Bakan Dinçer: İngilizce öğrenebilmek için Sultanahmet'te turist avlardım

Bakan Dinçer: İngilizce öğrenebilmek için Sultanahmet'te turist avlardım

Tartışmalı 4+4+4 kademeli zorunlu eğitim sistemiyle sıkça gündeme gelen, öğretmen atamaları, öğretmen maaşları ve daha birçok eğitim kararlarında kamuoyunun sürekli gündeminde yer alan Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer bilinmeyen yönlerini anlattı. Bakan Dinçer, akademisyen olmak için İngilizce öğrenmeye başladığı dönemde pratik yapmak için Sultanahmet Meydanı'nda turistlerin peşinden koştuğunu söyledi.

Hürriyet Pazar'da yayımlanan Esra Kaya'nın röportajı şöyle:

 

Nasıl bir öğrenciydiniz? İlk karne gününüzü hatırlıyor musunuz?

- Hatırlamıyorum... Henüz okul çağına gelmemiştim. 5 yaşını doldurup 6 yaşına girdiğimde okula başladım. O yüzden ilkokul yıllarımı çok fazla hatırlamıyorum. Yaşım küçük olduğu için muhtemelen.

Peki okula dair aklınızda kalan ilk anınız...

- İzci olmak, yavrukurt elbisesi giymek için can attığımı hatırlıyorum. İzciler farklı bir kıyafet giyiyordu. Ayrıca kep takıyorlardı. Boyunlarına fular bağlıyorlardı. O kıyafet çok ilgimi çekmişti. Çok arzu etmiştim. Yavrukurt olacaktım ama yavrukurtlar önceden seçilmiş, elbiseleri diktirilmişti. Ben gerçeği sonradan fark etmişim. Ama inatla olmak istiyorum. Tüm aileyi ve tüm okulu krize soktuğumu hatırlıyorum. Sonunda okul ve ailem işbirliği yaptı. Bir yavrukurt elbisesi ayarladılar ve sabah o elbiseyi giydim.

Lise yıllarınız nasıldı?

- Lisede artık akıl bali olmuştum. Sorumluluklarımın farkındaydım ve iddialı bir öğrenciydim. Mezun olurken okul ikincisiydim. Lise dört yıldı. Üçüncü sınıfta not ortalamanız 8 ve 10’un üzerindeyse bir üst sınıfın derslerini vererek mezun olabiliyordunuz. O haktan yararlandım ve liseyi bir yıl erken bitirdim.

Hangi mesleği hayal ediyordunuz?

- İki hayalim vardı. Biri Kamu Yönetimi’ne gidip kaymakam, vali olmak, diğeri de Uluslararası İlişkiler Bölümü’ne gidip diplomat olmak. Ama SBF’yi iki puanla kaçırdım. Onun yerine Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazandım. Şöyle bir teselli buldum kendime: “Olsun vali, kaymakam da yönetici. İşletmede de zaten yönetim okuyorum.” Sonra “İyi ki böyle bir alana kaymışım” dedim.

 

Beşir Atalay hocamdı

 

Üniversite yıllarınız nasıl geçti?

- Çok rutin, çok standart bir öğrencilik değildi. O dönemde anarşi çok ileri düzeydeydi. O esnada Milli Türk Talebe Birliği’nde, Erzurum’da öğrenci lideriydim. O yüzden okula devamlılığım yoktu. Ama sınıfta da kalmadım. Hayatımı değiştiren şey Sabahattin Zaim Hoca’nın bir tavsiyesidir. Bir gün, kendisiyle karşılaştık. Üniversite üçüncü sınıfa geçmiştim. İlk defa bir profesörle yan yana oturma imkânım olmuştu.

İlk kez mi bir hocanın yanına oturuyordunuz?

- Öğrenci- hoca ilişkileri şimdiki gibi rahat değildi. Çok otoriter bir yapı vardı o zaman. Mesela Başbakan Yardımcımız Beşir Atalay sosyoloji dersime gelen hocalarımdan biriydi. Onunla hiç doğru dürüst konuştuğumu hatırlamıyorum.

Hocanız hayatınızı değiştirecek ne söylemişti o gün?

- Çok basit bir şey söyledi: “Oğlum üniversiteden mezun olunca üç şey olursun. Bir, devlet memuru. Bunun için diplomanı alman yeter. İkincisi, özel sektörde çalışmak. Üçüncüsüyse akademik çalışma yapmak. Bunun içinse İngilizce bilmen ve yüksek lisans yapman gerekir.” Bugün neredeyse bütün üniversite öğrencilerinin bildiği bir şey. Ben o zaman bilmiyordum böylesine basit bir tercih yapmak gerektiğini.

 

Pınar Kür'den ingilizce

 

Kararınızı o gün mü verdiniz?

- Evet, öğretim üyesi olmaya karar verdim. İngilizce öğrenmeye başladım. İstanbul’da kursu buldum, burs için de sağa sola müracaat etmeye başladım. Ve bursu buldum. Ancak her dönem not ortalamamın 80’in üzerinde olması gerekiyordu. Borç harç ilk kurun parasını buldum ve kayıt oldum.

İngilizcede nasıldınız?

- O kurstaki hocam meşhur romancı Pınar Kür’dü. İkincisi de Necip Fazıl Kısakürek’in yeğeni Kezban Hanım. Kursta dört ay, her gün üç saat İngilizce dersi gördüm. Öğleden sonra da Sultanahmet Meydanı’nda turistleri avlamaya başladım. Onlarla biraz konuşayım da dilim gelişsin diye. Milli Talebe Birliği’nin Turizm Enformasyon Bürosu’nda da gönüllü çalıştım. İngilizce öğreneceğim diye hepsine katlandım.

 

Ders anlatmayı özlüyorum

 

İki oğlunuz, bir kızınız var. Çocuklarınızla aranız nasıl?

- Evde hanımla aramızdaki en ciddi ayrımlardan birisi çocuklara, “Ders çalışın” demememdi. Bana sürekli kızmıştır. Ama hayatla ders arasında denge kursunlar diye uğraştım. Lise birinci sınıftan itibaren her yaz çocuklarım hayata uyum sağlayacak stajlar yaptılar. Şimdi de özel sektördeler. Kızım da Bilkent Üniversitesi’nde işletme okuyor. Ona “Staj yap” diyorum ama yapmıyor.

Çocuklarınızın meslek seçiminde etkiniz var mıydı?

- Biraz etkili oldum sanırım. Biraz da kısmet. Tercihlerde onların istedikleri bölümleri üst sıralara yazdık. Sonra da hep işletme, sosyoloji ve daha çok sosyal bilimleri yazdırdım. Ama üçü de işletmeyi kazandı. Büyük oğlum sosyolojiyi kazanmıştı sonra üniversitede seçmeli derslerle işletmeye kaydı. Küçük oğlum ve kızım da işletmeyi kazandılar.

Akademisyenlik yıllarınızı özlüyor musunuz?

- Evet özlüyorum. Ders anlatmayı özlüyorum.

Eşiniz ve çocuklarınıza vakit ayırabiliyor musunuz?

- Haftada mutlaka bir günümü eşime ve çocuklarıma ayırıyorum. Hiçbir şey yapmasak bile onlarla bir gün geçiriyorum.

 

Yeniden pul koleksiyonuna başladım

 

Kıyafetleriniz konusunda eşiniz ve kızınızın desteği var mı?

- Kızım kıyafetlerime çok karışır. Sabah çıkarken ya hanım ya da kızım mutlaka kravatıma müdahale ederler.

Koleksiyon merakınız var mı?

- Çocukken pul koleksiyonu merakım vardı. Küçük defterlerde saklardım onları. Üniversiteye giderken evde bırakmıştım. 30-35 yıl sonra bir gün anneme sormuştum. Annem “Onlar hâlâ duruyor” diyerek çıkarıp getirdi. Ben de bütün pulları yeni defterlere koydum. Yeniden pul biriktirmeye başladım.

Boş vakitlerinizde ne yapmaktan hoşlanıyorsunuz?

- Film izlemeyi seviyorum. Hafta sonu en büyük zevklerimden biri eğer evde olursam film izlemek. Kızımla birlikte film seçip izliyoruz.

Yemeklerle aranız nasıl? Yemek yapıyor musunuz?

- Yılda bir kere mutfağa girerim. Kurban etinden bütün ev halkına sac kavurma yapıyorum. Özel kendi yöntemimle, domatesli, biberli, acılı. Onun dışında mutfağa pek girmem.

 

Çocukları anaokuluna gönderince... 

 

İki oğlum küçükken okulöncesi eğitim bugünkü kadar yaygın değildi. Evde bunalmasınlar diye onları anaokuluna gönderdim. Öyle zor oldu ki. Çocuklar gitmek istemiyorlar. İkisi birbirine çok alışık. Hanım da “Ben evde müsaitim gitmesinler” diyor. Komşular da “Çocuklara bakmamak için anaokuluna gönderiyor. Evde boş oturuyor” diye hanımı suçluyor. Kızım da aynı şekilde anaokuluna giderken, çok itiraz ediyordu. Annesine diyormuş ki, “Evde sizinle mutluyum. Niye beni okula gönderiyorsunuz?” Hanım, “Kızım baban gönderiyor” deyince de, “Babam gidince eve döneriz” diyormuş. Evin en küçüğü kızım. En çok dalga geçen de odur benimle. Yaptığım her şeyle alakalı bir dünya dalga geçer. Mutlaka bir kulp bulur. Espri kabiliyeti yüksek.