İstanbul Boğazı ve hazine arazilerini de kapsayan kaçak ya da imar sorunlu 13 milyon yapıya getirilen “imar barışı”nda depreme dayanıklı olmadığı için derhal yıkılması gereken binaların maliklerince yeniden yapılıncaya kadar veya yıkılıncaya kadar kullanılabileceği öne sürüldü.
Cumhuriyet'ten Şehriban Kıraç'ın haberinde, avukat Hasan Çağlayan’a göre, her ne kadar kanunun afet risklerine hazırlık kapsamında çıkarıldığı belirtilmişse de, yapı kayıt belgesi verilerek kayıt altına alınan ve kullanılmasına izin verilen binaların statik hesaplara/ deprem yönetmeliklerine uygun yapılıp yapılmadığı, can ve mal güvenliği açısından risk teşkil edip etmediği denetlenmemekte. Bu hususlara ilişkin sorumluluk, tamamen maliklerin üzerinde bırakılıyor.
Çağlayan’a göre, depreme dayanıklı olmadığı için derhal yıkılması gereken binalar dahi maliklerince yeniden yapılıncaya kadar veya yıkılıncaya kadar kullanılabilecek, bu da her an olması beklenen İstanbul depremi için büyük risk taşıyor.
Bu düzenlemenin, Anayasa’nın, ‘Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir’ hükmünü içeren 56. Maddesi ile ‘Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir’ hükmünü içeren İmar Kanunu’nun 1. maddesine açıkça aykırı olduğuna dikkat çeken Av. Çağlayan, “Sosyal bir hukuk devleti olan ülkemizde yapıların depreme dayanaklılığı hususu kişilerin takdirine/keyfine bırakılamaz. Binaların depreme karşı dayanıklı şekilde inşa edilmesi, devletin temel görevidir. Devlet, bu sorumluluğu bireylerin üstünde bırakarak denetleme sorumluluğundan kurtulamaz” dedi.
Hazine’nin özel mülkiyetinde bulunmayan, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlarla belediyelerin özel mülkiyetinde bulunmayan ve imar planlarında park, yol, yeşil alan, kıyı alanları olarak ayrılarak tescil dışı bırakılan taşınmazlar üzerinde inşa edilen yapıların imar barışından yararlanamayacağına ilişkin bir sınırlama bulunmadığına dikkat çeken Çağlayan, “Bu ciddi sorunlara yol açacak. Bu alanlar tüm vatandaşların ortak kullanımında. Örneğin, kıyı alanında imar düzenlemelerine aykırı yapılmış bir yapının, bu düzenlemelerden faydalanması halinde, diğer vatandaşların aslında ortak kullanımda olan bu alanlardan faydalanabilme imkânları kısıtlanacak veya ortadan kalkacak” dedi.
Hasan Çağlayan, Kanunun yalnızca Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi, İstanbul tarihi yarımada, Gelibolu yarımadasına ilişkin sınırlandırmalar getirdiğini anlattı. Av. Çağlayan, “Maalesef doğal sit, arkeolojik sit, kentsel sit alanlarında bulunan taşınmazlar, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve halkın kullanımına açık kıyılardaki yapılar ile koruma kurullarınca tarihi veya sivil mimarlık örneği olarak tescillenen binalar, bu kanundan yararlanabilecek. Buna göre, geçmiş kuşaklardan bizlere miras kalan tarihi ve sicil mimarlık örneği binalara yapılan hukuka aykırı müdahaleler meşrulaştırılacak. Bu binalara yapılan eklemelere ilişkin yıkım kararları uygulanmayacak. Yapı yasağı getirilen doğal sit alanlarındaki yapılaşmalar, ödüllendirilmiş olacak” diye konuştu. Çağlayan, tamamen imara aykırı yapılar, kısmen imara aykırı yapılan kat mülkiyetine tabi olan bağımsız bölümler ile bağımsız bölümlerden oluşacak şekilde inşa edilmesine rağmen kat mülkiyeti tesis edilmemiş (halen arsa tapusu bulunan) bulunan yapıların tamamının, imar barışı kapsamında yer alacağını ifade etti.
Kat mülkiyetine tabi olarak bağımsız bölümlerden oluşan binalarda, bağımsız bölüm ile irtibatlandırılan imara aykırı alanlar (Örneğin, bağımsız bölümlere ilave edilen açık ve kapalı çıkmalar) için bağımsız bölümün tamamı üzerinden bedel hesaplaması yapılacağını kaydeden Çağlayan, “Kat mülkiyetine tabi olup, bağımsız bölümler ile irtibatlandırılamayan imara aykırı alanlar (Örneğin, otoparklarda yapılan imara aykırı yapılar) için binanın tamamı üzerinden bedel hesaplaması yapılacak. Aynı şekilde, yapı kullanma izin belgesi (İskan Ruhsatı) olup da, kat mülkiyetine geçilmemiş ve halen bağımsız bölüm tapusu bulunmayan yapılarda, binanın tamamı üzerinden bedel hesaplaması yapılacak.
Böyle bir düzenlemeye ihtiyaç var mı? sorusuna ise Av. Hasan Çağlayan şu cevabı verdi: Halkımızın büyük çoğunluğu kısmen de olsa olsa imar düzenlemelerine aykırı binalarda oturmakta. İmar affı veya imar barışı getiren bir düzenlemeye ihtiyaç bulunduğu tartışmasız bir olgudur. Ancak, bu düzenlemenin kıyılardaki, sit alanındaki, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, imar planlarında teknik ve sosyal alt yapı alanlarında kalan taşınmazları kapsam dışında bırakması gerekiyor. Kanundan yararlanacak taşınmazlar için statik/depreme dayanaklılık raporu alınması; ayrıca, yapı kayıt belgesi müracaatlarının Bakanlık tarafından belirlenen uzman kuruluşlar eliyle yapılması yerinde olacak. Tamamen imara aykırı yapılarla kısmen imara aykırı yapılar için ödenecek bedellerin hak ve nesafete uygun tespit edilmesi adil olur. İmar başvurusu yapılan yapıların mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu, imara aykırı bulunan bölümün toplam alanı ve benzeri hususlar tamamen yapı malikinin beyanına tabi tutulmuştur. Kanunun en önemli eksikliği ve ileride içinden çıkılamaz sorunlara yol açabilecek husus budur. Çünkü imara aykırı alanların hesabını malikin beyanına tabi tutmak ve yanlış beyan halinde malikin Türk Ceza Kanunu’nun 206. maddesi’ne göre cezalandırılması kaygı verici.