bir aralar öyle düşünüyodum ama tabii saçma. Ona rağmen hakikaten eşitlik istemem bence büyük bir erdemdi benim için. O yüzden öyle devam ettim. ‘Ben üstün olayım. O üstün olsun. Ben ezildim, onun hakkını alacağım’ falan. Ama insan bir yerde öyle düşünüyor yani, ‘Benim o kadar yaşadığımın hesabını kim verecek şimdi?’ Sonuçta öyle kalacak o orada. Ama elbette barış gelecek ya. Eninde sonunda olacağı bu. 
Yani deniz olmasını çok istiyorum. Diyarbakır’da... Diyarbakır benim için bir imgedir, hani vazgeçemeyeceğim bir yerdir Ama orda değil de, hakikaten buralarda bir yerde böyle, deniz olsun ve sakin olsun. Öyle. Büyük şehir de olabilir, gerçi şey yapmaz ama, deniz olsun istiyorum yaşadığım yerde. Yok ama tabii Diyarbakır’ın yeri apayrıdır benim için. Hiçbir yere değişmem. Öyle işte.