"Korona Günlerinde de Kadınlar Birlikte Güçlü!" sloganıyla imza kampanyası başlatan kadınlar, Türkiye'de salgının etkisini gösterdiği mart ayında geçen yıl 1804 aile içi şiddet olayının yaşandığını, bu yıl ayda ise sadece ihbarda bulunulan vaka sayısının 2 bin 493'e yükselerek geçen yıla göre yüzde 38.2 artış gösterdiğini açıkladı.
Zorunlu olmayan sektörlerde üretimin durdurulmasını ve çalışanlara ücretsiz izin verilmesi talep edilen kampanyada ev işlerinin sadece kadınların işi olmadığı vurgulanarak, "O evlerde sadece biz yaşamıyoruz. Ancak korona günlerinde evin temizliğinden, yemeğe, okula gitmeyen çocuklarla ilgilenmekten yaşlıların bakımına tüm işler bizim omuzlarımızda" dendi.
Sadece İzmir'de 11 sağlık çalışanının testinin pozitif çıktığı ve bir hekimin öldüğünün hatırlatıldığı kampanyada, "Sağlık çalışanlarının koruyucu ekipmanları sağlansın, yaygın test uygulansın, sağlık çalışanlarının çocuklarının bakımı için devlet sorumluluk alsın, virüsün evlere yayılmasını önlemek için sağlık çalışanlarının barınma sorunu çözülsün!" çağrısı yapıldı. KHK ile işten çıkarılan, beraat eden veya atama bekleyen sağlık çalışanlarının hemen göreve başlatılması talep edildi.
"Karantinada 6284 hayat kurtarır!" denilen açıklamada "Kadınlara şiddet uygulayanların cezaevinden erken çıkmasını sağlayacak infaz düzenlemesi gündemdeyken kimse salıverilen şiddet faillerinin nasıl denetleneceğini, hele salgın sürecinde kadınların güvenliğinin nasıl sağlanacağını konuşmuyor" ifadeleri kullanıldı.
Şu ana kadar 130 örgütün imzaladığı kampanyanın tam metni şu şekilde:
"Evde kalan, çalışmak zorunda olduğu için evde kalamayan, işinden olan, kalacak evi olmayan, evde kalsa da güvende olmayan, evini bırakıp buraya iltica etmiş olan, yasal statüsü olmayan, LGBTİ+ kimliğinden veya yöneliminden dolayı evde baskı gören, ev işinden çıldıran, evinin kirasını ödeyemeyen, evinden atılan, evdeki herkese bakması beklenen, yalnızlaşan ya da kalabalıktan nefes alacak yer bulamayan biz kadınlar korona günlerinde de birlikte güçlüyüz, birbirimizin güvencesiyiz! Salgının önlenmesi için kapanmamız beklenen evlerde şiddete uğramamayı, ücretli izinle ve güvenceli şekilde evde kalabilmeyi, evin tüm iş yükünü çekmemeyi, bu süreçte alınan önlem ve yükseltilen taleplerde dikkate alınmayı ve çok daha fazlasını hak ediyoruz. Yaşamak için evde kalmak, evde kaldığımız için yoksulluktan ve erkek şiddetinden ölmemek için sesleniyoruz:
Evde kalamıyoruz. Çünkü “çarklar dönmeye devam edecek” diyenler evde kalmamızın koşullarını yaratmak yerine hayatlarımıza kastediyor! Birçoğumuz hala dışarıda çalışmaya devam etmek zorundayız. En güvencesiz işlerde çalıştığımız için evden çalışma, ücretli izin olanaklarına sahip değiliz. Bu güvencesizlik seks işçisi veya mülteci ve göçmen kadınlar için katlanarak artıyor. Tekstil sektörü gibi zorunlu olmayan sektörlerde hala çalıştırılıyoruz. Çoğunluğunu kadınların oluşturduğu hizmet sektörünün bir kısmı çalışmaya devam ettiği gibi, pek çoğunda çalışanlar ya işten çıkarıldı ya da ücretsiz izne çıkarıldı. Bir yandan yoksullaşırken bir yandan üzerimize bindirilen ödeme yüküyle başa çıkamıyoruz. Küresel salgın tehlikesi bitene kadar, çeşitli ülkelerde olduğu gibi, elektrik, su, doğalgaz, telefon, internet ücretsiz olmalı, kira bedelleri alınmamalı, ücretsiz gıda yardımı yapılmalı. Bu süreçte çalışması zorunlu olan sağlık gibi sektörlerde çalışanların ise iş yükünün artmaması ve salgının yayılmaması için de üretimin durdurulması gereklidir. İşten çıkarılanlar için koşulsuz işsizlik maaşı, zorunlu olmayan sektörlerde çalışan herkese derhal ücretli izin istiyoruz! Çalışması zorunlu olan sektörlerin çalışanlarına ise yeterli ekipman sağlanmasını, yaygın test uygulanmasını, can güvenliğimizin sağlanmasını istiyoruz!
O evlerde sadece biz yaşamıyoruz. Ancak karantina günlerinde evin temizliğinden, yemeğe, okula gitmeyen çocuklarla ilgilenmekten yaşlıların bakımına tüm işler bizim omuzlarımızda. Kadınların ev içindeki görünmeyen emeği katlanarak artıyor. İşe gitmedikleri için evde kalan erkekler ise kendilerini o evlerde misafir hissetmeye meyilli. Bir engeli olmayan herkes zorunlu olan tüm temizlik, bakım gibi işleri eşit biçimde üstlenmelidir! Her fırsatta kadınlarla erkeklerin eşit olmadığını söyleyen yöneticiler bu eşitsizliğin derinleşmesinden sorumludur. Bunun değişmesi de ancak eşitliği önceleyen bir bakış açısının, her türlü iletişim aracıyla, toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştırılmasıyla mümkün.
İçine kapandığımız evler, öldürülen kadınların yüzde yetmiş beşinin cinayet mahalli. Yani pek çoğumuz için en tehlikeli yer. Buna rağmen Hâkim ve Savcılar Kurulu kadınların en önemli güvencesi olan 6284 sayılı Kanunu neredeyse askıya alan bir karar verdi ve şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılmasını zorlaştırdı. Kadınlara şiddet uygulayanların cezaevinden erken çıkmasını sağlayacak infaz düzenlemesi gündemdeyken kimse salıverilen şiddet faillerinin nasıl denetleneceğini, hele salgın sürecinde kadınların güvenliğinin nasıl sağlanacağını konuşmuyor. 6284 askıya alınacağına erkek şiddetinin arttığı bu dönemde daha etkili uygulanmalı, uzaklaştırma kararlarının alınması zorlaşmak yerine kolaylaşmalı ve denetlenmeli, kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nin öngördüğü şekilde önleyici ve koruyucu mekanizmalara erişebilmeli!
Dünyanın farklı yerlerinde çeşitli örnek uygulamalar görüyoruz. Fransa İçişleri Bakanlığı süpermarketlerde kadınlar için başvuru/danışma standları açıyor. Avustralya hükümeti korona virüsü krizi nedeniyle artan şiddeti önlemek ve mağdur kadınları desteklemek üzere 92 milyon dolarlık bir destek paketi hazırladı. Merak ediyoruz: Erkek şiddeti geçen yılın aynı ayına oranla %38,2 artmışken örneğin Aile, Çalışma ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ne yapıyor? ALO 183 hattının acil şiddet hattına dönüştürülmesi veya kadına yönelik şiddetle ilgili acil hat oluşturulması gerekiyor. Aynı şekilde ALO 155’in gerekli hemen ihbarları alması ve vaktinde müdahale etmesi şart. Çünkü şiddet failleriyle aynı evlerde kalmak zorunda bırakılan kadınların aramak için ikinci bir şansı olmayabilir. Sığınaklarda hem kadınların hem çalışanların sağlıklarının nasıl güvence altına alındığı konusunda şeffaf bir süreç işletilmeli, test yapılmalı. Korona krizinin, şiddet gören kadınların sığınaklara kabulünün önüne geçmemesi, bir yandan da salgın riskinin en aza indirilmesi için neler yapılıyor? Kalabalıkların bir arada kalmadığı, düşük kapasiteli daha fazla alternatif sığınma alanı sağlanmalı. Ama bunun yerine, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyumun sığınak başvurularını durdurması veya belediye hesaplarının bloke edilmesi örneklerinde olduğu gibi, yerel yönetimlerin girişimleri ve mevcut mekanizmaları dahi engelleniyor. Halbuki kadına şiddet ile ilgili belediyeler dahil sorumlu tüm kamu kurum ve kuruluşları acil koordinasyon birimi oluşturmalı. Artan erkek şiddetine karşı alanda çalışan kadın örgütlerinin de katılımıyla acil önlem planı hazırlanmalı, çünkü koronavirüse karşı mücadeleyi ayrımcılıkla, ötekileştirmeyle değil barış içinde, dayanışmayla kazanabiliriz!
Baroların ilgili komisyonları cezaevlerinin kapasitesinin çok üstünde tutuklu ve hükümlünün bulunduğunu, hijyen koşullarının olmadığını açıkladı. Görüşlerin yasaklanmasıyla endişeli yakınları cezaevlerindekilerin durumlarından ancak haftada bir telefon konuşmalarıyla haberdar olabiliyor. Cezaevinde hücrede kalan ve yalnızlaştırılan trans mahpuslar için durum daha da ağır. Mahpusların sağlık hakkı için önlemler alınmalı, test uygulanmalı, dezenfektan, temizlik malzemeleri, maske, eldiven, kolonya verilmeli, su kotası kaldırılmalı, 24 saat sıcak su verilmeli. Yeterli sağlık hizmeti ve sağlıklı beslenme sağlanmalı, yemekler bunu gözeterek iyileştirilmeli. Karmakarışık ve son derece adaletsiz bir infaz düzenlemesiyle açık cezaevinde olan, kadınları veya çocukları yaralamış, öldürmüş, zarar vermiş olan erkeklerin cezaevinden çıkmasının önü açılırken kadınlara şiddete karşı başvurabilecekleri etkili bir koruma mekanizması sağlanmıyor. Koşullu salıverileceklerin veya izne çıkarılacakların nasıl denetleneceği, kadınların ve çocukların evlerine, bedenlerine ve hayatlarına yeniden musallat olmalarının nasıl engelleneceği açıklanmadan serbest bırakmak, kadınların koronadan değilse erkek şiddetinden ölmesine davetiye çıkarmaktır. Bir yandan da gazeteciler, siyasetçiler, politik tutsaklar sırf muhalif oldukları için virüse terk ediliyor. Çocuklu ve hasta mahpuslar arasında dahi bu ayrım yapılıyor. Cezaevlerindeki hasta ve yaşlı mahkumlar ile hamile ve çocuklu kadınlar ayrım gözetilmeksizin serbest bırakılmalı. Devlete karşı suç işlediği iddia edilenler, kronik hastalığı veya küçük yaşta çocuğu olsa bile salgın riskiyle karşı karşıyayken, bir kadını yaraladığı için cezaevinde olan erkekler o kadınların yaşadığı evlere hiçbir tedbir alınmadan geri gönderiliyor. Biz öncelikle yaşamı savunuyoruz. Cezaevlerinde kimse can güvenliklerinin sağlanamadığı koşullarda tutulmamalı, ama kendilerine şiddet uygulayan erkekler cezaevinde olduğu için rahat nefes alan kadınların can güvenliği de tehlikeye atılmamalı.
Korona günlerinde halk sağlığı için en büyük mücadeleyi veren sağlık çalışanları büyük risk altında. Koruyucu ekipmanları yetersiz, yaygın test uygulanmıyor, hasta bilgileri saklanıyor. Sağlık sektörünün parçası olan, temizlik işçileri, hasta bakıcılar, sekreterler, laboratuvar teknikerleri, yemekhane personelleri sağlık iş kolunda görünmedikleri için bu süreçte hemşire ve doktorlar için alınan özel önlemlerden faydalanamıyor ve ayrımcılığa maruz kalıyor. Her an virüsün bulaşması ve bunun yayılmasına vesile olma endişesi ile yaşamaları yetmezmiş gibi evlerine gittiklerinde yemek, bulaşık, çamaşır ve diğer ev işleri ile çocuk ve yaşlı bakımı da üstlerine yıkılıyor. Bu şartlar altında nasıl önlem almaları ve kendilerini korumaları beklenebilir? Sağlık çalışanlarının koruyucu ekipmanları sağlansın, yaygın test uygulansın, sağlık çalışanlarının çocuklarının bakımı için devlet sorumluluk alsın, virüsün evlere yayılmasını önlemek için sağlık çalışanlarının barınma sorunu çözülsün! Ayrıca, KHK ile işten atılan, beraat eden, takipsizlik kararı verilen veya atama bekleyen sağlık emekçileri hemen ve hiçbir şart gözetmeden görevlerine başlatılsın!"