Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz, Cumhurbaşkanlığı Sarayı'nda verilen 30 Ağustos resepsiyonunda Kuran-ı Kerim'in okunmasını eleştirdi. Genelkurmay Başkanı'nın eşinin Kuran-ı Kerim'in okunması sırasında başını örtmesini normal bulan Yılmaz, "Anormal olan şey, bir milli bayramın kutlaması için verilen resepsiyonda Kuran-ı Kerim okunması.Milli bayramlar, adı üzerinde her türlü inançtan bağımsız olarak kutlanması gereken ve bize aynı tarihi ve ortak geçmişi paylaşan bir millet olduğumuzu hatırlatan günlerdir" dedi.
Mehmet Y. Yılmaz'ın "Resepsiyonu Kuran-ı Kerim ile açmak" başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Saray’daki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamalarından iki görüntü kaldı.
Birisi, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın, Cumhurbaşkanı önünde bel bükmesi, diğeri Genelkurmay Başkanı’nın eşinin başını örtmesi.
Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın tutumu, Türkiye’nin nereye gitmekte olduğunun bir göstergesi.
O da biliyor ki artık yargı bağımsız değil, tek patron var ve o tek patrona bağlılığını göstermek kendisi için daha hayırlı olacak.
Onun için ondan ABD’li yüksek yargıçlar gibi davranmasını beklememek gerek, çünkü konumu onlar gibi değil.
Genelkurmay Başkanı’nın eşinin başını örtmesi konusuna gelince: O sırada Kuran-ı Kerim okunuyor ve buna inanan bir kadının başını örtmesi son derece normal bir durum.
Anormal olan şey, bir milli bayramın kutlaması için verilen resepsiyonda Kuran-ı Kerim okunması.
Milli bayramlar, adı üzerinde her türlü inançtan bağımsız olarak kutlanması gereken ve bize aynı tarihi ve ortak geçmişi paylaşan bir millet olduğumuzu hatırlatan günlerdir.
Bu millet içinde dini İslam olmayanlar da var. Bakmayın “Nüfusunun yüzde 99’u Müslüman” denmesine. Kaldı ki öyle bile olsa geride hâlâ yüzde bir kalıyor, bu bayram onların da bayramı.
Ve böyle bir bayramı dini törene çevirmek tartışılması gereken bir tutum.
Günün birinde Cumhurbaşkanlığı’na bir Hıristiyan ya da Yahudi seçilse, ki seçilebilir, anayasal bir engel yok buna, töreni papaz ya da haham mı yönetecek?
Cumhurbaşkanı inancı gereği 30 Ağustos vesilesiyle şehitlerin ruhuna Kuran–ı Kerim okutmak isteyebilir, bu da normal.
Bunun yeri cami olmalıydı, 30 Ağustos resepsiyonunun verildiği salon değil.
Bu ülkenin Anayasa’sı, cumhuriyeti “laik ve sosyal hukuk devleti” olarak tanımlıyor.
Laik bir devletin törenleri de laik olur. Dini ritüellere, dini gösterilere yer yoktur.
Bundan hoşlanmıyorsanız, bu resepsiyon saçmalığına da son vermelisiniz.
Memleketin tüm camilerinde şehitler için Kuran–ı Kerim okutursunuz, olur biter.
Milli Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz, yeni eğitim müfredatının bugüne kadar yapılmış en demokratik, en bilimsel, en çağdaş müfredat olduğunu söyledi.
“Daha kaliteli bir eğitim alınsın diye müfredatı değiştirdik” dedi.
Gazetelerde değişen müfredatın yeni ders kitaplarından alıntılar yayınlanıyor.
Bakın bu yeni müfredat ile 11 ve 12. sınıf öğrencilerine neler öğretilecek, Ayşegül Kahvecioğlu’nun Milliyet’teki haberinden okuyalım:
“Bekârlık sultanlık değil, henüz karar verilememiş bir sürecin sancılı bekleyişidir. Evlilik, zihni sürekli meşgul eden gönlün sesini dindirmektir.”
Ne kadar romantik değil mi?
Bunu ders kitabına yazanın kim olduğunu, nasıl bir hayal dünyası olduğunu çok merak ettiğimi söylemeliyim.
Belli ki ilk gençlik yıllarında “Seviyorum ama kimi / En tatlı birisini” vezninde çokça şiir de yazmış.
Bu kadar değil tabii, çocukların kafasına erkeğin kadından üstün olduğunu sokma çabası da var:
“İslam, aileyi lidersiz bırakmamıştır. Erkekler, güç ve kuvvet yönünden daha ileri olduğundan ailenin sorumluluğu birinci derecede onlara yüklenmiştir. Aile reisi erkek olmakla birlikte bu müessesenin işleyişinde ve muhafazasında kadının da önemli rolleri vardır. İslam, erkeğin üstlendiği mesuliyetlere karşılık kadının da kocasına itaat etmesini istemiş ve bu itaati ibadet saymıştır. (Kadının) Kocasına karşı görevlerinde titiz davranması, evine, çocuklarına sahip çıkması gerekir. Sabırlı olmalı ve israftan kaçınmalıdır.”
“İsraftan kaçınma” bahsi, beşinci sınıf sosyal bilgiler kitabında bu kez “milli” açıdan anlatılıyor. Fatmanur Boylu’nun Habertürk’teki haberinden:
“Türkler gayet az yerler. Sofra zevkine pek az düşkündürler. Bir parça ekmekle beraber tuz, soğan ve yoğurt bulurlarsa yemek için başka şey aramazlar.”
Kitabın yazarı nasıl bir “beslenme” programı ile büyütülmüş ve bugünlere gelip ders kitabı yazar hale gelmiş, bilemiyorum.
Osman Hoca, Karatay Hoca bu “ekmek ve tuz içeren yerli ve milli rejim”konusunda ne diyor?
Bu kadar da değil tabii: Çocuklara milli bilinç kazandırmak için küçük palavralardan da kaçınılmamış.
Mesela Türk lokumu, dünyada çikolata kültürünün tahtını sarsmayı başarmış! Bu bilgi, hangi bilimsel veriye dayanıyor, orası karışık tabii.
Bakan Bey’in, “en bilimsel, en çağdaş müfredatının” ders kitapları böyle işte!
Geçtiğimiz yıl Enerji Bakanlığı istedi ve Bakanlar Kurulu da karar verdi. Türkiye, “ileri yaz saati uygulamasını” kalıcı hale getirdi.
Bunun gerekçesi de “enerji tasarrufu” idi.
Ancak bugüne kadar ne kadarlık bir enerji tasarruf ettiğimizi de bir türlü öğrenemedik.
Elektrik Mühendisleri Odası’nın hesaplamaları böyle bir tasarruf olmadığını söylüyor ama bakanlık buna da ciddi bir yanıt vermiş değil.
Böyle tutumlar demokratik ülkeler için değildir. Demokrasilerde idare şeffaf olur, aldığı kararların sonuçlarını paylaşır, hatalı karar verdiğini görürse o karardan geri döner.
Bizim Enerji Bakanlığı’nın tutumuna, demokratik olmayan rejimlerde rastlanabilir.
Hesap vermez, dinlemez, bildiğini okumaya, yanlış bir karar bile vermiş olsa devam eder.
Tarihte diktatörlüklerin çöküş nedenlerine bakarsanız ardında hep bunu görürsünüz.
Bakanlık, bu yıl da ileri yaz saati uygulamasına devam edip etmeyeceğini, devam edecekse geçtiğimiz yıl ne kadar enerji tasarruf ettiğimizi açıklamalı ki halkımız da öğrensin, karar doğru muymuş, yanlış mı?
Hem böyle yaparlarsa, dünyanın geri kalanı da “Vay başımıza gelenler, meğerse biz gerçekten aptalca bir iş yapıyormuşuz” deyip ileri saat uygulamasını onlar da kalıcı hale getirirler.
Dünyaya örnek olmak, “yerli ve milli bir projeyi” tüm dünyaya benimsetmek AKP iktidarına ve dünya liderine yakışmaz mı?