Karadeniz ’de 8 ilin yaylalarını birbirine bağlayacak tartışmalı Yeşil Yol Projesi’nin Çamlıhemşin güzergâhında çalışmalar hızla sürüyor. Yaylalara patikalardan çıktıklarını söyleyen yöre halkı, "Demek ki Yeşil Yol arabalara ve minibüslere yapılıyor" diyerek projeye tepki gösteriyor. Cumhuriyet'te yer alan haberde konuya ilişkin olarak, "İmar barışı’nı fırsata çevirmek isteyenler ‘Yeşil Yol’un komşusu olmak için harıl harıl çalışıyor" değerlendirmesinde bulunuyor.
Cumhuriyet'ten Hazal Ocak'ın izlenim haberi aynen şöyle:
Yeşil Yol tahribatı yol boyu karşımıza çıkıyor. Son yıllarda turizm patlaması yaşayan Pokut Yaylası’nda ise bölge sakinleri bu yaz trafikten yukarı çıkamadıklarını, bu yaylaların bu kadar insanı kaldıramadığını belirterek yaylalarını korumak için çözüm arıyor. Pokut Yaylası’nda evi olan bir bölge sakini, bu yaz otlayan hayvanların bırakılan çöpleri yediğini, midesinden poşet ve cam kırıkları çıktığını anlatıyor ve ekliyor:
“Ayder’den ders aldık. Diğer yaylalar Ayder gibi olmasın."
Yaylalarda hayvancılık çok önemli. Geçimini hayvancılıktan sağlayan çok aile var. Yolculuğumuzda 2. güne Samistal Yaylası’nda uyanıyoruz. Süreyya Abla, bostanından topladığı marulları yıkıyor. Bizi yayla evinde misafir eden Memiş Akay ise dağlardan gelen kaynak suyun yolunu açıyor, Fatih Tarakçı odun kırıyor ve tepeye varan bulutları gösterip “Onlar bizim denizimiz” diyor.
Süreyya Abla, marulları yıkarken bir yandan anlatıyor:
“Burada yaylacılık bir kültür. Mayısta yaylalara çıkmaya başlarız. Haziranın yarısına kadar alt yaylalarda kalınır. Hayvanlar orada otları yer. Havalar ısındıkça bir üst yaylaya çıkılır. Alt yaylada ot da kalmaz. Her aileden bir kadın yaylacı olur. Eğer yaşlıysa yanına bir de genç bir kadın verilir. Yaylaları kadınlar yönetir. Aslında asıl amaç hayvancılık. Hayvanlar yaylalarda rahat ediyor. Hayvancılık yapan ve geçimini hayvancılıktan kazanan hâlâ çok aile var. Burada hayvancılık çok önemli, bütün hizmet onlara.”
Sabahın erken saatlerinde Samistal Yaylası’nda inekler otluyor, yaylacılar peynir ve tereyağ yapıyor. Yaylada vanak dedikleri evlerin olduğu alanın dışında, yolun geçtiği bölgede yapılan yeni evler de göze çarpıyor. Üstelik bu evler yaylanın özgün tek katlı taş evlerinin aksine ahşap ve daha yüksek katlı. Bazıları ise Yeşil Yol çalışmasının yanındaki alanları taşla çevirmiş. Güzel bir köy kahvaltısının ardından yüzyıllık patika yollardan Hazindağ’a doğru yola çıkıyoruz. Süreyya Abla bize beyaz bir çiçek göstererek, “Bak bunun adı vargit çiçeği. Bu çiçekler çıkmaya başladı mı anlarız ki yayladan dönme zamanı gelmiş” diyor.
İbrahim Demirci de tekrar karşımıza çıkan Yeşil Yol çalışmalarını gösterip “Bu yol çalışmasından çıkanlar nehirlere iniyor, sularımızı kapatıyor” diye anlatıyor.
Dere tepe düz gidiyoruz. Karşımızda uçsuz bucaksız dağlar yanınızda vargit çiçekleri ve yaban mersini... Buralarda yabani hayat da varmış. Yaylacılar bu dağlarda yaban keçisi, yaban tavuğu, çakal ve ayıların da yaşadığını söylüyor. Patika yollardan geçiyoruz. Süreyya Abla bize “İşte bu bizim yayla yolumuz” diyor. Kocaman iki kayanın arasına vardığımızda İbrahim Demirci “İşte burası Demirkapı” ifadelerini kullanıyor ve Hazindağ Yaylası görünüyor. Süreyya Abla, bu yaylanın eskiden çok güzel olduğunu, şimdi birçok evin yapıldığını anlatıyor. Gerçekten de yoğun bir yapılaşma söz konusu. Hatta yeni inşaatlar da başlamış. Yeşil Yol çalışması burada da sürüyor. Bölge sakinleri çalışmaların bazen gece gündüz sürdüğünü belirterek tepki gösteriyor. Üstelik buranın yakınına yapılması planlanan kayak merkezine de tepkililer.
Sisin arasında uzun bir yolculuğun ardından Pokut Yaylası’na varıyoruz. 2 günlük yolculuğumuzda belki de en güzeli burası. Bir yanda inekler otluyor, bir yanda da bulutlar yükseliyor. Manzara görülmeye değer. Ancak bu yayla da yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya. Yaylanın üst tarafına baktığımızda çok katlı oteller görüyoruz. Alt tarafında ise yayla evleri çoğunlukta. Bölge sakinleri ise dertli. Bu yıl Pokut Yaylası’na çıkarken yoğun trafik oluşmuş. Sadece trafik değil dertleri. Burada evi olan bir bölge sakini şöyle anlatıyor dertlerini: “Turistler geliyor. Çöplerini bırakıyor. Otları eziyor. Fotoğraf çekiyor. Hayvanlar ürküyor. Yaylalarda hayvanlar serbest gezer, sonra evinin yolunu bulur. Hayvanlar ayrıca turistlerin bıraktığı çöpleri yiyor. Bu yaz bir hayvanın midesinden poşet ve cam kırıkları çıktı. Pokut bu kadar trafiği de turisti de kaldırmaz. Pokut Ayder gibi olmasın.”
Pokut’tan Fırtına Vadisi’ne taksiyle iniyoruz. Yol yemyeşil ağaçlarla ve sisle kaplı. Bu kez taksici anlatıyor:
“Yazın buraya günde 100 araç çıkıyor. Bu yıl ilk kez trafikten yukarı çıkamadım ve yolcularla geri döndüm.”
Pokut’tan İstanbul’a dönüş yoluna geçerken son kez İbrahim Demirci’yi dinliyoruz:
“İnsanlar zaten yaylalara patikalardan çıkıyor. Demek ki bu yol arabalara ve minibüslere yapılıyor. Bu kadar yol yapıp insanları buraya getirdiğinizde bir şekilde besleyip barındırmak için tesisler kuracaksın. Burası bu yükü kaldırmaz. İnsanların talepleri karşılanınca buranın Kadıköy’den farkı kalmaz. Böyle giderse burada yöre insanı da kalamayacak.”